Paylaş
Haliyle börtü-böcekten yana zengin.
“Aaaa böcek, yılan, çiyan!” diyecek halim yok.
Onlar bize değil, biz onlara misafir geldik, çaresi yok, alışacağız.
Ama zaman alıyor.
*
Bir kere 32 pencere meselesi var. Güvenlik için Pronet’i aradım, bütün şehri onlar koruyor neredeyse, tek tek bütün pencerelere alarm taktılar.
Kamera-mamera.
Sistemin nasıl çalıştığını anlatırken gerginlikten ölüyordum.
“Neden?” diyeceksiniz.
Çünkü...
Çünkü teknolojiden korkuyorum, teknolojiyi ne kadar hayatına alırsan, o kadar yeni şey öğrenmem gerekiyor.
Al sana hayatında yeni bir stres kaynağı!
Daha iyi bir televizyon mesela daha karışık bir kumanda aleti demek.
Neyse, yapacak bir şey yok.
Çağın gerçeği.
32 pencereyi de kontrol ederiz herhalde.
*
Ediyoruz.
Her akşam Maribel, Alya, ben alarm panelinin karşısına geçiyoruz.
Her şeyi not ettiğim defterimi çıkarıp okuyorum.
Adım adım ne yapılacak.
Alya, “Yanlış bir şey yapacaksın şimdi alarm çalacak!” diyor, kollarını iki yana açıyor, avuçlarıyla kulaklarını kapatıyor...
“Saçmalama” diyorum, “Anneye güven!”
Alya güvensin de, ben kendime pek güvenemiyorum :--))
Zorluk şu, evde henüz klima yok, nem tavan yapmış durumda, ne yapılacak, mecburen pencere açılacak.
“Evet” diyorum Alya’ya “Önce hepsini kapatıyoruz.”
“Niye?” diyor, “Bazılarını açacaksak niye kapatıyoruz?”
“Sistem öyle.”
Hepsini gidip kapatıyoruz.
“Kapandı” diyor.
“Yok bir tane açık var” diyorum.
“Hangisi?”
“Banyodaki.”
“Neden biliyorsun?”
“Bu alet söylüyor.”
Hayranlıkla alete bakıyoruz, her şeyi biliyor!
“Şimdi hepsi kapalı.”
“Tamam o zaman”, uyuyacağımız yatağın tepesindeki 29 ve 30 numaralı pencereyi “by- pass” ediyoruz.
Yani yaptığım şu:
Akıllı alarma, “Biz bu iki pencereyi açacağız, sakın ha, ötme...” demek.
*
Yaşasın!
Başarıyoruz.
Alya bana gururla bakıyor.
Ve cup yataktayız, anne kız.
Ona çarpım tablosu soruyorum, hoşuna gidiyor, toplama çıkarma yaparak uyuyor, ailede kim normal ki, Alya olsun.
İşte tam o anda...
Odaya bir şey giriyor...
“By-pass”lı açık pencerelerden.
O da ne!
Kavun büyüklüğünde bir şey.
“Bir yaratık” diyor Alya.
Acayip tırsıyoruz.
Önce yarasa zannediyorum.
Ama değil.
Uçan kocamaaan bir böcek.
Ufo gibi.
Ne olduğunu anlamamız zaman alıyor.
Şaşkın şaşkın bakıyoruz.
*
Alya diyor ki, “Dev, yeşil bir çekirge bu!”
Böcekleri anlatan bir kitabı var, oradan öğrenmiş.
Haklı çıkıyor.
Hayatım boyunca gördüğüm en büyük çekirge.
Gözlerimi alamıyorum.
Upuzun bacakları var.
Mankenler gibi.
Bedeni de su yeşili.
Çok estetik. Çok acayip.
*
Fakat...
Korkuyoruz...
Ürküyoruz...
Yataktan fırlıyoruz...
“Ne yapacağız?” diye birbirimize soruyoruz...
Cevap veremiyoruz.
Sonra birden, bu gerçeküstü görüntüye, bu düştüğümüz durumun saçmalığına, ana-kız kahkahalarla gülmeye başlıyoruz.
Çekirge karşısındaki çaresizliğimiz yüzünden Maribel’e müracaat ediyoruz, “Ooooo bizim Filipin’de bunlardan çok var, korkmayın, bir şey yapmaz” diyor.
Eliyle tuttuğu gibi onu alıyor ve hiçbir zarar vermeden, geldiği yere, doğanın içine bırakıveriyor.
*
Bunca gürültü ve şamatadan sonra...
Yatak odamıza büyük bir huzurun sessizliği hâkim oluyor.
“Anne?” diyor Alya, “Bu ev çok sessiz, korkuyor musun?”
“Sen bana sarılınca hiçbir şeyden korkmuyorum” diyorum.
Minik elleri boynumda, uykuya dalıyoruz.
Sertab ve Demir’in evleneceği yalan habermiş
YERİMDEN zıpladım televizyondaki altyazıyı görünce, “Neeee? 14 yıl sonra evleniyorlar mı? Yakışır!” dedim. Nedense çok sevindim. Ben, tü tü tü şeytan kulağına kurşun, popomu da kaşıyayım, evliliğin iyi ve şahane olduğuna inanan biriyim. Henüz sevgilimle 10 yıldır birlikteyiz, belki o yüzden. Ama bütün evlilikler, yerlerde sürünmüyor, herkes de boşanmıyor, hâlâ sağlam çok çift var.
Gerçi, “sağlam çift” olmak için evlenmek filan da gerekmiyor ama işte Sertab ve Demir’in evlenme fikri bana çok romantik geldi, hoşuma gitti, sürekli kötü haber aldığım bir ortamda, iyi haber gibi geldi. Hemen telefona sarıldım.
Aaaaaa bir de ne öğreneyim!
Bütün Türkiye, onları tebrik ediyormuş ama öyle bir şey yokmuş.
Nereden çıktığı belli olmayan “yalan habermiş”.
Peki söylesenize, okuduğumuz şeylerin doğruluğuna nasıl inanacağız?
‘V’ ile başlıyor, ‘s’ ile bitiyor
GALEYANA geldim.
Jiletimi yazdım.
“Kadınlar için de sistem bıçakları var” diye. Var gerçekten. Az gelişmiş ülkelerde çalışan kadınlar ağda, gelişmiş ülkelerde ise jilet olayına giriyor. Muş. Duşta, tık tık bitiyor. Muş. Zamandan kazanıyorlarmış. Araştırma bu. Ben uydurmadım. Ama kadınların kıl tüy yapıları farklı. Erkek jiletlerinden uzak duracaksın yani.
Yazdığım bu, bu kadar.
O günden beri, “Ağdacım kaçtı. Bu jiletin adı ne, adı ne? Bana da söyleeee” diye yazdı durdu kadınlar. Bin tane e-mail. Gidin sorun marketinize. Zaten kadınlar için jilet çok yok ki. Türkiye pazarına da girmişler. Ama adam gibi tanıtmadıkları ortada, yoksa bu kadar insan başımın etini yemezdi...
Türk kahvesi makinesi
BEN geç keşfettim.
Ama yazmazsam ölürüm.
Valla, büyük buluş.
Arçelik’i alkışlıyorum, eve gelen misafirlere, “Kahve ister misiniz?” deyince ödüm patlıyordu.
“Orta, sade, şekerli” filan diyecekler diye.
Nescafe ya da filtre kahve dayamak istiyordum önlerine.
Öteki zor geliyordu, ayar beceremiyordum, köpük olayına hiç giremiyordum.
Şimdi hayatım kurtuldu!
Teşekkürler Arçelik.
Teşekkürler Hande.
Ev hediyesi alacaksanız birilerine, aklınızda olsun, acayip makbule geçiyor bu Türk kahvesi makinesi, kullanması pratik, sonuç şahane...
Kıskançlığa REÇETE
YOKSA sizin de, etrafınızdaki “kıskançlar”dan imanınız mı gevredi? Üzülmeyin. Bir arkadaşım, çalıştığı şirkette, kıskançlık yüzünden sorun yaşayan kızına, kendisine doktor havası vererek şöyle tatlı bir mesaj atmış. Bayıldım...
Güzel kızım, sakın üzülme.
Hasta onlar!
Tedavi olmaları gerek.
Onlara reçetem...
Acilen Kıskamysin antibiyotik kullansınlar. Saatte bir 1000 mg.Çünkü hastalık akut ve dördüncü evre. Kıskamitik enfeksiyon geçiriyorlar.
Maalesef virus, şahıs ve duruş hücrelerini sarmış.
Tedavisi zor gözüküyor.
İdefix-kalman şurubundan alsınlar.. Günde 3 doz, 1 kepçe.
Birkaç kez de, Dilsustyin pastilide emerek tüketsinler.
İmza: Her derde deva annen.
Paylaş