Paylaş
Önceki kişiliğine nazaran daha sakin, alçakgönüllü, çocuksu bir genç kadın haline geliyor ve bambaşka bir adama âşık oluyor. Gerisini anlatmayayım... Sadece şunu bilin: Roman bir yapboz gibi tamamlanıyor. Eksik parçayı öğrendiğimizde, gerçekler tepetaklak oluyor. En az roman kadar çarptı beni. Ceyda Sarıhan, yani Cedi, 5 yaşında okula başlıyor, üniversiteye girdiğinde ise 16... 9 yaşına kadar tüm çocuk hastalıkları ve Rus klasiklerini bitiriyor. Çok yönlü ve yetenekli bir kadın. Yönetmenliğin yanı sıra gazetecilikten süpervizörlüğe pek çok iş yapıyor. İşkolikliği nedeniyle ‘mutant’ lakabı ve bol hastalık kazanıyor. Bir dönem rock’çı Harun Tekin’le aşk yaşıyor. Romandaki karakterinde ondan esinleniyor. Şimdi çok iyi arkadaşlar. ‘Cambaz’ı alın okuyun, size kendi cambazlıklarınızı düşündürecek...
‘Cambaz’ sarsıcı bir roman. Senin gibi... Gerçek bir gazete haberinden yola çıkarak yazmışsın. O okuduğun haberin can alıcısı noktası neydi?
- Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmaması! Bu beni çok etkiledi. Çünkü ben de öyleyim. Dışarıdan göründüğüm gibi değilim.
Nasıl yani?
- Dışarıdan sana sağlıklı, bakımlı görünebilirim...
Aynen öyle görünüyorsun!
- Oysa ben sadece ‘cambaz’lıkta ustalaştım! O yüzden romanın adı da ‘Cambaz.’ Kötü görünüyorsam kötüyümdür. İyi görünüyorsam, büyük ihtimalle çok daha kötüyümdür!
Aç bu anlattıklarını...
- Ben FMS hastasıyım. Vücudum, birbirinden farklı ağrıları kesintisiz çekiyor. 15 yıldır her gün, her an bir hayaletle savaşıyorum! Uyurken yavaşlaması gereken beyin dalgaları bende iki katına çıkıyor. Uyurken aslında uyumuyorum yani! O sözünü ettiğin ve bu romanı yazmama sebep olan gazete haberi de, insanların bilinçsiz oldukları zaman bile farkındalık içinde olabildiklerini kanıtlıyordu. Beni çeken en can alıcı noktası buydu...
DİREKSİYONDAKİ KİŞİ BİZ DEĞİLİZ
Sence bizler beynimiz hakkında yeteri kadar bilgiye sahip miyiz?
- Tabii ki hayır! İnsan bedeni, tıp bilimi için hâlâ nasıl kullanacağını bilemediği bir araba. İçine giriyoruz ama direksiyondaki kişi, biz değiliz!
Teşhis nasıl kondu?
- Valla hiç kolay olmadı! Dört sene doktor doktor gezdirdiler beni. Dayım genel cerrah. O olmasa, hâlâ geziyordum muhtemelen. “Reklamcısın, siz böylesiniz!” diyen doktor mu istersin, “Kulunç canım!” diyen mi, ‘tükenmişlik sendromu’ ile karıştıran mı, işkolikliğim yüzünden beni suçlayan mı... İşin kötü tarafı, hepsi kendince haklıydı. Buluştukları nokta, “Ağrıdan ölmezsin, sürünürsün!” oldu. “Kalıcı hasar oluşmaz da!” demişlerdi. Oysa kalıcı hasarları listelesem, bu söyleşi biter. Onca yıldan sonra, nihayet sorunun beyinden kaynaklandığını fark ettiler. Şimdi röportajı okuyup “Hadi canım ne hastalığı, hiç bahsetmedin, aşk olsun!” diyecek insan sayısı çok fazla. Bahsetmedim çünkü onların da bu kitaba ilham veren erkek karakter gibi hırpalandığını görmek istemedim.
ROMANDAKİ ROCK YILDIZI HARUN TEKİN
Kitapta bir rock yıldızı var. Kim o?
- Harun Tekin ama karakter Harun Tekin değil. Bazı karakterler gerçek hayatta var olan birkaç kişinin karması. Kitabı 2007’de reklam prodüktörlüğü yaparken film senaryosu olarak yazdım ama Yaman’ın karakterinde eksik olan bir şeyler vardı. Arkadaşım olarak Harun, filmin müziklerini yapmaktan söz ettiğinde kafamda sinsi bir ampul yandı. Müzisyen kimliği ve bu kimliğin beraberinde getirdikleri karakteri tamamladı...
Yönetmenlik de yapıyorsun. Gazetecilik de yaptın, televizyonculuk da...
- Evet ama mesleki unvanlarımız bizi tanımlamıyor ya da tanımlamamalı. Şu devirde herkes yönetmen, herkes gazeteci, herkes sanatçı, herkes yazar. Bir işi yapmamız, o mesleği temsil etme hakkını bize ne kadar verir? 21 yaşında CNN Türk ekranlarına çıkıyordum, Rıdvan Abi (Akar) kızardı, ben, “Gazeteci olmayacağım!” deyince. Gaffar Okkan- Diyarbakır dosyası 32. Gün’de üzerinde çalıştığım son haberdi. Gaffar Bey, “Gelmeyin, ben zaten öldürüleceğim!” dedi. Gitmeyi çok istedim. İzin vermediler. Üç gün sonra ölüm haberi geldi. Gaffar Bey kadar eminim, devam etseydim ya hapiste ya da mezarda olurdum. Biliyorum, şimdi olsa Suriye’den çıkmazdım.
Peki yazarlık...
- Bir var olma şekli. Çocukluktan kalma bir hayatta kalma biçimi. Laf cambazlığıyla her şey okurun hayal gücüne kalıyor. Mesleki nedenlerle hurdaya çıkmış bir vücudum var, beynim ise istesem de durmuyor. Ferrari motoruna sahip Murat 131 gibiyim! Cambaz olmak kaçınılmaz.
KADERİMİ O KADAR DEĞİŞTİRDİM Kİ TANRI BİLE BENİMLE NE YAPACAĞINI BİLEMİYOR!
Sevdiğimizi öldürüyor muyuz? Öldürerek mi seviyoruz bu ülkede?
- Arka kaportasında, “Ya benimsin ya toprağın!” diyen arabaların geçtiği yollarda büyüdük, kazara yaşıyoruz, kolayca ölüyoruz. Evet, öldürüyoruz. Büyük bir aşkı öldürmek, o aşkın hak ettiği ilişkiyi yürütmekten daha kolay çünkü. Sevgiyi yaşama, karşılama şeklimizde bir sorun var. Mutlulukla değil endişeyle karşılıyoruz. Gözünün içine baktığımız insanların yanından hiç tanışmamış gibi geçiyoruz ya da onda sevdiğimiz her şeyi yok etmeye çalışıyoruz. Bu her ne ise; ‘sevmek’ olmadığı kesin...
Kitabın sonunda büyük bir sürpriz var. Onu açık etmeden, şöyle sorayım, hayatta mucizelere inanır mısın?
- Kaderimi o kadar çok değiştirdim ki, Tanrı bile benimle ne yapacağını bilemiyor! Mucizelere inanmak isterim ya da mucizeler bana inansın isterim. Kim bilir. Belki o zaman bir mucize olur...
SENİNLE BAŞ ETMEYE YEDİ ADAM LAZIM!
Komadan, bambaşka bir karakterle çıkan Gül’ün hikâyesi ‘Cambaz’. Sence her kadının içinde zaten pek çok kadın yok mu?
-Kesinlikle! İçimizdeki pek çok kadın arasından dümene geçen hangisiyse, onun kimliğini yansıtıyoruz. Hayatta başımıza bir sürü şey geliyor. O an içimizdeki kadınlardan biri daha baskın hale gelebiliyor ve direksiyona o geçiyor. Ama kastettiğim roller değil. Anne olmaktan, iş kadını olmaktan, sevgili olmaktan bahsetmiyorum. Her sevgiliyle farklılaştığımız, hatta özel biri yüzünden bazen tamamen değiştiğimiz söylenebilir.
Erkekler için böyle değil mi?
- Aslında onlar için de böyle. Hepimiz yakın arkadaşlarımızdan duymuşuzdur. “Dünyada en son evlenecek adamdı, evlendi, bir de 3 çocuk yaptı!” Erkekler de çok katmanlı. Her kadın, onlarda başka bir kimliği açığa çıkarıyor. Ne zaman ki içlerindeki her adamın aklını başından alan bir kadına denk geliyorlar, o zaman bütün hünerleri ortaya çıkıyor ya da “Yapmam!” dedikleri bir sürü şeyi gönüllü yapmakla kalmayıp, kendileri istiyorlar. Babam, ben büyürken durur halime gülümser, “Seninle baş etmeye yedi adam lazım!” derdi mesela.
Romanın ana karakteri Gül Bahar kendini bulma mücadelesi de veriyor. Kadınlar bu ülkede kendilerini bulmak için nelerden geçiyor sence?
- “Türkiye’de her an bir şeylerin mücadelesini vermek zorundasınız ama en büyük mücadeleyi kime karşı vermek zorunda kaldığımıza gelince cevap her dünyalı ile aynı: Kendimiz! Belki de en büyük savaşımızı kendimize karşı vermek zorundayız. Aynı anda kariyer yapmak, çocuk yetiştirmek, evliliğini yürütmek, ele güne karşı herkesi memnun etmek gibi şeylere mecbur hissediyorlar kendilerini. Bir an için durup, “Ne yapıyorum ben burada?” diye soracak insan sayısı çok fazla. Bence çocukluktan gelen toplumsal kodlamaların yarattığı suçluluk ve sorumluluk duygusuyla olmadıkları bir kişiyi oynamaktan geçiyor hayatları. ‘Cambaz’lıkta ustalıkları da buradan geliyor.
Paylaş