Her gün sabah plajda -çok özür dilerim burada hálá yaz- onun hayatını çalıştık.
Daha doğrusu, ben sordum, elimdeki minik teyp de, dalga seslerinin üzerine 78 yaşındaki Betûl Mardin’in sesini kaydetti.
Ben, aile büyüklerinin anlattıklarını, o yılları, olayları, yaşananları, tanıklıkları, anıları kaydetmeliyiz diye düşünenlerdenim.
Fırsatınız varsa, mutlaka yapın.
Yoksa da, benim gibi fırsat yaratın.
Müthiş oluyor.
Hele anlatıcının hayatı, Betûl Mardin’inki kadar renkliyse...
İnsan bazen anlatıcıyla birlikte gülüyor, bazen ağlıyor, mutlaka şaşırıyor, hayretlere düşüyor, onu çok daha iyi tanıyor ya da öyle sanıyor ama her halükarda çok şey öğreniyor.
Günlerce aynı insanın hayatını dinlemek...
Bir tür bağımlılık da yaratıyor.
Ben şu anda kendimi, elimden bırakamadığım bir romanın içinde gibi hissediyorum.
Biz şanslıyız tabii, bu nehir söyleşiyi plajda gerçekleştiriyoruz.
Bazen tripot’un üzerinde bir kamera oluyor, biz sohbet ederken kamera bizi çekiyor.
Gelen geçen gülümsüyor.
Peki Alya?
Babaanne hayatını anlatıyormuş, bu mesleğe nasıl başladığını anlatıyormuş, babası ona kumdan kale yapıyormuş hiç umurunda değil...
Gözlerini ufuk çizgisinde bir yere dikmiş, öylece duruyor.
Çünkü aşk acısı çekiyor.
Bu bayram başımıza gelen bir başka mühim şey de bu:
1.5 yaşındaki Alya áşık oldu!
Öğle uykusundan, "Ahmeee Ahmeee" diye ağlayarak uyanıyor.
Yanaklarından yaşlar boşanıyor.
Alya’nın bu ilk imkansız aşkını, bilahare anlatacağım...
Gazetecilerden korkulur mu?
DÜN Hürriyet’in birinci sayfasında bir Orhan Pamuk haberi vardı.
Taner Akçam, "Utanç Verici Bir İş" diye bir kitap yazıyor. Pamuk da, "bir soykırım kitabı" olduğu iddia edilen kitabı, "Cesur bir Türk tarihçisinin kusursuz bir çalışması" diye değerlendiriyor.
Ne yalan söyleyeyim, bu konudan fevkalade sıkılmış durumdayım. Zaten ben habere takılmadım. Fotoğrafa takıldım.
Fotoğrafta, Pamuk’u Cihangir’deki yazıhanesinde görüyoruz. Daha doğrusu, yazıhanesinin balkonunda. Kahverengi kadife bir kanepenin üzerinde, son derece rahat bir şekilde oturuyor. Ve bize gülümsüyor. İşin aslı pişmiş kelle gibi sırıtıyor. Fonda da bütün haşmetiyle tarihi yarımada ve İstanbul görülüyor ...
Şimdi tabii, ortada soykırım kitabı olduğunu iddia edilen bir kitap var, Taner Akçam var, anlayacağınız kritik meseleler var ve aynı anda kanepede kaykılmış bir şekilde oturan, alay eder gibi insanın suratına gülen bir Orhan Pamuk var...
Fotoğraf olamamış.
Ya da cuk oturmuş.
Nasıl değerlendireceğiniz size kalmış.
Ben sadece şöyle dedim:
"Gazetecilerden korkulur!"
Ama ekledim:
"Benden de korkulur!"
Çünkü kanepeyi balkona çıkaralım diye ısrar eden, yükselmesi için ayaklarının altına kitaplar dizen, Pamuk’a olabildiğince rahat oturması gerektiğini, hatta mümkünse yatmasını söyleyen, "Ciddi edebiyatçı pozu vermeyin. Gülün. Daha da çok gülün..." diyen, hep bendim.
O fotoğraflar, Pamuk’un İstanbul kitabı vesilesiyle yaptığımız röportajın fotoğraflarıydı.
Dün o habere bakarken, işte tam da bunları düşündüm:
İnsan fotoğraf çektirirken, o fotoğrafların günün birinde hangi vesileyle, nasıl karşısına çıkabileceğini, aleyhine kullanılıp kullanılmayacağını bilemiyor, kestiremiyor.
Ama günümüzde, gerçekten her şey dolaşıma girmiş vaziyette.
Sürekli tetikte olmak gerekiyor...
HAMİŞ: Bu yazıyı okuduktan sonra, kendinize şu soruyu sorsanız iyi edersiniz tabii: "Acaba arşivlerde, benim hangi fotoğraflarım var?"
Kutluyorum
JOOST Lagendijk’in çok uzun bir titr’ı var. Unvanı yani. Buraya yazmaya bile üşeniyorum: Avrupa Parlamentosu üyesi ve AB-Türkiye Parlamentolararası Karma Komisyonu Eşbaşkanı.
Biliyorsunuz, NTV muhabiri Nevin Sungur’la evlendi. Nevin’le Tempo’da birlikte çalıştık. Özel bir kadındır. İkisini de kutluyorum, mutluluklar diliyorum.
Lagendijk de tören sonrası beni çok etkileyen bir şey söylemiş: "Hayatta, bugün Nevin’e evet demekten daha büyük bir mutluluk yaşamadım!"
Böyle bir cümleyi sarf edebildiği için, damadı ayrıca kutluyorum.
Herkesin evliliği bu kadar küçümsediği bir dünyada....
Bir adam, bir kadını bundan daha iyi nasıl onore edebilir?
Sezen taş gibi
BEN bu yaz Sezen’siz kalanlardanım. İstanbul-Dubai derken, olmadı. Hiçbir konserine gidemedim, onu sahnede izleyemedim. Ve bayramda tesadüfen -hangi kanaldı hatırlamıyorum- yaz konserlerinin sonuncusuna rastgeldim.
Aman Allah’ım! Belki çok kişi yazmıştır, belki hiçbir haber değeri yoktur, belki "Uyan da balığa gidelim!" diyeceksiniz... Ama... Yazacağım işte: Sezen, inanılmaz olmuş. Taş, taş!
Bir kere çok zayıflamış, yüzündeki bütün o şişlikler gitmiş. Ve saçları... Yine minik serçe olmuş. Belli ki iyileşmiş, artık tamamen kendine gelmiş. Onu böyle taş Sezen halinde görünce inanılmaz sevindim. Haberi olmayanlarla paylaşayım istedim...