Aliye Simavi, New York yolunda, kulağıma fısıldadı: "Bodies diye bir sergi var. Seaport Exhibition Centre’da. Aklın uçacak, mutlaka git..."
Gittim.
Uçtu.
Laf olsun diye böyle söylemiyorum.
Hakikaten, aklım uçtu.
*
Bu yaşıma geldim, ben böyle bir şey görmedim. İnsan bedenleri sergileniyordu. Gerçek insan bedenleri. Derileri özel bilimsel bir metotla yüzülmüş insanlar, size bakıyorlar.
Çeşitli pozisyonlarda.
Eli belinde ayakta duruyor, sandalyede oturuyor, eli çenesinin altında düşünüyor, basket topu ile şut atıyor...
*
Ve daha da acayip bir şey...
Bu bedenlerin bir kısmının içi görünüyor.
Şeffaf telefonlar gibi, bütün organlar rengarenk meydanda.
Biyoloji derslerinde plastik maketine dokunduğumuz tüm o organların hakikileri sadece birkaç santim ötenizde.
Beyin, kalp, akciğer, karaciğer, mide, bağırsaklar, pankreas aklınıza ne gelirse... Bütün organlar... Damarlar... İnsan bedeninin bütün sistemleri önünüzde, dokunabileceğiniz kadar yakın... Ama tabii dokunamıyorsunuz, yasak...
Sindirim sistemi nasıl çalışıyor?
Sigara içen bir ciğer ne hale geliyor?
Görüyorsunuz...
İddia ediyorum, hiçbir anatomi kitabı, hiçbir biyoloji dersi, insan vücudunu bu kadar iyi anlatamaz.
*
Amaç da buymuş zaten:
Eğitim.
İnsan vücudunun fonksiyonlarını sadece tıp öğrencilerine değil, herkese göstermek...
Zaten sergide bir sürü talebe vardı, hocaları geçmiş karşılarına anlatıyor, onlar da yere oturmuş, dinliyor.
Ben en çok hamile kadın bedeninde koptum.
Hamile bir kadın ayakta duruyor, önden kesmişler, içinde bebeği de var...
Dehşete düşüyorsunuz.
Ürküyorsunuz.
Korkuyorsunuz.
Acıyorsunuz.
Vahşet mi, sanat mı çıkaramıyorsunuz.
Ama en çok hayret ve şaşkınlık hissediyorsunuz. Bazı yerlerin girişinde "Kendinizi iyi hissetmeyecekseniz, bu bölüme girmeyin" yazıyor... Çünkü o bölümde mesela sakat ya da yapışık doğan bebekler sergileniyor.
*
Bu sergiden aklınızda kalan şeylerden biri... İnsan bedeni mükemmel bir organizma...
Ama ona iyi bakmak gerekiyor.
Bu gerçek, Allah’ın New York’unda kafanıza bir kere daha dank ediyor.
Bakılmadığı takdirde organların ne hale geldiğini görüyorsunuz.
Sirozun karaciğeri ne hale getirdiği karşınızda bir tablo gibi duruyor.
Kalp gibi, mide gibi bazı organları içi renkli sıvıyla dolu camların içine koyup, resim gibi sergilemişler.
Kıpkırmızı su dolu bir havuzda, aheste aheste süzülen bir kalp...
Gerçek bir kalp...
Büyüleniyorsunuz...
Ben büyülendim yani.
Ve bu gördüğüm şeyin bilim mi, sanat mı olduğuna bir türlü karar veremedim.
*
Ama yine de itiraf etmem gerekir ki...
Bir an geliyor şöyle diyorsunuz:
"Tamam kabul, her şey dudak uçuklatıcı... Öğretici... De... Kim bu insanlar? Kimlerin vücudu bunlar... Neden toprağın altında değil de, burada bir sergideler? Ve neden bunların hepsi sarı ırktan..."
Merakımı yenemeyip ve çenemi tutamayıp oradaki görevliye soruyorum.
O da hep bu anı beklermiş gibi anlatıyor:
Bedenleri sergilenenler, evsiz Çinlilermiş...
Öldükten sonra, kimse onları arayıp sormuyor..
Akraba yok, eş dost yok...
Haliyle morgdaki cesetlerine sahip çıkan da yok...
Amerikan üniversitelerinden biri de, vücutlarının bilim uğruna kullanılmasına karar veriyor...
"İşte bu kadar basit! " diyor görevli.
Görevlinin hiçbir suçu yok ama nedense birden ona sinirleniyorum:
"Zavallı Çinlilerden ne istediniz?!" diyorum. "Hem nasıl olur da, hiç beyaz Amerikalı homeless’in vücudu olmaz bu sergide? Bilim adına bile olsa, bir insanın bir başkasına bunu yapmaya hak var mı?" diyorum.
Söylene söylene sergiyi terk ediyorum.
Uzuuuuuuun bir süre de bir şey yiyemiyorum.
HAMİŞ: Söz konusu sergi, New York dışında, Washington, Amsterdam, Miami, Las Vegas ve Seattle’da var. Sergiyi anlatan kitaplarda, bedenlerin nereden temin edildiği yazmıyor.
HAMİŞ 2: Evet, son James Bond filmindeki bir sahne Bodies sergisinde çekildi...
NASIL OLUYOR DA ÇÜRÜMÜYORLAR
Sergideki insan bedenleri, önce istenen konuya uygun olarak kesiliyor. Sonra, bütün vücut sıvılarından arındırılabilmeleri için asetona batırılıyor. Sırada, silikon ve polimer banyosu var. Bu işlemden sonra da, vakum odasına konuyor. Vakum altında, aseton vücudu terk ederken, polimer bütün hücre ve dokulara nüfuz ediyor. Son olarak, sertleşmenin sağlanması için özel kimyasal bir işlemden geçiriliyorlar... Anladımsa Arap olayım tabii, ama sergiyi anlatan kitapta aynen böyle yazıyor!
Uyarı: Bu Alya benim kızım Alya değil, ona göre okuyun
Bay Kaplumbağa ve Alya Geçen hafta sonuydu.
Antalya’da şehirlerarası yolda, karşımıza kabukları parça parça olmuş bir kaplumbağa çıktı.
Önce hızla yanından geçtik, sonra geri geri geldik.
Arabanın içinden şöyle bir baktık, kesin ölmüş...
Sonra yine ilerledik.
Alya, "Anne, yazık ona, lütfen alalım!" dedi.
İndim, alıp yolun kenarına getirdim ki, hareket ediyor...
"Yaşaması mümkün değil ama bari acı çekmesin. Bir veterinere götürelim de, iğneyle uyutulsun" diye düşündük.
Işıklarda bir kliniğine bıraktık ve ellerinden geleni yapmalarını rica ettik.
Veteriner hekim, bir saat sonra telefon açtı, "Gül Hanım, ağrı kesici yaptık, durumuna baktık. Ama kurtulması mümkün değil, uyutmayı planlıyoruz." dedi.
Çok üzüldük, ama hali gerçekten çok kötüydü, kabukları kırılmış, her yerinden parçalanmış etler çıkıyor, hayatta kalması belli ki mümkün değildi. En azından daha fazla acı çekmeyecekti...
Amaaaa öyle olmadı!
3 saat sonra hekimimiz, yine telefon açtı: "İçimiz uyutmaya el vermedi, bir şansımızı deneyelim dedik. Ameliyata aldık, toparladık. Sanırım iyileşecek, çok güçlü..."
Dün ziyaretine gittik.
Süperdi!
Resmen, onu bir puzzle gibi birleştirmişler.
Sanki o kaplumbağa, bizim yolda gördüğümüz parçalanmış kaplumbağa değil.
Veteriner Hekim Özgür Erkan ve asistanına çok ama çok teşekkür ediyorum.
Herkesin göz ardı ettiği yaşam hakkına saygı duydukları için. Ve tabii kızıma. Merhametli olduğu için. "Anne yazık ona, lütfen alalım!" dediği için...
Keşke hepimizin içinde bir Alya olsa!
(GÜL)
MÜTHİŞSİNİZ
Sizi de, kızınız Alya’yı da, Veteriner Bey’i de, asistanını da, Bay Tosbağa’yı da kutluyorum.
Ama en çok Alya’yı!
Demek ki, bütün Alya’lar merhametli...
Benim Alyam da, başka çocukların kumla üzerini örtemeye çalıştığı deniz analarına acıyor, onları bir güzel kucaklıyor, koşarak denize atıyor...
Biz de Nejla ile arkasından bağırıyoruz:
"Yaşasıııın. Alya, bugün 3 hayat daha kurtardı!"
Sizi öpüyorum, Alya ve Bay Kaplumbağa ile ilgili haberlerinizi dört gözle bekliyorum.