Benim Adım Buçuk

Ayşe ARMAN
Haberin Devamı

Ben bir köpeğim.

Mutlu bir köpek.

Bembeyazım, üstelik pek akıllıyım, hem laftan da anlarım, ‘Yere yat Buçuk!‘ mu dendi, anında kendimi toprağa atarım, ‘yuvarlan‘ denilince de yuvarlanırım, ama şekerimi de kaparım.

Tamam, biraz yere yakınım, babama çekmemişim çünkü, ben bir Fino ve Kurt karışımıyım.

Geldim mi gözünüzün önüne?

Bir süre gitmeyeyim olur mu!

* * *

Nasıl bir cennette yaşadığımı anlatmak istiyorum, çünkü bazen kentin çarpık dişlere benzeyen o gri beton binalarında oturan sizler için üzülüyorum.

600 dönümlük bir ova...

Saklıköy diyorlar buraya.

* * *

Polenezköy‘ü 7 kilometre geçince İshaklı Köyü vardır, işte biz sırtımızı o köye verdik, karşımıza şu tepeleri aldık, yüzümüzü de doğaya döndük; güzel değil mi, işte biz buraya yerleşik.

Burası bir kulüp aslında.

19 odamız var, yani kulübümüzün otel kısmı da var.

Ucuzdur, güzeldir, sevimlidir ama lütfen bizim odalarımızı pansiyon olarak nitelendirmeyin. Polenezköy yerlisi ‘pansiyon' denilince aklına başka bir şey getiriyor, beni sinirlendiriyor!

Oysa biz köpekler, arkadaşımız atlar, tamam kediler de var ve dost canlısı tüm üye insanlar burada huzurlu ve keyifliyiz: Açık ve kapalı manejde ata bineriz, şu yeşilliğin ortasındaki havuzda yüzeriz, çimlerde güneşleniriz, hamakta dinleniriz; acıkınca tahta masalarda, saman balyalarının üzerinde çok çok lezzetli pirzolalar, kabuklarıyla kızartılmış patatesler ve daha bir dolu güzel şey yeriz. Ben biraz oburum biliyor musunuz, yemek faslını kısa geçelim.

* * *

Benim bir de sahibim var.

Adı Hakan Kök.

Burası, onun eseri.

Evet bir eser!

Görüp de itiraz edenin, alnını filan karışlamam ama ciddiye de almam.

Onlar bizden uzak dursun isterim. Hissetmeyenin ne işi var burada? Başka yere gitsinler, beş yıldızlı otellerin havuzlarında güneşlensinler. Zaten sahibim de öyle insanları üye olarak kabul etmiyor. Hem onlar gelip beni ve diğer köpek arkadaşları okşamıyor, çıplak ayakla çimlerde dolaşmanın keyfine varamıyor. Toprak sevmiyorlar, ağaçlardan anlamıyorlar, ağaçların konuştuğunu bilmiyorlar, bizden kesinlikle uzun boylu olan (ama kıskanmıyoruz) at denen o duygulu yaratıklara bakıyorlar, ama gözlerindeki ifadeyi bir türlü göremiyorlar. Onlar ata hava atmak için biniyorlar! Ama burada öyle insanlar yok. Hemen hemen herkes birbirini tanıyor. 1200 dolar veriyorlar, bir yıllığına üye oluyorlar. Kentte işlerini güçlerini yaptıktan sonra, her fırsat da buraya koşuyorlar. Çoluk, çocuk maaile. Bakın şu atları sulayan çocuğu görüyor musunuz, ne şeker değil mi? İşte o benim sahibimin dörtbuçuk yaşındaki kızı Berma. Başka çocuklar da dikkatinizi çekti değil mi? Çünkü burada 8-12 yaş çocukları için yaz kampları da var. Yaz kampları için, üyelik şart değil. 250 dolar veriyorsunuz, çocuğunuzu bir haftalığına buraya kampa yolluyorsunuz. Bilseniz ne eğleniyorlar. Yapı malzemesi taş, ahşap ve kerpiç olan şu binalarda yatakhaneleri var, seminer salonları var, oyun odaları var, hatta film seyredebilecekleri DVD salonları bile var. Başlarında abi ve ablaları oluyor, binicilik, beyzbol ve tenis öğreniyorlar. Ama unutmadan: Burası dünyadan kopuk bir yer, hırs yok, rekabet yok, turnuva yok, itiş, kakış yok. Ne küçükler, ne büyükler için. Ama huzur var, hayal var, rüya var, kamp ateşi var, sonra müthiş yıldızlar var, dilerseniz uçurtma uçurmak var, her türlü sporu yapma imkanı var, dilemezseniz bol bol kitap okumak güzel sohbetlere dalmak var. Ya da benim çoğunlukla yaptığım gibi toprağı koklayarak huşu içinde uyumak...

* * *

Ben bir köpeğim diye beni ciddiye almamazlık etmeyin.

Kente hem yakın (35 dakika) hem de bir asır kadar uzak bir yerde kurduğumuz bu dünya, masal gibi.

Kent masalları yok aslında...

Sizi bilmem ama bir kabus artık benim için Nişantaşı‘nda yaşamak!

Ama üyelerimizin tabii ki kentteki evlerini terk edip buraya yerleşecek halleri yok. Onlar İstanbul‘daki evlerini kapatmıyorlar, sadece fırsat yaratıp buraya kaçıyorlar. Artık sadece haftasonları değil, hafta içi günlerde bile. Kimi geceleri burada kalıyor, kimi gerisin geriye evine dönüyor. Ama ortak noktaları şu: Çoğu; ceket, kravat ve uzantılarından ve bu giyim tarzının dayattığı şehir hayatından çok ama çok sıkılıyor.

Nefes almak için Saklıköy'e geliyor.

Sahibim Hakan Kök'ün karısı Sibel'i anlattım mı ben size?

Çok güzeldir, söylememe izin verin, sonra pek zevklidir. Odaların dekorasyonu ona aittir. Çiçekli, ekoseli perdeleri, yatakları, duvarlardaki resimleri, tüm ahşap mobilyaları hep o seçmiştir. Gidip bir yerlerden almamıştır, ne münasebet, ya kendisi yapmış ya da o çok sevdiği marangoza yaptırmıştır. Bir de çok güzel pastalar yapar. Ama bu konu beni aşar. Yemeklerden bahsetmeyelim, benim adım Buçuk, buçuk kalmalıyım, yiye yiye Yarım olmamalıyım...

* * *

Peki benim adım niye Buçuk?

Tamam, Avusturya Lisesi'ni ve Robert Koleji bitirdikten sonra aile mesleğini devam ettirmek için Almanya'da matbaacılık okuyan (çok uzun cümle oldu offfffff ben bile yoruldum) ve günün birinde herşeyi küt diye bırakan, kendisine bambaşka bir hayat kuran, sahibim koymuş.

İyi ki koymuş.

Ama niye koymuş?

Bu sorunun yanıtı aslında sahibim Hakan Kök'ün neden Saklıköy gibi bir dünya yarattığının cevabı. Ben bir köpeğim, bilmem ama hissederim! Çünkü sahibim müthiş bir çocukluk geçirmiş. Ailesi ne otelciymiş, ne restorancı (diyorum ya aslında matbaacı) ama onlar yazları hep Çınarcık'a giderlermiş. Çınarcık da Çınarcık‘mış o zamanlar! Önce çadır kurmakla başlamışlar işe, derken ufacık bir arsa alıp kulübe yapmışlar. İki yatak daha, iki yatak daha derken, aaa bir de bakmışlar, adı ‘Üç Reis‘ olan bir pansiyonun sahibiler. Dede restorandan, nine odaların düzeninden, baba resepsiyondan, anne ise cafe‘den sorumlu.

Benim sahibim Hakan Kök, yedi, sekiz yaşlarında bir çocuk o zaman...

O ve ablası ne mi yapıyor?

Garsonluk.

O zamanlarda bir de iyi kalpli bir vali varmış, Niyazi Akı, bir gün demiş ki, ‘‘Herşey hoş da, buranın adı niye Üç Reis?’’. Bizim sahibin dedesi de gururla cevap vermiş ‘‘Çünkü bu ailede üç reis var, ben, oğlum ve torunum.’’ ‘‘Yok canım’’ demiş vali gülerek ve benim sahibimi göstermiş ‘Bu Buçuk ya, tam reis değil!‘.

Anlayacağınız sahibim büyüyene kadar ona Buçuk diyorlarmış.

Şimdi bana diyorlar...

Evet, köpeğim ama pek bir gevezeyim.

Artık kısa kesmeliyim.

Bir gün Saklıköy'e gelirseniz...

Seve seve anlatmaya devam ederim.

(Saklıköy: 0216. 434 55 22)

Yazarın Tüm Yazıları