Başarı da başarısızlık da ortaklık bozar

HERKESİN başına gelebilir tabii.

Ama ‘‘9 yılın bıkkınlığı var’’ lafı insanı biraz gülümsetiyor.

Ve düşündürüyor:

25 yılın bıkkınlığı olanlar ne yapacak?

Ya da yeni birleşmiş fakat hayata uzun bakmaya çalışan çiftler, arkadaşlar, sevgililer...

Peki ya 40 yıldır evli olanlar?

Onlar ölsün mü!

Daum'un karısı bile önce korkuttu sonra ‘‘Yok kızgınım ama ayrılmadım!’’ diyerek yüreğimizi ferahlattı.

Kamuoyunun bu kadar önündeki insanlar, bizden biri oluyor sonunda, belki de o yüzden bu kadar ilgiliyiz özel hayatlarıyla. Ve onların hayatındaki yeni bir gelişme (bizden ya onlar!), dibine kadar yorum yapabilme hakkı veriyor bize. Tanıyoruz, biliyoruz ya. Meğer, ben Pınar Altuğ ve Umut Elçioğlu'nu tanırmışım! Aynen böyle hissediyorum. Teyzemin güzel göğüslü kızı ve askerdeki hassas eşi onlar sanki. Tabii ki gerçek bu değil. Ben nereden bileyim nasıl bir hayatları, ilişkileri olduğunu.

Ama yok, yorum yapabilme hakkını buluyorum kendimde.

Boşanma haberini görünce ‘‘Hah işte, fazla başarı buna sebep oluyor!’’ diyorum. Biliyorsunuz, fazla başarı, fazla parayı da beraberinde getiriyor. Ve önyargıyla şunu söylüyorum: ‘‘Başarısızlık da kötü, fazla başarı da. Hele şöhret en beteri! Çünkü bir şeyleri mutlaka değiştiriyor. Taşlar yerinden oynuyor.’’ Oysa, bizler statükomuza yapışmak istiyoruz. Başkalarının da yapışmasını istiyoruz. Satüko, bizim emniyet supabımız. Eşinden daha fazla öne çıkan bir erkeğin ya da kadının ‘‘Bu iş yürümüyor’’ diye ayrılmaya kalkması, (ki en doğal hakkı, kimseye de açıklama yapmasına gerek yok) beni korktuyor. Çünkü ‘‘Ya bizim de başımıza gelirse? Sevgilim de benden ayrılmak isterse, ne halt ederim ben?’’ düşüncesi üşüyor beynime. Bak, güzel güzel yaşayıp gidiyorduk, nereden çıktı bu boşanma haberi!

Şimdi tabii her kafadan bir ses çıkacak, ‘‘Güzel kızım, kocan askerde, askerliği bitsin, ne yaparsanız ondan sonra yapın’’ ya da ‘‘Pınarcığım, siz iyi bir aile modelisiniz, oyunculuğunu bile sen bunun üzerine kurdun. Aman evladım!’’ denecek.

Yani ayıkla pirincin taşını...

İkisi de sonunda kendileri için en doğrusu neyse onu yapacaklardır. Fakat zor bir süreç. Allah kolaylık versin. Ama ne yaparlarsa yapsınlar sadece kendileri için yapmayacaklar, bütün herkes kendine bağlamak üzere bu meseleye bulaşacak, haberleri olsun...

Yılda bir smear hayat kurtarır


EN son ne zaman ‘‘smear testi’’ yaptırdın? Size değil, kendime soruyorum! Sahi ne zamandı? Bir yıl oldu galiba. Bu hafta tekrar yaptırmanın zamanıdır. Kadın vücudunda gelişmesi önlenebilen tek kanser, rahim ağzı kanseri. Sıklığı da smear kontrolüyle düşürülüyor. Gelişmiş ülkelerde rahim ağzı kanseri artık öcü değil. Bizde hálá öyle. Oysa, yılda bir kere smear testi yaptırmak hayat kurtarıyor. Tamam hava güzel, kim gidecek şimdi jinekoloğa ama... Öyle değil işte! Marş marş! Birkaç dakika sürüyor ve bunu yapmak gerekiyor. Size değil kendime söylüyorum! Bu hafta gitmezsem küsün bana olur mu? (Daha fazla bilgi için: www.rahimkanseri.com)

Gitmezseniz gitmeyin bana ne!


NİYE bana hoşuma giden bir restoranı, bir yeri yazdığımda kızıyorsunuz? Bazıları yani. Ne zannediyorsunuz, bütün bir yaz oradan çıkmadığımı mı? Bedavadan yiyip içtiğimi mi? Oysa bir yerleri yazmak benim için kötü oluyor, bir daha adımımı atmıyorum. Utanıyorum. Olumlu şeyler yazdım ya, ilgi yapacaklar diye düşünüyorum. Böyle de paranoyağım. Ama inadım da! Bugün bir yer daha yazacağım: Ta Nhcia. Tabak, çanak kırılmayan bir Yunan restoranı. Reina'nın tepesinde. Tamam, trafik felaket oluyor ama siz de hafta arası gidersiniz. Arabanızı bırakırsınız, taksiye binersiniz. Şimdi size niye oraya gitmeniz gerektiğiniz söyleyeceğim:

1. Ben gittim, sevdim. Sizin için bir şey ifade ediyor mu bilmiyorum ama esas olarak sebebi bu.

2. Kuruçeşme'nin göbeğinde. Ama bir Yunan adasına benziyor. Manzara şahane. Müzik de iyi. Ve her şey mavi-beyaz. Şengen vizesi almadan Santorini yani.

3. Çoluk çocuk doluşmuyor. Onlar aşağıda coşuyor.

4. Sahibi Mehmet Şehitoğlu, yemeklerine öldüğü Selanik'teki Ta Nhcia'cılara ‘‘Ben de aynısını İstanbul'da açmak istiyorum ne yapmam gerekiyor’’ diyor. Onlar da franchizing veriyor ama bizzat gelip mönüyü oluşturuyorlar. Bu mesele mühim. Çünkü gelip ne, nasıl hazırlanır, pişirilir öğretiyorlar. Taraması farklı mesela, bizim alıştığımız tarama değil. Mönüde de ağırlıklı olarak mezeler var zaten. Ben derim ki, taramayı, ahtapot bacağı ızgarasını, 4 ayrı peynirle doldurulup pişirilen kalamar dolmasını ve keçi peynirli böreği yemeyeceksiniz, oraya gitmeyin! Hálá yer kalmışsa midenizde, kalsın ama, Fener balığını ya da Dülger'i deneyin. İnsan önce, niye kafayı bu balıklara takmışlar diyor ama yiyince sebebini anlıyor. Şimdi kötü mü benim size radika, börülce, zeytinyağı ve Ege mutfağının kaçınılmaz sebzelerinden ve güzel balıklardan bahsetmem?

Bir de bir irmik helvası var ki, offff, yeme yanında yat.

Ta Nhcia'nın telefonunu da yazacağım, bana gıcık olanlara inat olsun diye değil, hani gerçekten hoşuma gittiği için yazdığımı bilenlerin ihtiyacı olur diye. Yani gitmezseniz gitmeyin, bana ne!

(Ta Nhcia: 0212 258 05 69)
Yazarın Tüm Yazıları