Geçen haftaki kaderim (kim çizdiyse?), İstanbul-Londra-Frankfurt-Berlin-Adana hattı üzerinde çizilmişti. Kuş uçuşu kolay gözükebilir ama Ayşe uçuşu öyle olmuyor. Demek istiyorum ki, uçakla bu mesafeleri katetmek adamı (benim durumumda kadını), an geliyor canından bezdirebiliyor.
Bir haftada 8 değişik uçak ve şişmiş bacaklar biraz fazla geldi yani. Başbakanımız gibi ben de sindiremedim. Bunca hareketin nedenlerinden biri aşk (okudunuz), diğeri iş (yarın okuyacaksınız, okumayanı vururum!) öbürü de ailevi (zaten okuyorsunuz, söyleyecek bir şeyim yok)...
*
17. Geleneksel Veronika Arman Bale Resitali. Şimdi böyle söyleyince, zannediyorlar ki, annem bu yaşında (59), sahneye fırlayıp ‘‘pas de deux’’ yapıyor. Öyle değil. Nasıl?
Bale yapan, onun 140 öğrencisi. O, çocuklarını sahne arkasındaki sema perdesinin aralığından seyrediyor, kalbi küt küt atarak...
Ve bizim aile için dünyanın neresinde olursak olalım, o an için hayat duruyor. Daha doğrusu annem, hayatın merkezi olarak yerini belirliyor, mümkünse hepimizin Adana'ya gelip bir yıl boyunca hazırlandıkları gösteriyi izlememizi istiyor.
Ne istemesi ya, yalan, resmen ve alenen tehdit ediyor:‘‘Gelmeyeni keserim!’’
Saksı çiçekleri gibi hepimiz diziliyoruz, onun önünde.
Kocalarımız, sevgililerimiz ya da birlikte olduklarımızla...
Çocuklar eklendikçe daha şenlikli oluyor, çünkü onlar da bize sahneden nanik yapıyorlar, nispet verir gibi:
‘‘N'aber, siz bu sahneye hiç çıkamadınız!’’
*
Bu yıl nedense öğrencilerde fazladan bir heyecan vardı.
Dikkatimi çekti.
Çocuklar hiç bir şeyi içlerinde tutamazlar ya, benim gibi, hemen döküldüler: ‘‘Ayşe Abla, bu yıl nihayet protokol geliyor, protokol!’’
‘‘O ne?’’ dedim.
Vali Amca'yla Belediye Başkanı Amca... Hayret. Bunca yıl gelmediler de, bu yıl hangi dağda hangi kurt ölmüş de...
Tabii ki ben haklı çıktım, gelmediler. Çocuklar o benzersiz heyecanlarıyla başbaşa kaldılar. Bunca yıl protokolsüz sürdü gitti de, bu yıl olmayınca sihri mi bozulacak, büyüsü mü kaçacak? Yanlış anlamayın annemin değil, çocukların morali bozuluyor. Her çocuk gibi onlar da önemsenmek istiyorlar. ‘‘Bu 23 Nisan müsameresi gibi bir şey değil ki, bütün bir yıl uğraşıyoruz niye bu büyük adamlar gelmeyi reddediyor’’ diyorlar.
*
Son zamanlarda az buçuk tanınan biri oldum ya, Adanalılardan, bir izzet bir ikram. Resital girişinde, bana baklava, aşure, Kemal Paşa filan hediye eden okurlarım oluyor, seviniyorum tabii, sadece resital esnasında o tatlılarla ne yapacağımı bilemiyorum.
Gösteriyi izlerken kucağımda tatlılar dökülmesin diye kuluçkaya yatmış tavuk hareketiyle onları korumaya çalışmak bir hayli zor oluyor.
Ama bu yıl da başardık işte... Yazının burasında birdenbire celalleniyorum ve kafa atmaya hazırlanıyorum.
‘‘Bize ne senin annenden’’ diyenlere cevap veriyorum:
Hayır efendim öyle değil!
Annem-mannem, kadının biri, Allah'ın Adana'sında bu ülkenin kültür sanat hayatı adına bir şeyler yapıyor. Ama zavallı kadının, kendine mekan seçtiği yer Adana olduğu için midir nedir, bir Allah'ın kulu duymuyor.
Sanatçı denilen insanlara teşvik gerekiyor. Para verin demiyoruz ki... Gidin neler yapmışlar izleyin bari. Böyle yani. Farkındaysanız, içimdeki sarı yılan kafasını uzattı yine...
Tıslayıp, duruyor.
*
Adana seferimin bir başka gönüllü faaliyeti ise, Tarsus Amerikan Lisesi'nin mezunlar günüydü. Mezunların 20 yıllığa kadar olanları Cumartesi, 50 yıllıklar ise Pazar günü buluşuyordu. Bu tuhaf bir şey. İnsan, bir zamanlar gitmek zorunda olduğun okuluna, uzunca bir aradan sonra gönüllü olarak geri dönünce... Kendini bir başka hissediyor. Ne oluyor biliyor musunuz? Arada geçen zamanının hesabını veriyorsun kendine: ‘‘Ne yaptım ben?’’ ‘‘Elde var kaç?’’ ‘‘Yıllar önce bu noktadaydım, şimdi neredeyim?’’ böyle abuk subuk şeyler, soruyorsun işte kendine. Bir de arkadaşlarımı görünce acayip heyecanlandım. Kendime bile çaktırmadan küçük kıyaslamalar yaptım. Hayat kıyaslamaları. O ne durumda, bu nasıl gibi. Ve bu arada elinde olmadan gözünün önünde duran değişiklik tespitleri: Dökülen saçlar, eklenen kilolar...
Takılıyorsun bir süre bunlara, ama sonra ne oluyorsa tekrar eski günlerin cazibesine kapılıyorsun. Eski ya, kiymetli anasını satayım! Gülüşmeler, espriler, anektodlar...
Ama hayal içeren hiçbir şey zamanı geldiğinde gerçeğe dönülmesini engellemiyor. Sindirella gibi. An geliyor saat 12'yi geçiyor, arabalar bal kabağına dönüşüyor. Arkana bakmadan koştura koştura şu ana, şu andaki hayatına geri dönüyorsun.