Paylaş
Pazartesi yanlışlığı
Sizin durumunuzdan farklı değil ki benim durumum.
Ne zaman geleceği belli olmayan ama geleceği kesin olan depremin peşinde koşmaktan kafa mı kaldı insanda?
Bir de aşk var serde.
Bir de Güney Amerika yolculuğu.
Ölümlerden ölüm beğenmekle meşgulum.
a) Aşktan mı?
b) Depremden mi?
c) Dijital kıyametten mi?
Haliyle fena halde kazık yemiş ve istemeden de kazık atmış durumdayım.
Şekerim, ben nereden bilebilirdim.
Okurun (isimsiz ve kaynaksız) gönderdiği yazı meğer Pakize Suda'nın bir süre önce yayınladığı yazıymış. Bunu aslında herkese yapıyorlar, bana da, Pakize Suda'ya da, Hıncal Uluç'a da. Yazıyı alıp İnternet'te oradan oraya dolaştırıyorlar ve anonimleştiriyorlar.
Aradaki tek fark, onlar yemiyor, ben yiyorum!
O okura hatırlatmak isterim ki, bir yazı dolaştırılırken kaynak belirtmek gerekir. Belirtmezseniz o yazı size aitmiş gibi olur. Ben de okur yazısı gibi yayınlarım. Bir de tabii belirtmek isterim ki, okurlar da yazarlar kadar güzel yazı yazıyor, yani ben n'apim?
Yapacağımı biliyorum:
a) Pakizecim. Özür dilerim. Kızmadın di mi? Sen de o kadar güzel yazmasaydın. Vallahi bütün yazılarını okuyorum, sadece bir tanesini kaçırmışım. ‘‘Ne zaman adam oluruz? Aynı gazetede yazı yazanlar, birbirlerinin yazılarını okudukları zaman!'' diye faks çekip utandırdılar beni. Niye yalan söyleyeyim? Herkesi okumuyorum ama seni okuyorum.
Tabii Yasemin'in de (Boran) suçu yok değil.
Hem suçlu hem güçlü olacağım ya.
Onun bizi uyarmasıyla, son iki üç gündür deprem beklemekten başka bir iş yapamıyoruz. Bir daha dikkatli olacağım.
Söz.
Tabii ki yalaaaaan.
Ben anca giderim.
Sağdan.
Duvardaşlarıma duyurulur
Yıkılmayacak duvar yoktur.
Duvarlar yıkılmak içindir.
Ve Berlin duvarından sonra, duvarlar hayati önemini kaybetmiştir.
Zannediyorsunuz değil mi?
Ih ıh.
* * *
Kesinlikle yanılıyorsunuz.
Duvarlar hala insanların canına okuyor. Bu son evimde, daha önce yaşadığım yerlerde başıma hiç gelmemiş bir şey geliyor, bu ‘‘ince duvar'' meselesi beni deli ediyor.
Artık küçük sesiyle yaşayan bir Ayşe'yim.
Ve itiraz ediyorum.
İsyan ediyorum.
Lütfen ya.
Ben de dilediğim gibi bağırmak, inlemek, kavga etmek, anıra anıra ağlamak, banyomda şarkı söylemek, müziğin sesini istediğim kadar açmak, yatağımın gıcırtısına aldırmadan üzerine çıkıp zıplamak, Allah Allah ya, ev benim değil mi, ne istiyorsam onu yapmak istiyorum.
* * *
Yani o kadar ince ki duvarlar, ‘‘duvardaş''larımın hayatlarının bütün ince ayrıntılarını biliyorum, bilmek zorunda kalıyorum.
Onlar da, doğal olarak benimkini.
Oysa bunu istemiyorum.
Yatak odalarımızın bitişik olması yetmiyormuş gibi, banyolarımız da bitişik.
Onlar benden daha erken kalkıyor.
Tuvalete nedense hep önce erkek giriyor.
Ailecek gazete okuma adetleri var, yani tuvalette, kulak kabartmama gerek yok, valla hışırtısından hangi gazeteyi okuduklarını bile söyleyebilecek haldeyim. Ekler anne ve çocukların elinde, ana gazete babanın tekelinde. Herşey bittikten sonra, çekilen o sifon sesi yok mu, biir, ikii, üçç, dörtt, beşş (saydım tam on saniye sürüyor!) beni çılgına çeviriyor. Resmen bir senfoni. Küçük çocuk dişlerini fırçalamaktan hoşlanmıyor, bu yüzden işittiği azarın haddi hesabı yok. Bende de bir acıma duygusu, yazık yavruya diye. Çocuklar genelde akşamları anneleri tarafından yıkanıyor. Banyo bataryalarının sağ musluğunun gevşemiş durumda olduğunu bile farkedebiliyorum. Farketmiyorum, biliyorum. O ses yok mu! Sonra, annenin sıcak su saplantısı var. Duvarlar bir ısınıyor, değdin mi elin yanıyor. Zavallı yavrular. Kadın, resmen o çocukları haşlıyor. İyice temizleyecek ya. Çocuklar ağlıyor, kadın tepeden suları boca ediyor.
Bilirim, halam da beni böyle yıkardı eskiden.
‘‘Eşhedü en lá iláhe illalláh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh'' diyerek de tastaki son suyu dökerdi, pavuryaya dönmüş bedenimin üzerine.
* * *
Ama artık büyüdüm.
Beni kimse yıkamıyor, kendim yıkanıyorum.
Ya da sevgilim beni yıkayacaksa bunu kimse bilsin istemiyorum.
Kısacası ‘‘duvardaşlarım''ın ne yaptığımı bilmelerinden haz etmiyorum.
Nasıl olsa ben zaten yazıyorum.
Mesela yarın benim nasıl yıkandığımı okuyabilirsiniz.
Şakaydı.
Ama siz beni anlıyorsunuz değil mi?
Paylaş