Ayşe Dağıstanlı diye biri

Üç yüz-dört yüz nüfuslu bir köy...

Haberin Devamı

Adı Sarayköy.
Ayşe Dağıstanlı, çiftçi bir ailenin dördüncü çocuğu olarak işte bu köyde doğuyor.
O köyde kızlar, ne yazık ki ilkokuldan sonra okutulmuyor, onun kaderi de farklı değil.
16 yaşında İzmir’e geliyor. Çünkü ablası İzmir’e gelin gitmiş ve bebeği olmuş, bakacak kimse yok, köyden Ayşe’yi çağırıyorlar./images/100/0x0/55eaf5c1f018fbb8f8a1d0e7
‘Kaderi’yle bir lokantada karşılaşıyor.
Kaderinin adı Taner.
Maaile yemeğe gitmişler, hizmet eden garson Taner.
Lavaboya giderken, Ayşe’nin eline peçeteye yazılmış bir telefon numarası sıkıştırıyor.
Ayşe’nin kalbi küt küt atıyor ve o numarayı birkaç gün sonra arıyor. İşte böylelikle aralarında bir aşk başlıyor.
Ayşe 18 yaşına geldiğinde, kaçarak evleniyorlar.
Kaynana daha ilk günden kızı sevmiyor, onun aklındaki gelin adayı başka çünkü.
Ama yapacak bir şey yok, Taner ile Ayşe alt kattaki iki odalık evde onlarla birlikte yaşamaya başlıyorlar.
7 aylık hamileyken, “Bizim çamaşır makinesini kullanırsın, kullanamazsın tartışması” yüzünden kızı artık nasıl dövüyorlarsa...
Hastanelik oluyor.
Apar topar doğuma alıyorlar, 7 aylık bebeği bir kilo bile değilken dünyaya geliyor.
‘Parmak bebek’
olarak.
Allah yardım ediyor, o parmak bebek Ceren, hayatta kalmayı başarıyor. Ama süt parası, bez parası, doktor parası, hep sorun, hep sorun...
Taner’in ailesiyle Ayşe arasındaki sürtüşmeler asla bitmiyor.
Sonunda dayanamayıp İstanbul’a göç ediyorlar.
Son ütücü olarak bir konfeksiyon atölyesinde işe giriyorlar.
Tam “Sakin bir hayatımız var!” diyeceklerken kaynana yine çıkıp geliyor, yine kavga kıyamet, kaldıkları yerden devam ediyorlar...
Taner zayıf bir adam. Duruma el koyamıyor. Annesine itiraz edemiyor.
Ne var ki Ayşe de, ikinci çocuğuna hamile bu arada.
Meğer ilk hamileliğinde yediği dayaklar ve aldığı darbeler yüzünden rahmi zedelenmiş, tedavi olmadığı için, bu hamileliği de sorunlu oluyor.
Yine 7 aylık hamileyken sezaryene alıyorlar.
Ceren’den sonra bir oğlu oluyor. Ama akciğerleri gelişmemiş...
Bir yıl kuvözde tutuluyor...
Fakat o bebek, hayata tutunmayı başaramıyor, bir yaşına girdiği gün ölüyor.

                    *

Haberin Devamı

Ayşe yıkılıyor.
Böyle durumlarda erkekler genellikle ortadan yok olur, Ayşe de bu acıyı tek başına göğüslemek zorunda kalıyor.
Bebeği gömecek mezarlık yok. Soruyor, soruşturuyor, araştırıyor, buluyor. Bu defa para yok. Onu da buluyor, bu defa ona yardım edecek kimse yok.
Morga gidiyor, bebeği orada, ölü bir annenin bacakları arasında koymuşlar. Kucağına alıyor, çarşafa sarıyor.
Hava da o gün sıcak, bir süre sonra bebeğin morgda soğumuş bedeninden çarşafa kanlar çıkıyor, tedavi sırasında delik deşik ettikleri için...
Minik bebeği kucağında, mezarlığa geliyor, yol boyunca kendi kendine hep telkin ediyor, “Dayanacağım, dayanacağım, bunu da atlatacağım.”
Yıkamaya götürüyorlar.
Yıkayacak kişi, “Sen evladını en son ne zaman gördün?” diyor, “Hiç görmedim ki, bir yıl boyunca hastanede küvözde yaşattılar” diyor.
“Gel sen yıka” diyor.
Ayşe bebeğini yıkıyor, ilk ve son kez görüyor.
Bebeğinin güzel yüzünü beynine nakşediyor. Sonra gömüyorlar.
O zamana kadar dayanan Ayşe, üzerine toprak atıldığında, yere düşüp bayılıyor.
Kısmı felç.
6 ay hastanede yatmak zorunda kalıyor.
İşte o aralar Taner, yine arzı endam ediyor, hep aynı laflar, “Biz bir aileyiz, birbirimize ihtiyacımız var, ayrılmayalım...”
Ayşe
aşık, yine birleşiyorlar.
İstanbul’la baş edemedikleri için İzmir’e dönüyorlar.
Fakat Ayşe’nin psikolojisi iyi değil, kafayı kaybettiği oğluna takmış durumda, beynine nakşettiği yüzü hep gözünün önünde.
Bilerek, isteyerek bir daha hamile kalıyor.
Ölen bebeğinin yerine yeni bir oğul koyabilmek için.

                    *

Haberin Devamı

Ve o bebek de doğuyor, Muhammed Can.
İlk oğlan, sarışın yeşil gözlü.
Bu ise Ayşe’nin kopyası.
Hayat bir nebze de olsa normale dönüyor, Ayşe bir “Börek Evi” açıyor, deliler gibi çalışıyor.
Kendine bir yardımcı arıyor. Taner, 16 yaşında bir kızı, “iş arıyor” diye Ayşe’ye getiriyor.
Adı Pınar, anlaşıyorlar, çalışmaya başlıyor.
İşler devam ediyor, Ayşe, Pınar’a güveniyor, kızını ona emanet ediyor, Pınar onu okuldan alıp eve götürüyor.
Bir gün fark ediyor ki, işe dönmesi saatler alıyor.
İçine bir kurt düşüyor, onu takip ediyor, gerçekten de Ceren’i okuldan alıyor, eve getiriyor, Ceren evin önünde oynarken, o yukarı çıkıyor...
Ayşe de peşinden...
Yatak odasında onu kocası Taner’le basıyor.
İşte o zaman Taner’e sevgisi, aşkı bıçak gibi kesiliyor.
16 yaşında tanıdığı ve kaderi olan adamı seviyor ama bu olay son damla oluyor.
“Bitti” diyor, “Ölürüm de seni bir daha koynuma almam...”
Taner
boşanmak istemiyor. Her şeyi deniyor ama Ayşe’yi kararından vazgeçiremiyor. Mahkeme, boşanmalarına karar veriyor. 2 yıldır ayrılar.
“Artık seni aramıyor mu?” diyorum.
“Baktı ki birleşmeye ikna edemiyor, tüm ilgisini kesti, maddi manevi hiçbir desteği yok. Çocuklarını da aramıyor” diyor.
O arada “Börek Evi” kapanıyor, Ayşe bir hastanede aşçı olarak çalışmaya başlıyor. Ne olursa olsun ayakta kalmayı beceriyor.
Bir tek o bitmez tükenmez baş ağrılarına çare bulamıyor.
Ve bir gün burnundan kan gelince hastaneye gidiyor.
Bakıyorlar ve acı gerçeği söylüyorlar:
“Beyninde tümör var. Ameliyat olman lazım!”
Ne parası var ne pulu, beynindeki tümörle geziyor...
O yüzden saçları bu kadar kısa...
İki de bir tetkik yaptıkları için...

                    *

Haberin Devamı

Diyeceksiniz ki, artık yeter!
Bu kadar felaket üst üste gelir mi?
Geliyor işte...
Geçen hafta bu kadının bir de evi yandı!
Nesi var nesi yok yandı.
Bütün mal varlığı komşuların verdiği bir yorgan, bir somya, bir yatak...
İki çocuğuyla dımdızlak ortada. Ve beyninde tümörüyle. Konya Sarayköy’deki aileden hayır yok. Kocadan da yok. Ama Ayşe Dağıstanlı kararlı. Yenilmeye niyeti yok.
“Hiçbir şeyim olmasa da ben çocuklarımı büyütürüm” diyor.
Beni de onun dirayeti, onun azmi etkiliyor.
400 liraya ev tutmuş, maaşı 800 lira.
Yine de “Çocuklarım okula gidecekler, benim gibi olmayacaklar” diyor.

                    *

Ayşe Dağıstanlı 28’inci Yarım Kalan Hayatlar.
Schneider Electric Trafo Fabrikası’ndan gelen 20 bin lira ona gidecek.
Gerçekten zor durumda.
Onun, tam takır evini bir yuvaya dönüştürmeye katkıda bulunabilecek firmalar beni ararlarsa, mail atarlarsa, irtibat kurarlarsa çok sevinirim.
Şu anda, her türlü yardım makbule geçecektir.
Yakında İzmir’e Gamze Akbaş için gideceğim, o zaman Ayşe’yi de göreceğim.
Mucizelere inanıyorum ben.
Meryem ile Mehmet’in hayatının nasıl değiştiğini gördüm. Ayşe’nin de değişebilir... O, bir tesadüf eseri çıkmadı karşıma, karşımıza...
Bir sebebi var... Elinden tutup destek olmamız gerekiyor...

Haberin Devamı

HAMİŞ

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde Gebze’de bir fabrikaya davetliydim. Schneider Electric Trafo Fabrikasına. İşte o fabrikanın genel müdürü Dursun Özman’la, bütün çalışanları önünde röportaj yaptım. 350 kişi kadardık. Şahane oldu. Bugüne kadar şirketlere, alışveriş merkezlerine, otellere, okullara gittim, sahne röportajları, sunumlar yaptım, ama fabrika benim için bir ilkti. Bütün detayları ve Dursun Özman ile yaptığım röportajı bugün hurriyet.com.tr’de okuyabilirsiniz...

 

Yazarın Tüm Yazıları