Aşka değil adama áşığım

Size bir şey söyleyeyim mi? Benim cüzdanımda sevgilimin fotoğrafı, kimliğim ve onun yazısı yan yana duruyor.

Neden mi? İnsanlık hali, günün birinde başıma abuk sabuk bir şey gelir, birileri beni kendimi bilmez halde bir yerlerde bulursa, sadece kim olduğumu değil, nasıl biri olmaya çalıştığımı da bilsinler istiyorum.

Hıncal Uluç, bu yılın 31 Ekim'inde öyle bir yazı yazdı ki hakkımda, şaşırdım, bu kadın gerçekten ben miyim diye. Bilemiyorum ama olmak istediğim kesin. İnşallah günün birinde.

*

Siz onun hakkında ne düşünürseniz düşünün. Kim ne derse desin. Hıncal Uluç benim hayatımda önemli biri. O yüzden belki, bu Moskova seyahatine onunla çıkacağımı duyduğumdan beri, bende bir heyecan hali, anlatılır gibi değil yani.

Bakalım, bu sefer neler öğreneceğim...

*
Moskova'da Radisson Oteli'nde daha karşılaşır karşılaşmaz, yarım yamalak bir merhabadan sonra patlattı soruyu:

‘‘Dubai'ye yerleşeceğin doğru mu?’’

Öyle bir soru ki bu...

Bir tarafıyla ‘‘Evet.’’

Sevgilim gidecek ben de gideceğim. Benim yerim, onun yanı. Bu aslında aşkın kuralı. O nerede ben orada. Ve o istediği için değil, ben istediğim için.

Ama bir tarafıyla da ‘‘Hayır.’’

Hürriyet'imden vazgeçmeyeceğim. Yazılarımla, röportajlarımla sizi süründürmeye devam edeceğim. Sadece bir hafta orada, bir hafta burada bir düzen kurmaya çalışacağım. Kuruncaya kadar bazı aksaklıklar olabilir ama ben elimden geleni yapacağım.

*

Ben işte aynen böyle, aşık olduğum adamın peşinden dünyanın bir ucuna gitmenin felsefesini yapmaya çalışırken...

Hem de bir sevgi, bir gönül adamı, dümdüz giriyor lafa:

‘‘Hadi ordan! Bırak bu palavraları. Sen aşka aşıksın! Sana 6 ay müddet veriyorum, 6 ay sonra buradasın. Zaten ben senin yayın yönetmenin olsam gitmene asla izin vermezdim. Çünkü iyi bir muhabirsin. Deli miyim, sana izin vereyim? Holly de çok istedi onun peşinden Amerika'ya gitmemi ama ben reddettim mesela...’’

O kadar enerjik, o kadar hızlı, o kadar bombardıman ederek konuşuyor ki, lojistik desteğe ihtiyacım mı oluyor nedir, ağzımdan çıkıveriyor:

‘‘Ateşkes, ateşkes! Bir bira alabilir miyim?’’

Hafif alkolün, zor durumuma yardımcı olacağını düşünüyorum.

Çünkü onun enerjisi, kişiliği karşısındakini çökertiyor. Ve bence bunu sevdiklerine yapıyor. Onların yapmasını istediği ya da yapmamasını istediği bir iş olduğunda bunalıma sürükleyecek kadar üzerlerine gidiyor. Çoğu kez de başarıyor.

Zeka fışkıran alaycılığından kurtulabilmenin imkanı yok.

Bütün bir Moskova seyahati boyunca ‘‘Memleketim’’ şarkısını söyledi bana! Bir Kıbrıs'ta bu kadar çok söylenmiştir bu şarkı, bir de bu Moskova yolculuğunda:

‘‘Havasına suyuna, taşına toprağına bin can feda bir tek dostunaaaa...’’

Bununla kurtulsam iyi! Ne kadar şarkı, türkü varsa repertuarında, bizim memleketi anlatan, hepsini tek tek söyledi.

Sahnesi de Allah için iyiydi!

*

Böyle muzip bir tarafı var.

Ve kedi gibi meraklı. Bir taraf duyarlı, bir tarafı acımasız. Çözmesi kolay değil yani, bir bilinmezlik yumağı, hakkında bin türlü efsane. Belli bir yere kadar kendisine yakınlaşılmasına izin veriyor ama görünmeyen camdan bir fanusu var sanki, bir anda içine giriveriyor, işte o zaman ulaşabilmek imkansız hale geliyor. Dalıp gidiyor kendi dünyasına, ne düşünüyorsa...

Gün içinde değişiyor enerjisi.

Ama esas olarak hiperaktif. Ortada makul bir sebep yokken birden muzır şeyler yapmaya başlayıveriyor. Onunla bir yerlere gitmek çok eğlenceli yani. Ekstraya gelmiş sanatçı gibi.

*

Adam aslında savaşçı. Enerjisi yettiği kadar savaşıyor, kendisiyle bile.

Bir hedef belirlediyse kendine, döndürebilene, fikrini değiştirebilene AŞK olsun.

‘‘Evet ama bu aşk!’’ diyorum. ‘‘Gerçek aşk! Niye gidemiyorum Dubai'ye? 15 yıllık mesleğimi riske mi atıyorum?’’

‘‘Risk aldığın kesin.’’

‘‘Okuyucu mu kaybederim?’’

‘‘Edebilirsin.’’

‘‘Ben zannetmiyorum. Etmezler. Bu kadar kolay beni terk etmezler. Beni sevmelerinin nedeni aşka değer vermem değil mi? Evim, buradan sadece 4 saat uzakta olacak. Kasetlerimi Arnavutköy'de değil Jumeriah Beach'te çözeceğim. Ne var yani! Bir de çocukla dönersem oralardan fena mı olur? İyi değil mi hayatta bir değişiklik, yenilik...’’

‘‘Bedelleri olabilir...’’

‘‘Ama siz benim için cesur demiştiniz...’’

‘‘E bu kararı almandan belli!’’

Sonra eliyle yine 6 işareti yapıyor. Ve o meşhur Hıncal Uluç kahkasını patlatıyor. Ama bence yanılıyor. Aşka aşık olan o! Ben gerçekçi aşığım, bal gibi sevgilime aşığım...

*

Çok konuşuyor gibi duruyorsa da...

Aslında duruyor! Özel hayatı hakkında pek az şey anlatıyor. Sense kaptırıyorsun, car car car dökülüyorsun.

Fakat bir ara, hakkında öyle şeyler öğrendim ki, şaşırdım doğrusu. Şimdi yazmayacağım. Zamanı gelince sizinle paylaşacağım.

*

Ve tabii en önemli özelliklerinden biri kibarlığı. Bizim kuşağımız alışık değil. İnsana kendisini, çocuğu yaşında bile olsan, kadın gibi hissettiriyor. Paltonu tutuyor, sandalyeni çekiyor, sigaranı yakıyor, arabanın kapısını açıyor, asla senden önce bir yere girmiyor, kitapta tarif edilen erkek örneği ve bütün bunları da son derece doğal yapıyor.

Gerçekten bir kadının birlikte olmak isteyeceği erkeklerden, yani eski tüfeklerden.

Her şeyinle ilgili. Hangi yemeği ısmarladığınla. Ne içmek istediğinle. Ne var ki, o içmiyor. Gerçi, sen unutuyorsun. Gecenin bir yarısı karşındaki adamın bir damla alkol almadığını hatırlayınca, uyum kabiliyetine şaşırıyorsun.

Ama belli bir saati var...

Kül kedisi gibi. Saat 12'de bal kabağına dönüşmeden önce, o mutlaka mekanı terk etmiş oluyor. ‘‘Hadi bana eyvallah’’ diyor. Öyle sürpriz programlara filan açık değil. Müthiş bir öz disiplini var. Odasına çekiliyor. Ve dünyayla ilişkisini kesiyor. Bir tarafı insanlarla çok ama çok iç içe, bir tarafı ise dikkati çekecek kadar yalnız. Ama bu, onun tercihi. Ben nereden bileyim sebebini...

*

Ve laf dönüp dolaşıp, en yakın dostlarından Ercan Arıklı'ya gelince, gözlerindeki hüznü fark etmemek imkansız hale geliyor.

Ercan Arıklı, Sabah'tan Vatan'a geçince ona bir mektup göndermiş elden.

Mektubu tuttuğu andan itibaren, içinde neler yazdığını kestirebildiği için açmamış.

Haber yollamış:

‘‘Söyleyin Ercan'a okumadım. Kütüphanemin en üst rafına koydum.’’

Öldükten sonra açmış bakmış ki, sezgilerinde yanılmıyor, o mektupta tahmin ettiği şeyler yazıyor:

‘‘Sana ihtiyacım var, gel...’’

*

Böyle bir adam işte.

Gitmemesi gerektiğine inanmış, en yakın arkadaşı bile onu yolundan çevirememiş.

Ne yazık ki, o da beni Dubai'ye gitme kararımdan vazgeçiremeyecek!
Yazarın Tüm Yazıları