‘‘Aaa Sezen'in anplacıt konseri varmış! N'apıp edip gidelim...’’
‘‘Ne konseri... Ne konseri?’’
‘‘Anplacıt!’’
Güzel dudakları yukarıya kıvrılıyor.
Kimin mi?
Sevgilimin tabii.
‘‘Gideriz de, o kelime anplagd okunur. Söz bu anplacıt meselesi aramızda kalacak! Kimseye söylemeyeceğim.’’
Adi, benimle dalga geçiyor.
Yanlış telaffuz ettiğim için utanıyorum. Kafamı göğsüne gömüyorum, fırsatını buldum ya, hayatımın sorusunu patlatıyorum:
‘‘Nedir bu unplugged? Yıllardır biliyor gibi yapmaktan sıkıldım...’’
‘‘Fişi çekilmiş’’ diyor.
Bir sessizlik.
Benden yanıt gelmeyince soruyor:
‘‘Fiş çekilince ne olur aşkım?’’
Alçak! Şimdi de beni test ediyor.
İlkokul 1 gibi atlıyorum:
‘‘Elektrik kullanamazsın!’’
Burnumu öpüyor..
Yaşasın, demek ki bir aferin alıyorum.
Da...
O, daha fazlasını söyletmek isteyen bir öğretmen edasıyla şefkatle soruyor:
‘‘Peki elektrik kullanamazsan n'olur?’’
Boşluğuma geliyor, ‘‘Mum yakarsın!’’ diyorum.
Allah kahretsin! Öyle demeyecektim aslında...
‘‘Evet, onu da yapacaklardır o konserde... Ama... Başka?’’
‘‘Elektrik yoksa, elektronik aletler de yok... Ha, tamaaam anladııım.... Cıstakları sokmuyorsun devreye. Doğal yani her şey. Tellerden, derilerden doğal olarak çıkan seslerle etkiliyorsun insanları. Aracı yok. Bir takım müzik aletleri ve Sezen'in sesi... Ders bitti. Ne zaman gidiyoruz konsere?’’
***
Pazartesi gittik.
Nasıl da heyecanlıyım.
Sahnedeki mumları sayıyorum, 14, 15...
Haklıymış sevgilim, bu anplacıt konserlerde mumlar olurmuş!
Ama kim takar mumu...
Fişi, fişsizliği...
Sezen zaten doğal.
Fişli konser olsa kaç yazar?
Hadi artık çıksın diyorum.
Nefesimi tutuyorum.
Toplasan hayatımda üç kere konuşmuşumdur, ama özlüyorum, anasını satayım sanki karıyı tanıyorum. Tanıyorum tabii. Onunla büyüdüm ben. Aşık oldum, sarhoş oldum, yeniden aşık oldum, terk ettim, terk edildim, sürünerek geri geldim... O bizim klasiğimiz. O bizim Edith Piaf'ımız, Bob Marley'imiz, Leonard Kohen'imiz...
Bekliyorum.
Onu görmek, duymak ve yeniden etkilenmek istiyorum.
Hıncahınç dolu Beşiktaş Kültür Merkezi.
Olacak tabii...
Sezen bu, boru mu?
O benim, bizim hayatımızı bilen kadın.
Nereden mi biliyor?
Ben nereden bileyim!
Ama biliyor.
İçimizdeki her sızıyı, her pişmanlığı, her özlemi, her Allah'ın belası duyguyu biliyor.
O kadın suretine bürünmüş bir büyücü...
İçimizde yaşadığımız her türlü ruh halinin karşılığını şarkılarıyla önümüze dayıyor.
Sevgilimin elini sıkı sıkı tutuyorum, resmen ona yalvarıyorum hadi artık çıksın diye...
‘‘Şşşşşttt sakin ol, çıkacak şimdi’’ diyor.
Ve Sezen sahneye çıkıyor.
***
Tuhaf bir şey.
İnsan Sezen Aksu'yu reaksiyon vermeden dinleyemiyor, izleyemiyor.
Ya acayip hüzünleniyorsun...
Ben yani.
Zaten nedense onu bir şarkıcıdan çok hep bir ozan olarak değerlendirmek işime geliyor, o sözler, o cümleler, o minicik şeyin neresinden çıkıyor, nasıl da yaşadığımız her şeye tekabül eden şeyler söylüyor...
Topla onların hepsini...
İşte bizim hayatımız.
Ya da acayip neşelendiriyor.
Benim için öyle.
Birileri sanki bir yerlerimi cimcikliyor.
Bütün memeleri (iki tane ama öyle yazmak istedim) sallamak istiyorum, dişi olmak, seksi olmak, popomu kıvırtmak ve cup diye sevdiğim adamın direkt üzerine atlamak...
Sezen şarkılarının bendeki etkisi hep bu iki duygu oldu.
Arası yok.
Nasıl da tatlıydı sahnede, nasıl da zekiydi, nasıl da komplekssizdi...
Hepimiz, yani bütün izleyiciler denizanası gibi bir şey olduk, bir bütün, gözlerimiz sahnedeki kadının gözlerinde, o bizi güldürüyor, neşelendiriyor, ara ara sosyal içerikli şeyler söylüyor, sonra kendisiyle dalga geçiyor... ve biz... hepimiz... ona riayet ediyoruz. Her şarkısını birlikte söylüyoruz.
Bu ne olağanüstü bir şeydir.
Ben kendime şaşırıyorum, ‘‘Ulan bu şarkısını da biliyor muşum ben’’ diyorum, kendime ve ona rağmen biliyorum bütün o şarkılarının sözlerini... Fark etmeden öğrenmişim, sular seller gibi ezberlemişim... Bisiklete binmek gibi Sezen şarkıları... Hiçbir zaman unutmuyorsun... 20 yıl bile geçse aradan... Küt diye söylemeye başlıyorsun...
***
Evet biraz kilo almış.
Bilmiyorum artık sağlık problemlerinden mi neden, ama görmüyorsun bile.
Sezen o.
Sen mıh gibi kalıyorsun ve gözlerini ondan ayıramıyorsun.
Sadece ifadesi, sesi, sözleri ve melodisi...
Hepimiz gibi ben de onu çok seviyorum.
Sizden farkım yok yani.
Sadece bunları içimden geldiği gibi yazabiliyorum.
Ve ona iyi şeyler diliyorum.
Çünkü o bize hep iyi şeyler sundu.
En güzel adamları, en güzel aşkları o hak ediyor.
O iyi yaşasın ki, biz de nasiplenelim... Değil mi ama?