Paylaş
Anne olmanın en sevdiğim yanlarından biri:
Kızımı uyutmak...
Onunla yana yana yatağa girmek...
Yorganı boynumuza kadar çekmek...
Kitaplar okumak, sesimi tiyatrocu gibi yapıp, onu güldürmek, karakterleri seslendirmek...
Arada dayanamayıp mis kokan kafasını, telefon kablosu saçlarını öpmek...
Onun, minicik elleriyle bana sarılması...
Dünya üstünde sorulabilecek bütün soruları, uykuya dalmadan önce sorması...
O gün başına gelen en iyi ve en kötü şeyi konuşmak...
Minik, absürd, tuhaf sohbetler yapmak...
Bu, her gün sadece onun değil, benim de ihtiyacım.
Günün o anında temizleniyorum, arınıyorum, yaşadığımı hissediyorum.
Bu bizim her günkü ortak ritüelimiz.
Onun bana dokunması, benim ona sarılmam…
Gece dışarı çıkmak gerekiyorsa...
Alya’yı uyuttuktan sonra gitmeyi tercih ediyorum.
Altı yıldır böyle.
BUGÜN OKULDA AĞLADIM
E, artık büyüyor.
Son zamanlarda farklı şeyler konuşur olduk:
“Bugün başına gelen en kötü şey?”
“Bugün okulda ağladım!”
“Neden?”
“Ben ile aynı masada oturuyorduk, ikimiz de aynı anda cetvele uzandık. ‘Bırak’ dedi, ‘Bırakmam’ dedim, ‘Bırakmazsan kollarını keserim!” dedi.
“Üzüldüğün bu muydu?”
“Hayır. Annenin babanın da kolunu keserim!” dedi, “Ben de o zaman masaya kapandım ağladım. Senin kolun olmazsa, nasıl yazı yazacaksın? Babamın kolu olmazsa nasıl araba kullanacak?”
Sarıldım, “Üzülme bak kollarım var” dedim, komiklikler yaptım onu güldürmeye çalıştım.
“Ama Ben de cezasını buldu! Öğretmen ondan 5 puan indirdi!”
Böyle bir sistem var okullarında, iyi bir şey yaptıklarında, arkadaşlarına yardım ettiklerinde, “lütfen” dediklerinde, yol verdiklerinde, paylaştıklarında artı puan alıyorlar ama tersini yaptıklarında, kötü davrandıklarında, yanlış yaptıklarında, birini üzdüklerinde eksi puan alıyorlar.
Ertesi gün yine yataktayız...
Yine uyku öncesi...
Uyumakla uyumamak arasında gidip geliyoruz...
“Biliyor musun, Ben bugün benimle konuştu.”
“Ne” dedi, “Senden özür mü diledi?”
“Hayır, başka bir şey anlattı. Annesinin karnında bir bebek varmış. Çok kötü bir şey olmuş, doktor yanlış ilaç vermiş, bebek karnında ölmüş. Doğsaymış adı Isabel olacakmış.”
Birden çok fena oldum, 6 yaşındaki çocukların bunları biliyor olmalarına, üzülmelerine...
“Bak gördün mü?” dedim, “Demek ki Ben’in morali bozuktu, bir üzüntüsü vardı, hıncını senden aldı. Belki de ‘kollarını keserim’i o yüzden söylemiştir. Kızmasaydın çocuğa...”
“Yok affettim zaten” dedi.
Birden gözlerini bana dikip, o can alıcı soruyu sordu:
“Ya ben de senin karnında ölseydim?”
Ben de “Sen şanslıydın” dedim; “Hayatta olan herkes şanslı. Tanrı, senin dünyaya gelmeni istedi, bize pembe kurdeleli bir hediye olarak gönderdi. Hadi sarılalım uyuyalım...”
BANA MEYDAN OKUYOR
Üçüncü gece...
Yine kitap okuyoruz...
Alya’nın ciddi bir masal kitabı koleksiyonu var.
Oliver Jeffers, içlerinde benim en sevdiğim.
Jeffers’tan 5-6 kitabı var.
Alya da, adamın kitaplarını en az onun kadar ilgiyle okuduğumu biliyor.
Ayrıca çizimlerine de bayılıyorum.
Bu arada, bizimkinin de resmi fena değil.
O da kendine kitaplar yapıyor, çizdiği resimlere diyaloglar yazıp, zımbalıyor.
Ben Jeffers’ın kitabını hayranlıkla izlerken, “Bakar mısın gökyüzünü pembe yapmış Alya” diyorum, “En kolayı mavi yapmak, ama bak farklı bir şey yapmış. Sence bu, gün doğarkenki mi batarkenki kızıllık mı?”
Birden kıskanıyor, sinirleniyor...
“Sen benim yaptıklarımı beğenmiyorsun! Birinci Oliver Jeffers’ı, ikinci ‘Hattie the Bad’in yazarını seviyorsun. Ben onlardan kötü müyüm, öyle mi?”
Gülesim geliyor...
Saçlarını da yeni yıkamış, hepsi kabarık kabarık, mis kokuyor, kaşları da çatık çatık...
Karşımda bana meydan okuyor...
“Bana bak!” diyorum, “Ben de her gün yazı yazıyorum, benimle birlikte yüzlerce insan da yazıyor. Çoğu zaman onlarınki benimkinden daha iyi oluyor. Ben kızıyor muyum? Çok iyi fikirler bulmak için çok çalışmak lazım. Üstelik bu insanların hepsi, senden büyük. Şimdi çok çalışırsan, ileride sen de onlar kadar iyi olabilirsin...”
Baktım geçen gün kar resmi çizmiş, mavi...
“Beyaz yapmadım, beyazla maviyi karıştırdım, hani tuhaf bir mavilikte olur ya kar” dedi.
“Harikasın!” dedim.
Ve dün gece...
Kafasını kurcalayan kadınsal bir meseleye değindi.
“Ben regl olmayacağım! İstemiyorum!”
“Niye? Bütün kızlar zamanı gelince olur.”
“Öyle diyorsun ama Maribel (ablası) regl olunca, trambolinde zıplayamıyor, havuzda yüzemiyor, karnı ağrıyor, acı çekiyor. Regl olmak kötü bir şey!”
“Değil” dedim, “Bir kere bu senin isteğine bağlı bir şey değil. Zamanı gelince olacaksın. Ayrıca, herkeste etkisi farklı. Bana mesela bir şey olmuyor. Yüzebiliyorum, trambolinde zıplayabiliyorum, her şeyi yapabiliyorum, karnım da ağrımıyor. Benim annem de öyleymiş, ben de öyle oldum, sen de öyle olabilirsin. Regl olunca, illa karnını tutup bir yerlerde yatacaksın diye bir mecburiyet yok. Hadi şimdi sarılıp uyuyalım...”
DUYDUĞU HER ŞEYİ KAYDEDİYOR
Her gün yeni bir şey...
Artık sünger gibi...
Duyduğu her şeyi kaydediyor...
Hafızasına atıyor ve sen bir gün farklı bir şey söylersen hesap soruyor, “Ama sen böyle bir şey dememiştin!” diye...
Ben de her şeyin cevabını bilmiyorum, bir sürü yanlış da yapıyorumdur.
İçgüdüsel bir şekilde anneliğime devam ediyorum.
Ve her anından zevk alıyorum.
Kızıma her baktığımda, bana ne kadar büyük bir hediye bağışlandığını biliyorum...
Şükrediyorum.
Paylaş