Allah, kimseyi evladıyla sınamasın

DÜN, Yarım Kalan Hayatlar 8’in, yani Nehir Bayazıt’ın hayatını kaybettiğini okudum.

Haberin Devamı

Annesi, Zeynep Erden Bayazıt’ın şu satırlarından:
“Nehir’im borularından kurtulmak üzere, her şeyi çok güzel yaptı. Annesinin, babasının, ablasının bir tanesi. Sizleri yanıltmak istemedim. Ama nasıl yazacağımı da

      NEHİR BAYAZIT
   12.03.2007- 04.09.2010
Allah, kimseyi evladıyla sınamasın
BU dünyadaki 3 yıllık kısacık hayatında, şahane bir anneye, babaya, ablaya, halaya sahip oldun. Seni çok sevdiler, hastalığında seninle birlikte mücadele ettiler. Canla başla. Sen iyileş diye ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Çünkü sen çok özel bir ruhsun ve onlar için seni tanımak bile lütuftu. Biliyor musunuz bizim için de öyle... Başından beri, yüreğimiz seninle birlikteydi. Sen belki bizi tanımadın ama biz seni çok sevdik, olan biten her şeyi, annenin satırlarından, blog’undan izledik, takip ettik. Çok istedik ki sen iyileş, 3 yaşındaki diğer çocuklar gibi parklarda, plajlarda koştur. Olmadı. Şu anda sonsuzluğa akıyorsun. Yolun açık olsun. Biz hep bileceğiz, küçük bir Nehir vardı, yüreğimizden sonsuzluğa aktı. Neredeysen mutlu ol, annenle babanla, ablanla bir gün kavuşacağını da bil...

bilemedim. Nehir bu akşam, halası, babası, Cengiz amcasının ve benim yanımda, kollarımda, kucağımda bize veda etti. Çok mücadele etti. Biz de, o da. Ama bedeni artık yoruldu. Kederi de, sevgisi de sonsuz kalbimde.”
Nehir 3 yaşındaydı ve Neuroblastoma hastasıydı.
Bir tür çocuk kanseri.
Amerika’da bir hastanede tedavi görüyordu.
Ama dün, hayata gözlerini yumdu.
Bütün ailesine, sevenlerine, onu aylardır http://nehir-im.blogspot.com/ adresli blog’dan takip edenlere baş sağlığı diliyorum.
Ben de tıpkı sizin gibi, çocuklar bizi bırakıp gidince çok ağlıyorum, hiçbir şey yaşayamadan giden o miniklere mi, geride bıraktığı -hayatı bir daha asla aynı olamayacak- annelere, babaları mı bilmiyorum...
Ama ağlıyorum.
Allah, kimseyi evladıyla sınamasın.

Haberin Devamı

Para kimin hesabına yatsın?

BU arada...
Henkel’den gelecek 20 bin lira bu hafta Nehir’in hesabına yatacaktı.
Bu kadar büyük bir acının arasında size tuhaf gelecek ama...
Sormak istedim, çünkü ben karar veremedim, bu söz konusu 20 bin lira, yine de Nehir’in hesabına mı yatırılmalı, yoksa Nehir’den hediye olarak bir başka yardıma ihtiyacı olan birine mi verilmeli...
Siz ne derseniz onu yapacağım:

EVET Nehir’e...
HAYIR ihtiyacı olan başka birine...

Neden böyle bir şey yazıyorsun derseniz, Nehir’i kaybettik ama hâlâ hastaneye ödenmesi gereken paralar var, birikmiş borçlar var...
Ama destek olunması gereken başka hayatlar da var...
Kararı siz verin.

O güzel anneye...

NEHİR’in annesi Zeynep... Dün blog’unu yeniden okudum, bütün bu aylar boyunca yazdıkların, yaşadıkların, duruşun inanılır gibi değil.
Büyük kadınsın. Yazdığın her satır, insanlık dersi gibi. Nehir de, Leyla da böyle bir anneleri olduğu için çok şanslı. Sana güç diliyorum, sabır diliyorum.
Bu arada, bana Nehir’in hikâyesini ve yaşadıklarınızı ne zaman anlatmak istersen seve seve dinlerim...

Kadın okura çok şey borçlu olduğumu düşünüyorum

BENİM sizi baştan çıkarmam gerekiyor! Hep. Yoksa başıma gelecekleri biliyorum, beni bir röportajcı olarak çöpe atarsınız. Beni değil, gider bir başkasını okursunuz, ben de kahrolurum. Artık öyle bir çağda yaşıyoruz, ben bir şey yapmalıyım, her gün sizin bir 30 saniyenizi daha fazla almalıyım./images/100/0x0/55eaa468f018fbb8f88d5914
Dünkü Elif Şafak röportajıyla ilgili bir sürü olumlu tepki geldi, olumsuz tepkiler de vardı, ama onlar zaten ben ne yapsam karşı, genel olarak insanlar uzun uzun o fotoğrafları incelemişler, aralarında tartışmışlar, Elif’in daha önce söylemediği şeyleri okumaktan keyif almışlar.
Ben gazeteciliğin özellikle de günümüzde, görsel bir işe dönüştüğünü düşünüyorum, tamam içerik kuvvetli olacak ama görsellik de en az içerik kadar önemli. Fotoğrafı kim çekerse çeksin, nasıl çekerse çeksin değil yani. Mehmet Turgut’a bir kere daha teşekkür ediyorum. Kafadan kontak o, o yüzden çektiği şeyler de sıra dışı oluyor. Elif’e de teşekkürler bize güvendi, sonuç onun da hoşuna gitti, hadi şimdi sıra kimde...
(Dün kaldığımız yerden devam ediyorum Elif Şafak röpüne...)

Çizgiyi kaçırdığın oluyor mu? Romanlardaki bütün o karakterleri yaratırken kendini Tanrı gibi hissettiğin...
Olmaz mı, oluyor. Bu benim için de bir ikilem. Bir yanıyla, “Vay gerçekten de yaratıyorum!” zannediyorsun, oradan gelen bir ego şişmesi oluyor ama ona da sanatçının ihtiyacı var, fakat dozunun da kaçmaması gerekiyor. Yoksa kendini beğenmişin teki olur çıkarsın...

Romancıların genel olarak egoları yüksek değil mi?
Evet, doğru. Çünkü çok yalnız bir iş yapıyoruz. Haftalarca, aylarca, senelerce kabuğuna çekiliyorsun, kendini, “Ben çok özel bir şey yapıyorum” duygusuyla besliyorsun, mecbursun, çünkü yoksa deli miyim niye uğraşıyorum diye bırakırsın. Ve anlattığın hikâyenin merkezisin, istersen karakterleri yaratırsın, istersen öldürürsün. En azından öyle olduğunu düşünüyorsun. Bu damar da çok güçlü bir ego yaratıyor. Allah’tan ben tasavvuftan da çok şey öğreniyorum, bende o damardan gelen bir de “hiçlik bilinci” var, bu da tam tersine egoyu alaşağı eden bir şey.

Kaç kere üzerinden geçiyorsun...
Çok çok çok. Bir yerden sonra editörümün kitabı benden alması gerekiyor, çünkü ben devam ederim, sarmal halinde. Benim yapımdaki bir insanın iyi bir editörle çalışması çok önemli. Ama ne yazık ki Türkiye’de editörlük kurumunun hakkı verilmiyor. Şöyle bir algı var: “Yazar iyiyse, editöre ihtiyaç yoktur.” Bu çok büyük bir hata. Benim romanlarımda Türkiye’deki editörüm de, Amerika’daki editörüm de bana çok iyi fikirler vermiştir. İkisine de müteşekkirim.

Kitap turneleri ve okuma günleri nasıl geçiyor? Çocuklar, Şafak Hanım, Eyüp seninle geliyor mu?
Mümkün olduğu kadar birlikte gitmek istiyorum. Ama çocuklar etkinliğe gelmezler, otelde kalırlar. İki alanı birbirine karıştırmıyorum. İşim biter, sonra çocuklarla ördeklere ekmek atmaya gideriz...

Eyüp?
O geliyor, gelmesi çok da hoşuma gidiyor...

Peki, sen kitabından bölümler okurken, orada olması rahatsız etmez mi?
Yok tam tersine, isterim. Eleştirilerini merak ederim. Çok önemli benim için.

Kadın okur neden daha fazla?
İşin gerçeği bu: Dünyada da böyle, Türkiye’de de. The Guardian’ın yaptığı birkaç araştırma var, “Romanları kim okuyor” diye, kadınlar okuyor. Roman dünyası bu kadar canlıysa, dinamikse, bunu büyük oranda kadınlara borçluyuz. Ve Türkiye’de her kesimden, her görüşten, her kılık kıyafetten, her yaştan kadın okuyor beni. İnanılmaz bir enerji. Çok seviyorum ben enerjiyi. Aynı aileden anne okumuş, kızlar okumuş, anneanne okumuş Aşk’ı mesela. Ve farklı renkten kalemlerle cümlelerin altını çizmişler. Kadın okura, çok şey borçlu olduğuma inanıyorum.

Yazarın Tüm Yazıları