Paylaş
- Evet. Sorguda, “Neden sivil öğretmenlerle görüşüyorsun?” diye bir soru yöneltilmiş. Sebebini biz de anlayabilmiş değiliz. Türk Silahlı Kuvvetleri için Nazlıgül’ün benimle ya da diğer öğretmen arkadaşlarımızla görüşmesinin ne gibi bir sakıncası olabilir? İnsanın hayatında iki meslek mutlaka vardır: Biri öğretmen, diğeri de inancına göre din adamı. Biri ölürken lazım, diğeri yaşarken. Bunları da bırakın, “Onlarla neden görüşüyorsun?” ne demek? Biz kadın tüccarı değiliz, esrar, eroin satıcısı değiliz. Bu ülkenin genç nesillerini eğiten öğretmenleriz. Üstelik, “ahlakın, insanın beyninde olduğunu” anlatarak onları yetiştiriyoruz. Ahlakı ve namusu insanın belden aşağı kısımda arayan zihniyetin sonucudur Nazlıgül’ün başına gelenler...
Siz Kayseri’de bir lisede öğretmensiniz değil mi?
- Evet, felsefe grubu öğretmeniyim. Çok çok yakındık Nazlıgül’le. Ben de, eşim de, diğer öğretmen arkadaşlar da. Hâlâ olup bitene inanamıyorum.
Nasıl tanıştınız Nazlıgül’le?
- Geçen sene oğlu Egemen’e çocuk doktoru arıyormuş. Tarih öğretmeni arkadaşımızla konuşurken, “Hakan Hoca’nın çevresi geniştir, ona soralım” demiş arkadaşım. Bana yönlendirdi. Gerçekten de eşimle yaşadığımız dairenin üst katında çok iyi bir çocuk doktoru var, isterse onunla görüşebileceğini söyledim, randevu aldım, öyle tanıştık. Evimize gelip gitmeye başladı. Kardeşimiz gibiydi, 9 yaş küçüktür bizden.
BEDELİNİ KIZA HAYATIYLA ÖDETTİLER
Siz bu olup bitenleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Aslında bütün toplumu yargılamamız lazım. Bıkmadık mı ya! Çocuklarımız, kızlarımız böyle bir Türkiye’de mi yaşayacak? Ben artık erkeğin değil, insanın egemen olduğu toplum istiyorum. Bir de hem psikoloji öğretmeni olduğum için hem de Nazlıgül’ün yaşadıklarını bildiğim için farklı bir açıdan da bakıyorum: Psikolojide, savunma mekanizmalarının en önemlilerinden biri yansıtmadır. İnsanlar kendilerinde var olan eksiklikleri, hataları, başkalarına yükleyerek, oradan kendilerini sıyırmak ve temize çıkarmak isterler. Nazlıgül’le hayalleri, fantezileri olan bir takım adamlar, bu fantezi ve hayalleri gerçekleştirememenin verdiği ıstırapla böyle bir yansıtma psikolojisi uygulayarak bunun bedelini kıza hayatıyla ödettiler.
Bir de siz bize Nazlıgül’ü anlatın...
- Ben de dahil Türkiye’de “erkeğim” diye gezen milyonlarca erkekten daha erkekti! Onurluydu, mertti. Aynı zamanda temiz ve saf. Bir de hınzırdı, sürekli taklit, komiklik yapardı. Para hesabı yoktu, hayata yönelik çok büyük hırsları, beklentileri yoktu. Çok da iyi bir anneydi. Egemen’le birlikteyken, ikisine bakmaya doyamazdınız. Gerçekten çok çok yazık oldu.
Bir önceki konuşmamızda, “O mermiyi sıkabilecek tek insan” dediniz, ne demek istediniz...
- Bizim ülkemizde şöyle yanlış bir algı var, “İntihar ettiğine göre, onu suçlayanlar haklı!” Hayır, kendine sıktığı bu kurşun, Nazlıgül’e atılan iftiranın haklı olduğunun bir sonucu değil, kendisine yapılan haksızlığa bir isyan. Tabii ki yanlış bir davranış ama Nazlıgül aynı zamanda çok onurlu bir kızdı. Biz tabii çok alışık değiliz, bu topraklar her türlü rezilliği yapıp pişkin pişkin dolaşanların da toprağı, ama Nazlıgül öyle değildi, gururuyla, onuruyla oynanmış olmasını kabul edemedi. Ona yakıştırılan iftiraları reddetti. Bence olay budur.
Ve fakat iş, kadının cinselliğine gelince...
"OKUMUŞ yazmış, paralı pullu 50’lik, 60’lık adamların, 18-25 yaşlarındaki genç kızlarla ilişkileri günün modası haline geliyor. Hatta, “ruh eşi” deniyor. Eyvallah...
18-25 yaşlarındaki genç kızların, paralı pullu 50’lik, 60’lık adamlara –kendi tabirleriyle- kapak atmaları günümüzün “parıltılı gerçek”lerinden. Gerekçesi de: “Ortada aşk var.” Eyvallah...
Paralı ama cahil cühela kocaman amcaların, 12-14 yaşındaki kız çocuklarına el koymaları “töre”den sayılıyor. Deniyor ki: “Buralarda bu işler böyle, alan memnun satan memnun.” Eyvallah...
İster okumuş yazmış olsun, ister cahil cühela, her yaştan erkeğin, 12-14 yaşlarındaki kız çocuklarıyla cinsel ilişkisi, “Kızın onayı var mı?” diye araştırılıp, neredeyse meşrulaştırılıyor. “Kız çocukları çabuk gelişiyor, başına gelenin farkında deniyor.” Eyvallah...
İstediği şeyi yapmayan kadını, dövmek, yaralamak, öldürmek artık alıştığımız bir şey oldu. Bu suçun ağır cezalarını hafifletici sebeplerle yumuşatılmasını da. Gerekçesi de: “Erkek çabuk tahrik olur. E biraz da çenesini tutsaydı” deniliyor. Hadi ona da eyvallah...
Boşanan erkeklerin sık sık sevgili değiştirmesine de eyvallah!
Onlar erkek ya, ihtiyaçları var çünkü...
Ve fakaaat iş, kadının ilişkilerine, kadının aşklarına, kadının cinselliğine gelince en medeni, en okumuş yazmış erkek bile bir an duruveriyor! “Aynı şey değil ki oluveriyor. Biri erkek, biri kadın!” oluveriyor. “Namus” diye bir şey pırtlayıveriyor... (Figen A.)"
- Figen A. haklısın. Çok da güzel yazmışsın. Eline sağlık. Ama dalga geçmek için bile olsa “Eyvallah!” değil! “Eyvallah” yok! Çünkü dedikçe, tam tepemize biniyorlar! O yüzden bütün kadınlar, birbirini sevenler, sevmeyenler, küçümseyenler, küçümsemeyenler bu konuda birlik olacağız. Erkekler düşmanımız değil ama onlara “Artık yeter!” diyeceğiz, böyle bir ülkede yaşamak istemediğimizi anlatacağız.
Mobbing’e giriş
"NAZLIGÜL konusunu takip ediyorum, üzgünüm, öfkeliyim. Çalışmakta olduğum çok uluslu ve sektör devi firmamda benzer olaylar yaşadım, hâlâ yaşıyorum.
2007’de eşime boşanma davası açtım. Şirkette duyulmasının ardından etrafımda birçok “doktora, yüksek lisans yapmış, ancak atalarının ilkelliğinden cinsel anlamda kurtulamamış asalak erkek ordusu” oluştu.
Bunlardan biri ki kendisi benim şefimdi, peşimi bırakmadı. Yalandan toplantılar organize etti, 2 kişilik. Kapıyı kapatıp aşkını ilan etti, elimi tutmaya, bacağıma dokunmaya kalkıştı. O da yetmedi, iş seyahati ayarladı, otelde odama gelmeye kalkıştı, kapımı açmadım. İşten attırılmakla tehdit edildim, sözlü olarak yaptığı cinsel tacizlerin haddi hesabı yok.
Diyeceksiniz ki neden şikâyet etmedin?
İşten atılmak değildi korkum, aklanamayacağımdan, “kötü kadın” ilan edileceğimden emindim. Tüm ofis zaten bana kötü gözle bakıyordu. O bahsettiğim 2 kişilik toplantılarda, kapalı kapı ardında evli bir erkekle yarı dul (boşanmak üzere) bir kadın ne yapıyor olabilirdi? Kendisinden kurtulmak için bölüm değiştirmek ve sevdiğim işimi bırakıp, hiç tecrübem olmayan bambaşka bir alana geçmek zorunda kaldım. Sıfırdan başladım kariyer anlamında. Şimdi bana doğru düzgün selam veren yok, çalışanlarının yüzde 90’ı erkek olan bir firma burası. Affedersiniz, çok özür dilerim, sevdiğim şahane bir atasözü vardır, rahmetli babacığımdan duymuş olduğum: “İt iti devirir, kemiğini kırmaz!” Bugün o adam, yarın kendileri. Aynı zihniyetteler birçoğu. Birbirlerini kollayacaklar elbet. Paylaşmak istedim. Sevgilerimle, iyi ki varsınız. (İçim E.)"
- Of İçim! İçimi daralttın. Çünkü anlattığın şey o kadar bildiğimiz, o kadar tanıdık, o kadar gerçek ki... Eminim milyonlarca kadın yaşadı, yaşıyor, yaşayacak. O hıyarın yerinde otururken, senin bölüm değiştirmene çok üzüldüm. Sinirlenmeye haklısın. Ne yapılabileceğine kafa yoralım, ama mücadele etmeden de bu davranışlardan kurtulabilmemiz biraz zor. O çokuluslu dev şirketin tepesinde bunu anlayabilecek birileri yok mu? Yoksa, o da üzücü. Dur bakalım, okurlardan belki iyi fikirler gelir. Beklemede kal, sakın kahpe kader de yapma!
Paylaş