Henüz 16 yaşında.
Biliyorsunuz, dünya çapında bir iklim aktivisti.
Politikacıların korkuyu rüyası.
Birkaç gün önce New York’ta düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi’nde muazzam bir konuşma yaptı.
Dinlerken gözlerim doldu, tüylerim diken diken oldu.
SADECE PARA VE EKONOMİK BÜYÜMEDEN SÖZ EDİYORSUNUZ. BU NE CÜRET!
Liderlere şu sözlerle seslendi: “
Biliyorsunuz, 9 yıldır ‘Çocuklar Gülsün Diye Derneği’yle Türkiye’nin her yerinde anaokulları açtı. Evet, her kafadan bir ses çıktı, çıkıyor. İnsan Gülben kadar meşhur olunca seveni de oluyor, sevmeyeni de. Ama en kolayı hiç açmaması. Öyle değil mi? Hiç böyle gayretlere girmemesi... Ama o giriyor, oturduğu yerde oturmuyor, ününü faydalı şeylere kullanıyor...
- Seni tebrik ediyorum Gülben. Türkiye’nin eğitim hayatına bir güzellik daha kattın...
Teşekkür ederim. Ne kadar heyecanlıyım anlatamam. Her açtığımız anaokulunda, o ilk anaokulunu açtığımızdaki heyecanı, coşkuyu hissediyorum. İnanır mısın, hiç azalmıyor...
- Bu kaçıncı anaokulu?
39.’su oluyor. Kendi çocuklarımın ötesinde, ülkemin çocukları da benim için çok değerli. Okulöncesi eğitimin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu anlatmaya çalışıyorum dilim döndüğünce, elimden geldiğince... 9 yılda 39 tane anaokulu oldu. İstikrar ve süreklilik benim için önemli. Arı gibi çalışıyoruz bunun için. Yaptığımız şeyin sürdürülebilir olması için uğraşıyoruz.
- Çocuklar Gülsün Diye Derneği nerden nereye geldi...
Evet. Bununla da gurur duyduğumu gizlemeyeceğim. Küçük gören, “Üç-dört ay yapar, biter!” diyen, alay eden, zarar vermek için elinden geleni yapan her şeye ve herkese rağmen derneğimiz dimdik ayakta. Ve biz 39. anaokulumuzu açıyoruz.
BEN BİR KEZ BİLE DERNEK YARARINA BAĞIŞ TOPLAMAK İÇİN ŞIK OTELLERDE KERMESLER YAPMADIM!
Beyaz atına bindi ve gitti.
“Sil ağzının kenarını, yine gülüşünden cennet akıyor” demiş ya şair... Kastettiği Nesli olmalı, Neslican Tay...
Ben onun gibi güzel gülüşü olan hiç kimseyi tanımadım hayatımda. İçinde bir güneş vardı sanki. Yüzü içeriden aydınlıktı...
Ve o gülüşü, ah o gülüşü...
Bir kere görenin unutmasına imkân yoktu.
Çok özel biriydi. Uzaydan gelmiş gibiydi. Başka bir dünyaya ait gibiydi. Eniştem Kazım Apa sayesinde tanıdım onu. “Instagram’dan mutlaka takip et!” demişti. Dediğini yaptım ve hayran oldum bu 19 yaşındaki genç kadına. Gülüşüne, enerjisine, paylaşımlarına, gücüne, dirayetine, cesaretine...
Aradım, İstanbul’a geldi.
* Kitabınıza, ‘Son Buzul Erimeden’ demişsiniz. Bayıldım adına… Ve korktum da aynı anda… Birkaç sene önce de Greenpeace için Kuzey Kutbu’na gidip buzulların eriyişine yerinde tanık olmuştum. Pek çok sorum var size. Hazırsanız başlayalım hocam…
- Başlayalım bakalım…
* Buzullar neden eriyor?
- Güneşten dünyaya sabit bir miktar enerji geliyor. Bu enerjinin dünya yüzeyinden tekrar uzaya yayılması gerekiyor. Ama başta karbondioksit olmak üzere ‘sera gazları’ dediğimiz gazlar bu enerjinin uzaya yayılmasını engelleyerek dünyanın ısınmasına yol açıyor. Bundan dolayı da buzullar eriyor!
Ben sadece, üçünün hikâyesini paylaşabildim ama orada daha 35 anne var. İstanbul’da 5 yıl önce HDP Kağıthane binasına gittikten sonra, dağa kaçırıldığı ileri sürülen Yakup Edizer’in annesi Saliha Edizer, 9 Eylül günü, Diyarbakır’daki eylemde yerini aldı. Hâlâ orada. Çok acı hikâyeler, elbette ki çok boyutu var ama ben size, evlatlarına kavuşmak isteyen annelerin çok acılı olduğunu söyleyebilirim. Bütün görüştüğüm anneler hüngür hüngür ağlıyordu. Bu ıstırabın bir gün bitmesi dileğiyle...
- Siz de Yakup Edizer’in annesisiniz, sizin de evladınıza kavuşmanızı dilerim...
İnşallah, bütün umudumuz o...
- Bütün anneler çocuklarına kavuşmak isteyen anneleri anlıyor ve acısını paylaşıyor...
Sağ olun var olun (ağlıyor). Başına gelmeyen anlamaz, yok böyle bir acı... Henüz 14 yaşındaydı... 14 nedir ki, el kadar çocuk... Yakup, lise 2. sınıf öğrencisiydi. Karnesini almasına bir hafta kala çocuk ortadan kayboldu.
- Bu acı olay ne zaman, nasıl başınıza geldi?
9 Haziran 2015’te. HDP bürosuna gidip geliyordu, seçim zamanı yardımda bulunuyordu, broşürlerini mi ne dağıtmış... Sonra gidiş o gidiş, kayboldu, bir daha haber alamadık, dağa gönderdiler çocuğumu... Etrafımızdakilerden biri etkiledi Yakup’u...
Sadiye Hanım... Sizin de evladınıza bir an evvel kavuşmanızı dilerim...
Teşekkür ederim. İnşallah... Hepimiz bekliyoruz.
Kaç gündür oradasınız?
Bugün 17. günümüz.
Bu acı olay ne zaman başınıza geldi? Ne zamandır çocuğunuz yok?
17 Eylül 2015 tarihinden beri yok. Benim evladım, Semih’im, astsubaydı. Bana sürpriz yapmak için bayram izninde eve gelecekti. Rize’de görevdeydi. Tunceli Pülümür yolunda, kendi aracıyla gelirken önünü kesip araçtan çıkarıyorlar. Aracı orada yakıp oğlumu da dağa götürüyorlar. O günden beri haber alamıyoruz. (Ağlıyor...)
Peki olayı siz nasıl öğrendiniz?
Öncelikle evladınıza, Muhammed Mustafa’nıza, Hacire Anne gibi bir an evvel kavuşmanızı dilerim... Bütün anneler, çocuklarına kavuşmak isteyen anneleri anlıyor ve acılarını paylaşıyor...
Çok teşekkür ederim. İnşallah kavuşuruz, bütün ümidimiz o...
Kaç gündür eylemdesiniz...
Bugün 16. gün.
Bu acı olay, ne zaman başınıza geldi? Ne zamandır çocuğunuz yok?
17 Kasım 2018’den beri oğlum kayıp. 10 aydır hasretim ona...
Nasıl bir çocuktu Muhammed Mustafa?
“Sadece kan bağıyla değil, kalp bağıyla da anne olabilirsiniz!” demesi ayrı etkiliyor. Sağır ve dilsizlerin işaret diline hâkim olması ayrı etkiliyor. 10 yıl onlarla çalışmış, onlara yönetmenlik yapmış, hatta ödül kazanmışlar sahneledikleri bir oyunla. Ne dediğini bilen, her şeyin farkında bir kadın Sumru Yavrucuk. Bence mesleğinin zirvesini yaşıyor. Pazar günü başlayan röportaj, bugün de devam ediyor.
‘Annem’ bu cuma vizyona giriyor. Filmi izleyenlerde nasıl bir tortu kalsın istersin?
- Film bittiğinde, izleyende bir sarılma hissi uyansın isterim. Hani şair diyor ya, “Siz geniş zamanlar umuyordunuz...” Öyle umdukları zamanı, hemen yaşasınlar isterim. Çünkü zannettiğimiz kadar geniş zamanlarımız yok!
Meslekteki en önemli dönüm noktan ne?
- İlk sahneye çıktığımda replikleri unuttum. Ama bayağı bayağı unuttum! Felaketti... Bu, benim için çok ciddi bir dönüm noktası oldu. Sonra hayatım boyunca bir daha asla unutmadım.
Şimdi repliklere nasıl çalışıyorsun...
- Örgü ören biri, kaç ilmek attığını bilemez ya, ben de kaç bin kere bir kelimeyi tekrar ettiğimi artık bilmiyorum. Yaptığım işin, ancak inanç, sabır ve inatla sürdürülebilir olduğunu düşünüyorum. Ve hakkını vermeye çalışıyorum.