İnsanın en sevdiği varlığının ölmesi. Birbirine sırt sırta yaslanmış iki ağaç düşünün, birisi aniden yıkılınca, ne olur? Ne olursa, Hasan Pulur’a da ooldu, 50 yıllık karısını, hayat arkadaşını, can yoldaşını kaybetti. Neler hissettiğini ve yaşadığını sordum, anlattı...Başınız sağ olsun. 50 yıldır birlikte yaşadığınız aşkınızla ayrı düştünüz. Onu bir daha görme şansınız yok. Bu, nasıl bir travmadır?- Fena. Çok fena. Ve telafisi mümkün olmayan bir travma. Her yerde onu arıyorum. Mesela, buraya seninle buluşmak için geldim ama biz Meral’le gelirdik aslında. Sabahları hava iyiyse, "Bırak evde kahvaltıyı, hadi Ulus Parkı’na"
derdik. Hayatımın her anında, her satırında onun izi var. Dün gece tuhaf bir şey oldu. Kavga etmeyelim diye iki televizyon var bizim evde. Kendi televizyonumda maçımı izliyorum, o da kendi televizyonunda belgeselini ya da dizisini. Dün, her zaman yaptığım gibi, onun odasına gittim, "Hadi ben yatıyorum. Allah rahatlık versin" dedim. Baktım, televizyonu kapalı. Odada da kimse yok. Doğru ya, Meral artık yok. Meral öldü...
Tam olarak kendinizi nasıl hissediyorsunuz: a) Piç gibi ortada kaldım b) Yaşam gayem yok oldu c) Yaslandığım çam devrilmiş gibi d) Ben can yoldaşımı, hayat arkadaşımı kaybettim- Hepsi ama en çok can yoldaşımı, hayat arkadaşımı kaybettim. Babandan, annenden, çocuğundan daha yakın kocan ya da karın sana. Kimse babasının, annesinin yanında çamaşır filan değiştirmez, onun yanında yapıyorsun. Meral benim en yakınımdı. Şimdi yok. Kaldık mı bir başımıza. E koyuyor tabii. Pantolon askısı takarım yıllardır. Arkadaki klipsleri o sıkardı. Sabahları ilaçlarımı o verirdi, ben bilmezdim, hangisini almam lazım. İş başa düşünce öğreniyorsun tabii. Ama zor, çok zor.
Bir erkeğin mi, bir kadının mı eşini kaybetmesi sizce daha zor?- Erkek, pek çok konuda kadına göre daha beceriksiz. Dolayısıyla, hayatta daha çok bocalıyor. Mesela 50 yıl boyunca çayımı Meral kaynattı, şimdi 75 yaşından sonra "kettle" nasıl çalışır, hızlı çay nasıl yapılır öğrenmek zorunda kaldım. Ama esas başka şeyler var, bunlar ıvır zıvır meseleler.
Ne gibi?- Biz baş başa sinemaya gitmeyi severdik, sonra eve dönüp o filmi tartışırdık. Okuduğumuz kitapları birbirimize anlatırdık. Meral, kafaca çok iyi anlaştığım bir dostumdu aynı zamanda. Sonra iyi bir okurumdu ve en büyük eleştirmenim. Dümdüz bir 50 yıl geçirmedik. Çok hayat dolu bir kadınla birlikteydim, dolayısıyla renkli yaşadık. Artık hayatımda o renk de yok. "Her şeyin sebebi, ilahi kudret diyoruz" ya, şöyle düşünüyorum: Ölümü verdiğine göre, sabrı da verecek. Lütfen versin. Babamı da, annemi de kaybettim, başka sevdiklerimi de. Ama o acılarımı konuşacak hep biri vardı yanımda: Meral. Şimdi peki, onun ardından hissettiğim acıyı, kiminle konuşacağım, kiminle paylaşacağım... 50 yıl birlikte yaşadığım karımı, 25 gün içinde kaybettim. Bu 25’in 13’ü de yoğun bakımda geçti. Kaldı mı bana, 12 gün. Onun hastalığına bile doyamadım. Oysa, ona bakabilmek, yardım edebilmek isterdim, her şey o kadar apar topar oldu ki, hiçbir şey yapamadım...
Güzel güzel yaşayıp gidiyordunuz, birlikte kahvaltılar ediyordunuz. Bu hastalık nasıl, nereden çıktı?- Bir gün, bir sabah "Sırtımda bir ağrı var" dedi. Bir de, nefes darlığı çekiyormuş. Alerjik astımı var, ona yordum. "Check up’a gideyim bari" dedi. En yakın arkadaşıyla gitti. Doktor şüphelendi, biyopsi için parça aldı. Ve acı gerçeği öğrendik: Akciğer kanseri. 20 santimlik bir tümör, nefes borusunun hemen altında. 12 gün hastanede yattı ve iki seans kemoterapi gördü...
Bir faydası olmadı mı?- Tam tersine, daha da beter oldu. O kadar ıstırap çekiyordu ki, yoğum bakıma aldılar. 1 Şubat’ta girdi, giriş o giriş. 13 Şubat’ta acı haberi geldi.
Uzun yıllar birlikte yaşamak, alışkanlığı mı bağımlılığı mı arttırıyor?- Bilmiyorum. Benimki bağımlılık mı, alışkanlık mı, onu da bilmiyorum. Ama hayatımda ciddi bir boşluk hissediyorum. Allah’tan gazete var, yazı yazıyorum, çocuklar da yalnız bırakmıyor, torunlar morunlar. Ama gece yatarken birdenbire irkiliyorum, "Meral" diyorum, ses yok, kendi kendime fısıldıyorum: "O şimdi toprağın altında." Bu tabii normal bir
yaklaşım değil, farkındayım...
Peki hiç mi beklemiyordunuz?- Meral’in benden önce öleceğini mi? Asla. Ağır bir hastalık geçirdim ben. Şu anda yattığı mezarlığın tapusu da bendeydi, dedim ki "Bu, sende kalsın, nasıl olsa beni sen gömeceksin!" Çok kızdı bana, "Böyle konuşulur mu?" filan dedi, kavga dövüş verdim tapuyu. Sonra onu kaybettik, tapu yok meydanda. Onun evrakları arasında arıyorum, meğer tekrar benim evraklarımın arasına koymuş. Bilirmiş gibi...
Daha sağlıklı olan o muydu?- Evet. Çok titizlenirdi sağlığına. Check-up’larını filan düzenli yaptırırdı. Ben yaptırmadığım için de, beni köylü olmakla suçlardı. Ama bir taraftan da, bir yeri mi ağrıyor, asla söylemezdi. Yeter ki, ben üzülmeyeyim. Şuna inanırdı: "Hasan, sabahları bu evden asla, üzüntülü ve canı sıkkın çıkmayacak. Çıkarsa, bu onun yazılarına yansıyabilir." Böyle de bir kadındı. Son dönemde banka hesaplarımızı filan hep ortak yaptık, gidiyorum ya...
Niye bu kadar emindiniz gideceğinizden?- Yaş olarak da, sağlık olarak da kendimi daha çok yakıştırıyordum. Ben de kanserim, prostat. Radyoterapi oldum, durdu benimki. Sağ olsaydı Meral, bunları asla söyletmezdi. Batıl inançları vardı, "Göze gelirsin" filan derdi. Ayazmadan sular alır, okunmuş zeytin yapraklarını oralara buralara saklardı.
Şu anki ruh haliniz nedir?- Ölümü filan düşünmüyorum, ölmek de istemiyorum. Ama bu, ölümden de beter bir hal. Ayrı bir hal. Ne ölümü bekliyorum, ne ölümü arzu ediyorum, ne ölüme yattım; çok ağır bir travmayla baş etmeye çalışıyorum. Ama bunu yaşamam lazım. Biliyorum ki, bu travmayı yaşamazsam, ölüme doğru gideceğim. Hayat tuhafmış, hayat gevrek bir ağaç.
Nasıl yani?
- Bazı ağaçlar, fidanlar vardır, asılırsın yere kadar, yatar ama kırılmaz. Hayat da öyle işte. Mecbursun yaşamaya. Başka bir şansım mı var? Çok büyük bir yıkıntı içindeyim ama hálá ilaçlarımı alıyorum sabahları, kahvaltı yapıyorum, akşam küçük bir kadeh bir şey içiyorum, bugün ne yazacağım diye düşünüyorum...
Peki eşinizin ölümünden sonra günleri sayıyor musunuz?- Saymaz mıyım? Kırkının çıkmasına iki gün var. Meral’imi, torunları aldığımız hastaneye verdim. Torunlar orada doğdu, karım orada öldü. Böyle şeyler geliyor aklıma.
Kanserin üzüntüyle filan alakası olduğuna inanıyor musunuz?- Artık inanıyorum, son zamanlarda bir takım sorunlarımız oldu, benimle ilgili değil, boşanan bir oğlum var, Meral onlara çok üzülüyordu. Bir de tabii hayatı boyunca sigara içti, altı yıl önce torunu için bıraktı. Ama ondan önce müzmin bir içiciydi. Sigara da mutlaka hasar vermiştir...
Karınızın en çok nesiyle gurur duyardınız?- Metanetiyle. Ben 43 seans radyoterapi oldum. Hepsinde de yanımdaydı. Ve çok dikkatliydi. Orada bir önlük veriyorlar. Bizimki beğenmemiş, gitmiş bana kendi başka bir önlük diktirmiş. Böyle de müthiş bir kadın.
Yapmadığınız için pişmanlık duyduğunuz bir şeyler var mı?- Var. Hep bir dünya turu isterdi. Ama yapamadık. İşti, mişti denk düşüremedik. Şimdi pişmanım.
Yaşlandıkça daha açık bir adam mı oldunuz?- Evet. Biraz da geveze oldum! Bir güven geldi galiba. Geçmiş yılların getirdiği bir güven. Bir laf vardır: "Yel, kayadan ne alır?" diye. Kendimi kaya sanıp, rüzgára aldırmıyorum herhalde. Evvelden korkuyordum.
Gerçek Hasan Pulur’u bir tek Meral mi tanırdı?- Evet, Meral beni annemden, babamdan bile daha iyi tanırdı. Bir ortak noktamız daha vardı: İkimiz de boşanmış ana-babanın çocuklarıyız. O yüzden de, çektiğimiz şeyleri çocuklarımız çeksin hiç istemedik, boşanmayı aklımızdan dahi geçirmedik.
Neler öğrendiniz ondan?- Dengeli düşünmeyi. Bir olay karşısında hemen feveran etmezdi Meral. Dururdu önce bir kendi kendine muhakeme ederdi. Bir de hep savundu beni. Başkalarının yanında hiç "Haksızsın" demedi. Ama eve gelince dersimi verirdi: "İnsanların yanında seni kırmak istemedim, ama o tartışmada karşındaki haklıydı, sen haksızdın..."
Peki onu hiç ihmal ettiniz mi?- Herhalde etmişimdir, her erkek gibi...
"Öldü ama yanıma geliyor ruhu bazen" gibi şeyler hissediyor musunuz?- Ben inanmam öyle şeylere. Ama geçenlerde ayak sesini duydum. Koridordan bulunduğum odaya yürüyormuş gibi geldi bana.
Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?- Allah rahmet eylesin.