50’lerindeki kırmızılı seksi kadın

Üzerinde, vücudunu saran kırmızı bir elbise var.

Dar, kırmızı bir elbise, bir kadına ancak bu kadar yakışır!

Muhteşem görünüyor.
Siyah saçları omuzlarında.
Bedeni son derece diri duruyor.
Belli ki, düzenli spor yapıyor.
“Yoga mı, pilates mi?” diyorum.
“Pilates” diyor.
40’larının sonunda./images/100/0x0/55ead435f018fbb8f89959a7
Ya da 50 olmuş mudur?
Bir kızı, bir oğlu var.
Hepimizin tanıdığı çok başarılı bir işkadını.
O kadar coşku yapıyorum ki, hafif mahcup, “Gerçekten iyi görünüyor muyum?” diye soruyor.
Öyle bir soruyor ki, güzelliğinin, dişiliğinin, seksiliğinin farkında değil sanki.
Olabilir mi gerçekten?


“Baksana sen, gel seninle bir şey içelim” diyorum.
Şarap söylüyoruz.

“Sevgilin var mı?” diyorum.
Gözlerinden bir bulut geçiyor, “İki senedir yok!”

“Sen deli misin, hayatının en güzel zamanı” diyorum, “Sen ne zaman bu kadar dişi oldun ki? Hesap vermen gereken biri yok. Çocukların da büyümüş. Eeee, şimdi olmayacak da ne zaman olacak. Adamları mı beğenmiyorsun, nedir sorun?”
“Yok mesele o değil” diyor, “Benim yaşıtlarım ya evli ya da uzun beraberliklerin içinde. Ben de evliydim biliyorsun, elimi ilk tutan erkekle evlendim. Tabii ki çok âşık oldum, o da bana oldu, birlikte büyüdük, 20 yıl sürdü, çocuklarımız oldu, üniversiteyi bitirdiler?”

“Adam seni aldattı diye okudum bir yerlerde?”
“Doğru ama sorunlar daha evveline dayanıyor. 10 yıl öncesine. Tam da benim ‘biri’ olmaya başladığım, insanların beni tanıdığı, her gittiğim yerde, ‘Bilmem kim hanım hoş geldiniz!” dediği zamanlar. Bu tür şeyler eşimin sinirini bozdu?”

“Adam da sıradan biri değildi ki ezilsin senin kişiliğinin altında?”
“Öyle deme, en sofistike, en varlıklı, en entelektüel erkek bile bundan rahatsız oluyor. Karısının kendisinden önde olmasını tercih etmiyor. Sonra yıllar içinde iyice koptuk, kendine genç bir sevgili yapınca da, ayrıldık. Onu da anlıyorum, inan kızmıyorum. ‘Bende hâlâ iş var’ demenin, erkek olarak kendini kanıtlamasının bir yolu. Zaten çoktan iki kardeşe dönüşmüştük. Nafaka filan da istemedim, gayet sorunsuz boşandık. Sadece soyadını almak istedi, ‘E yok artık, daha neler, ben bu isimle tanınıyorum’ dedim, neyse ki uzatmadı, boşandıktan sonra bir cezalandırma yöntemi olarak bunu talep eden pek çok erkek var. Tuhaf, yıllar geçiyor, öyle bir an geliyor ki, âşık olduğun, birlikte büyüdüğün erkekten, kafaca daha ileride olduğunu fark ediyorsun. Belki de biz kadınlar daha hızlı olgunlaşıyoruzdur?”

“Peki sonra? Kimseyle sevişmedin mi?”
“Biri oldu. Bir süre sevgili olduk, sonra evlendik...”

“Onunla da mı evlendin? Niye!”
“E benim yaşıma gelince, kaçamak buluşmalar filan kabak tadı veriyor, kocaman çocuklarım var benim, kendime yakıştıramıyorum. Bir de lanet olası, bir mahalle baskısı oluyor. Bir ismim, bir ağırlığım var ya... Annem bile ‘Madem adamı seviyorsun, evlen’ dedi. İyi halt ediyormuşum gibi evlendim. Halbuki özgür olmak istiyordum. Ayrı evlerde oturmak istiyordum. Ben bir eş değil, sevgili istiyordum, romantizm istiyordum, güzel yemeklere, seyahatlere gidelim istiyordum. Sonra, kendi dünyama dönmek istiyordum. Fakat bizim toplumumuzda, bu, bir kadın rolü değil. Bir erkeğe böyle bir şey söylersen, ‘Sen ne demek istiyorsun, beni sevmiyor musun?’ diyor. Hoş da biriydi, evlenmeye can atıyordu, e benim de yatıp kalkıp şükretmem gerekiyordu, e bari evleneyim dedim?”

“Sonra?”
“Hayatımın hatasıymış! Nefes alamaz oldum. Her şeyimle fazlasıyla ilgiliydi, ama sana alan bırakmıyor? ‘Kaçta geliyorsun? Nereye gitmek istersin? Nerede buluşalım? İşte olanları anlatmadın bana, neden paylaşmıyorsun? Yeteri kadar yakın hissetmiyor musun? Sevişmek istemiyor musun?’ Bir de kıskançlığı cabası. ‘Sana selam veren kim? Şu adamı nereden tanıyorsun? Yoksa, beni artık tutkuyla arzulamıyor musun?’ 11 ayı zor ettik, boşandık?”

“Ha şimdi anladım neden erkeklerden uzak durduğunu?”
“Evet Ayşecim, kırmızı elbiseleri giyiyorum. Ama erkeklere artık korkuyla bakıyorum. Varsın olmasın kimse hayatımda. Ben işime konsantreyim, üretmek istiyorum, çocuklarımla daha çok birlikte olmak istiyorum. Tamam arada hoş bir yerlere yemeğe gitmek, heyecan duyduğum bir adamla sevişmek isterim ama onunla yaşamak, 24 saat dipdibe olmak, hele evlenmek hiç istemiyorum. Flört istiyorum. Aşk, seks istiyorum ama aynı anda özgür olmak istiyorum. Ne yazık ki, benim yaşımda ve konumumdaki bir kadın için mümkün değil bu ülkede. Bu yaştan sonra da, hayatıma kazık çakacak bir erkek, ‘bir problem daha’ manasına geliyor. Ben almayayım, onun yerine pilates yapayım?”

AĞIR OL, MOLLA DESİNLER

Duyduklarım beni şaşırtıyor.
Demek ki, bu toplumda 50’lerinde bekâr bir kadın olmak zor?
Ya evli olacaksın?
Ya da yalnız?
Arası pek yok?
Ya da “Ben marjinalim, var mı, kimseyi iplemem” diyeceksin, istediğin adamı koluna takıp dolaşacaksın?
Ama o zaman da mahalle baskısından ya gebereceksin ya da gebertileceksin!
50’lerinde demek ki kadınlar için ağır ol, molla desinler kıvamı başlıyor.
Oysa, ne büyük haksızlık!
Erkekleri düşünün.
Onlar için hayat esas olarak 50’lerinden sonra başlıyor.
Hele boşanmışlarsa ne âlâ?
Rahatlıyorlar, gevşiyorlar...
Boşanmak pek çoğuna fevkalade iyi geliyor.
Çocukların sorumluluğu nasıl olsa annede, hafta sonları görürlerse görüyorlar, tabii işleri yoksa, müsaitlerse, seyahatte değillerse?
Genç sevgilileri oluyor, olabiliyor; yemeklere, tatillere gidiyorlar, yatıyorlar, kalkıyorlar, erkekliklerini dibine kadar yaşıyorlar, herkes de onlara hak veriyor?
Peki ya kadınlar?
Anasını satayım, ne biçim bir durum bu?
Bizim niye böyle haklarımız olamıyor?
Çocukların var, hesap vermen gereken bir çevren ve toplum var, eski kocan var, repütasyonun var, herkes seni öyle ya da böyle izliyor, gözlüyor?
Sen öl?
Güzel ol ama gömül?
Kimseyle sevişme?
Gününü gün etme?
Oysa ben, kırmızılı kadına, tam “Seni ancak 35-40’larında bir adam keser, üstü yaşlı gelir!” diyecektim?
Anladım ki?
Böyle bir ihtimal yok?
Baskılar yüzünden, onun istediği de yok?
Bazen bu yaşadığımız topluma, ikiyüzlülüğe, bütün bu erkek egemenliğine lanet olsun demek istiyorum.
Demeyeceğim?
Onun yerine kadınları isyana teşvik edeceğim?.
Kızlar! Boşverin, yaşınıza, konumunuza, onun bunun dediğini takmayın, hayatınızı yaşayın, sevişin istediğinizle, ölümlü dünya bu, kimseye aldırmayın?
Biz değiştiremezsek birtakım şeyleri, bu toplum nasıl değişir?

Siz yasaklayınca eşcinsellik bitecek mi
/images/100/0x0/55ead435f018fbb8f89959a9
Sen yasaklasan ne olur?
Kaç yazar?
Gerçeği, hayatın içinde var olanı nasıl yok edebilirsin ki?
Niye edesin ki?
Sen kimsin?
Sen RTÜK’sün.
ŞAKA GİBİ
Alt tarafı bir film.
Propaganda değil, bir şey değil.
İyi film kötü film?
Ben fikrimi söyleyeyim: Sex And The City-2, kötü bir film?
İzledim, açmadı.
Ama neticede sadece bir film.
Bir öykü anlatıyor sana, gerçek olsa ne olur, kurgu olsa ne olur.
Ama filmin bir yerinde bir eşcinsel evlilik var diye, filmi yasaklayalım mı, yasaklamayalım mı, uyaralım mı, uyarmayalım mı diye tartışmak neyin nesi.
Nitekim uyarmışlar.
Kanala, “Sakın ha bir daha olmasın!” demişler.
Bence şaka gibi.
Farkında mısınız, baştan aşağı lezbiyen bir ailenin çocuklarıyla ilişkisinin konu edildiği bir film (The Kids Are All Right) Oscar adayı oldu.
Siz yasaklayacaksınız da ne olacak?
Bundan sonra lezbiyen ilişki olmayacak mı?
Güldürmeyin beni!
Yazarın Tüm Yazıları