Paylaş
Fotoğraflara bakarken, şu yanda gördüğünüz iki fotoğrafa denk geldim.
Ve bir çığlık attım.
Yıl 1970.
Tansu Özkök, Ertuğrul Özkök ve Canan Tangün. Paris’te, Saint Michel Meydanı’ndalar, 20’li yaşlarındalar.
Nasıl da genç, güzel ve serseri görünüyorlar.
Onları nasıl bir gelecek bekliyor henüz bilmiyorlar.
Notre Dame Katedrali de arkada bütün haşmetiyle dikiliyor.
*
Şimdi ikinci fotoğrafa bakıyorum.
Yıl 2005.
Yine Tansu Özkök, Ertuğrul Özkök ve Canan Tangün, yine Paris, Saint Michel Meydanı, yine Notre Dame Katedrali.
Gülümsüyorum.
Üç kafadar, 35 yıl sonra aynı yerde aynı pozu vermişler. Ahmet Tangün de onları görüntülemiş. Serseri ruhlarından hiçbir şey kaybetmedikleri kesin. Aynı yerde, aynı şekilde yıllar sonra görüntülenmek, bunu akıl etmek...
Bu çocuksu muziplik, acayip hoşuma gidiyor.
Cumartesi günü yer olmadığı için kullanamadım.
Bugün kullanıyorum.
Neden sormadın?!
"Ankara’daki yerel seçim adaylarıyla yaptığınız röportajları ilgiyle okudum. Yalnız Gökçek röportajınızda bir eksiklik var: Siz sözünüzü sakınmayan, keskin sorular soran bir gazeteci olarak, nasıl oldu da Nevin Gökçek’e ziyaret ettiği evlere yardımları hangi parayla yaptığını sormadınız? Bu kadar parayı ceplerinden mi ödüyorlarmış, hiç zannetmiyorum. (Hatice B.)"
Sordum tabii. Ne demesini bekliyorsunuz? "Belediyeden bize para aktarılıyor. Bu yardımları da o parayla yapıyorum!" Mu? Der mi böyle bir şey? Aklınız alıyor mu? "Vakıf kurduk. Ben de o vakfın başındayım. Bizim gelirimiz belediyeyle alakası yok, para vakıftan geliyor" dedi. Ben de çok manalı bulmadığım için koymadım...
Fener ve yükselen libidom
Ekranda Fener-Kayseri maçı var.
Yerde halıda uzanmış yatıyor. Üzerinde bir şort bir tişört. Birden yanık keli, teni (burada havalar çok güzel) ve bedeni gözüme çok güzel görünüyor.
Aman Allah’ım benim bir libidom var ve işte şimdi yükseliyor, hissediyorum.
Bir aydır televizyon yapacağım diye stresten öldüğüm için yerlerde sürünüyordu.
Hoşgeldin libidom!
Gidip ona sarılıyorum.
Kafamı, boynuna gömüyorum.
İşte o sırada..
Tam o sırada...
Semih gol atıyor.
Sevgilim nasıl seviniyor, nasıl tezahurat yapıyor anlatamam.
Ve ve ve hayatımda duyduğum en tuhaf şeyi söylüyor: "Sakın kıpırdama, böyle kal!", "Nasıl yani?" diyorum, "Pozisyon değiştirme uğurlu geldin."
Önce dalga geçiyor zannettim, ama hayır, pozisyon değiştirmem o andan itibaren yasaklanıyor.
Boynu ile göğsü arasında bir yere gömülmüş haldeyim.
"Nefes almakta zorlanıyorum!" diyecek oluyorum ki....
İkinci gol geliyor.
Yine müthiş bir coşku.
Ama tabii aynı pozisyonda durmak öyle kolay değil, belim ağrıyor, bir de sıkılıyorum, uyusam mı acaba derken daha eğlenceli bir şey buluyorum, sağ elimi bedeninde gezdirmeye başlıyorum.
Bana hiç "Ayşe" demez, diyor, en sert ses tonuyla, "Ben Fener maçı seyrediyorum!" Yani "Bana nasıl dokunursun!" demek istiyor, "Fener maçında öpüşmek, koklaşmak, ön sevişme bu tür şeyler yok, buna nasıl cüret edersin!"
Ben yine pozisyonuma dönüyorum.
Bu hafta yapacağım röportajları filan planlıyorum.
Aradan bayağı bir zaman geçiyor, e çişim geliyor.
"Tuvalate gidebilir miyim?" diyorum.
Hiç hoşuna gitmiyor.
"Peki git" diyor.
Ayağa kalkıyorum...
İşte o sırada Volkan, kırmızı kart görüyor ve oyundan atılıyor.
Sevgilim de beni evden atacak!
Öyle bir bakış fırlatıyor ki, "Tuvalate gidecek zamanı buldun" der gibisinden.
Özür diliyorum.
"Tamam, hadi çabuk gel" diyor.
Hálá uğursuz ilan edilmedim demek!
Hemen geri dönüyorum ve pozisyonumu alıyorum.
Maç uzadıkça, uzuyor.
Neyse ki, sonunda 2-0 bitiyor.
Bu Fenerliler gerçekten normal değil.
Onları heyecan verici yapan da bu!
Paylaş