Hüzün bayramı

Yine babasız, amcasız bir bayram. Benim için bayramlar artık hüzünlü geçiyor. Onları anmak, sizleri de biraz gülümsetebilmek için sayfamı bugün amcam Huysuz İhtiyar’a bırakıyorum. Hepinize sağlıklı, huzurlu, mutlu bir bayram diliyorum.

Haberin Devamı

BAYRAM ÇOCUĞU
Bayram sabahı erkenden kalktım, banyoya yürürken topalladığımı fark ettim. Yine terliklerimden bir tekini giymeyi mi unuttum diye ayaklarıma baktım. İkisini de giymiştim. Demek ki topallamam, terlik eksikliğinden kaynaklanmıyordu. Banyoda iki bileğimin birbirine hiç benzemediğini gördüm. Sol ayak bileğim davul gibi şişmişti. Üstelik aşık kemiğim de acıyordu. Ayağımın bayram bayram bana attığı kazığa bakın!
Ben de ona inat olsun diye, teybe Sümer Ezgü’nün “Ferai”sini koyup sabahın köründe bir güzel zeybek oynamaya başladım.
Bileğim sızladıkça, “Çatlasan da patlasan da oynayacağım!” diye homurdanıp yorgunluktan dilim çeneme sarkana kadar oynadım.
Sonra da sabah denizini seyretmek için pencerenin önündeki koltuğa oturdum. Karla karışık yağan yağmurdan deniz filan görünmüyordu.
Yalnız, önümdeki bütün apartman bacalarının üstüne birer martı tünemişti. Baca deliklerine mabadlarını hizalamışlar, içeriden gelen sıcaklıkla kıçlarını ısıtıyorlardı. Demek ki kent yaşamı, martıların da ahlakını bozmuştu. Buz gibi suya fişek gibi dalıp balık avlayan o babayiğit martılar gitmiş, yerine kıçı üşüyen yumuşakça kent martıları gelmişti.
Derken, çevre gecekondularından bayram harçlığı seferine çıkan çocukların akınları başladı. Demek ki din ticareti eğitimi artık küçük yaşlarda başlıyordu. Hiç tanımadıkları evleri bayramlaşma bahanesiyle dolaşıp para toplama işi gecekondulaşmayla başlamıştı.
Ben bayramlaşmaya gelen eski bekçilerimle çöpçülerimi özlemiştim oysa...
Yine de gelen çocukların kara gözlerindeki mahzun ve kurnaz bakışlara dayanamadığım için arife gününden bir sürü bozuk para hazırlamıştım.
Ama bayramlaşmaya gelen çocukların bazıları, işlerini şişiriyorlardı. Aceleyle yalap şap bir el öpüp, “Haydi, harçlığımızı ver de gidelim ihtiyar. Daha çalacağımız çok kapı var!” gibisinden alacaklı ve sabırsız bir edayla kapıda dikiliyorlardı. Ben de onlara inadına lokum tutuyordum ve yüzlerindeki düş kırıklığı ifadesini keyifle seyrediyordum.
İçlerinden homurdanarak asansöre doğru yürürlerken, “Bir dakika çocuklar, bu ne acele? Bayram harçlığınızı almadan mı gidiyorsunuz?” diye seslenip üstlerine kapıyı kapatıyordum. Sonra kendi kendime sırıtarak bir sigara yakıyordum. Onları yeterince beklettiğime de inanınca, kapıyı tekrar açıp harçlıklarını veriyordum.
Bazen de zil çalınca, kapının arkasına gizleniyordum. Gelen çocuklara kapıyı açmayıp konuşmalarını dinliyordum.
Konuşmalarından anladığıma göre, bu veletler örgütlü çalışıyor. Aralarında müthiş bir haberleşme ağı kurmuşlar. Kimin kaç para verdiğini, kimin evde olmadığını baştan biliyorlar. Belki cep telefonları bile vardır. Zaten, geçen bayram aynı çocuğu bayramlaşmaya üçüncü kez gelişinde enselemiştim. Her seferinde ayrı elbise giyiyordu. Demek bunlar birbirleriyle kılık değiştirip yağlı buldukları bayram kapısına tekrar tekrar geliyorlardı.
Ben de gardırobun karşısına geçip kendime bayramlık bir giysi seçmek için bakındım durdum. Göbeğimden ötürü takım elbiselerimin içine giremediğimden zorunlu olarak smokinime razı oldum. Bir gün lazım olur diye eşek yüküyle para ödediğim smokinimi bayramlık olarak giymek fırsatı çıktığı için sevindim bile!
Girdiğim apartmanlarda elini öptüğüm kadınlar ve adamların çoğu bana yarı acıyarak, yarı korkarak bakıp kapılarını aceleyle kapattılar. Kılığıma bakıp üstü karışık Bursa kebabı ısmarlayanlar da oldu.
Ama yine de bir hayli bayram harçlığı topladım.
Bindiğim taksinin şoförüne, “Kadırga Meydanı’ndaki bayram yerine çek” dedim. Ne meydan kalmıştı, ne de bayram yeri...
Bütün bayram yerlerini dolaştık. Ama hiçbir bayram yeri, yerinde değildi. Üstünde dönüp durduğum atlıkarıncalar, kolan vurduğum kayık salıncakları, 3 penaltı golüne bir paket Yeni Harman sigarası veren kaleci yoktu artık. Zaten topal ayağımla bende de penaltı çekecek hâl yoktu.
Bayram yerleri kaybolmuştu ama bayram çocukları çok şükür hâlâ yerlerinde duruyor. Zaten bayramlar çocuklar için icat olunmadı mı?
Bir bayram günü kapınıza gözlüklü, uzun, göbekli ve kelcene bir adam gelip elinizi öperse, ona sakın çocuk olmadığını söylemeyin. Hiç olmazsa, lokum ikram edin.
Oğuz Aral

Yazarın Tüm Yazıları