Paylaş
Neler olduğunu anlatacağım. Bugünlük eski bir yazımı sizlerle yeniden paylaşıyorum. Bu yazıyı 2010 martında yazmışım ama bu da o zamansız yazılardan biri sanırım, ne dersiniz?
Para... İnsan hayatının bir kağıt parçasına bu denli bağımlı olmak zorunda kalması ne fena... Yokluğu dert, bazen varlığı da…
Paranın ne derece önemli bir halt olduğunu anlamam yedili yaşlarıma denk gelir, o da şöyle... Bir gün babamın cüzdanından, bakkaldan şeker almak amacıyla habersiz olarak aşırdığım beş liranın başıma açtığı durum hala hafızama kazılı durur. Ben ne bileyim ki o paranın rahmetli Turgut Özal tarafından babama hatıra olarak imzalandığını… Allah'tan bakkal parayı bulup geri teslim etmişti de on beş günlük ev hapisi cezam da üç gün ile sınırlı kalabilmişti.
İlerleyen zamanlarda paraya olan ilgim daha da artmaya başladı.
“Baba bana bebek alır mısın?”
“Daha yeni aldık ya Ayşe, paramızı çok harcamamalıyız.”
“Anne, yazın yine yazlık eve gidelim.”
“Ayşecim babanla konuşalım, para durumumuz el verirse gideriz elbette.”
Sırf annem babam olsa iyi... Eve kim gelse, biz nereye gitsek, büyükler arasında söz dönüp dolaşıp paraya geliyordu.
Yavaş yavaş şu paranın ne mühim bir halt olduğuna dair kafamda bir şeyler oluşmaya başlamıştı. Hele bu kağıtçıkların üzerinde babamdan sonra en sevdiğim adam olan Atatürk'ün de resminin olması paranın anlam ve ehemmiyetini daha da arttırmaktaydı.
Babamın işten eve neredeyse sabah ben okula giderken yorgun bir halde gelmesinin de tek sebebinin para olduğunu öğrenince, bu duruma el koymaya karar verdim ve ticarete atıldım.
İlk olarak, sayıları yaklaşık yüzsekseni bulan, binbir çabayla, kavgayla, takas yoluyla sahip olduğum ve içlerinde en renklilerinin de bulunduğu cam misketlerimi, futbol oynadığım erkek arkadaşlarıma sattım.
Akrabalarımın bir kısmı yurtdışında yaşadığından, o zamanlar Türkiye'de bulunmayan her tür Barbie bebek aksesuarı bende bulunmaktaydı. Kız arkadaşlarıma da bunları sattım.
Sonra işi ilerlettim ve kitap, toka, walkman, lego derken baktım sıkı para kazanmaya başlamışım.
Ama para işte bu, kazandıkça daha çoğunu istiyor insan. Yaşıtlarımın da imkanları haliyle kısıtlı. Daha büyük yaşlardaki insanlara satacak bir şeyler bulmaya karar verdim. Ne de olsa beni kırmaz alırlar dedim.
Ama ne satmalıyım diye düşünürken, cin Ayşe imdadıma yetişti.
Babamı, amcamı ne zaman boş bulsam elimde kağıtlar ve kalemlerle usulca sokulup başladım yalvarmaya...
“Amca bana on tane Avni çizsene albüm yapıcam. Baba sen de on tane Arap Kadri çiz lütfen...”
İtiraf ediyorum en büyük vurgunumu Avni ve Kadri üzerinden gerçekleştirdim. Babamın film koleksiyonuna da haksızlık etmeyeyim, onların da çok katkısı oldu.
Ticaret hayatım bu hızla yaklaşık iki sene devam etti. Dokuzlu yaşlarıma geldiğimde “Richie Rich” kadar bir servetim olmasa da yadsınamayacak kadar param olmuştu. En azından ben öyle sanıyordum. Çünkü kullanmadığım eski iki okul çantam tıka basa dolmuştu.
Tam paralarımla ne tip bir yatırım yapmalıyım diye düşünüp duruken, bir gün yine annemle babamı para konuşurken yakaladım. Başladım kapı arkasından dinlemeye...
Bir ev almak üzerelermiş, ilk taksiti ödenmiş, ay başı sırada ikinci taksit varmış…
Tüm bencilliğimi safdışı bırakarak, anneme babama yardım etmeye karar verdim. Odama koştum, çantalarımı kaptım ve yanlarına daldım.
“Anne, baba, size bir sürprizim var. Aylardır sizden gizli ticaret yapmaktaydım. Ne olur bana kızmayın! Alın buyrun bunlar benim birikimlerim, ne olursunuz evin ikinci taksiti olarak kabul edin…” (Bir şeyin hacmiyle değerinin doğru orantılı olmadığını öğrenmem de meğer o günlere isabet edecekmiş.)
Bu açıklamamdan sonra topladığım paranın asgari ücretin beşte biri değerinde olduğunu öğrendim.
Daha sonra ana baba mahkemesi tarafından insanlara satış yapmaktan sömestr tatilini evde geçirmek, babamın filmlerini satmaktan eve bir hafta arkadaş gelememe, insanların emeklerini izinsiz başka bir amaç için kullanmaktan Avni ve Kadri çizmeye çabalama cezalarına çarptırıldım.
Para kazanıp aileme yardımcı olmaya çalışmam hafifletici unsurlar olarak görüldü. Babamın elime verdiği parayla, sattığım misketlerimi, Barbie bebek aksesuarlarımı ve walkmanimi arkadaşlarıma iki misli para ödeyerek geri alabilme şansına nail oldum.
Ticaret hayatım o gün itibariyle bitmiş oldu, paraya olan ilgim de… O günden sonra parayı amaç değil sadece araç olarak gördüm.
Ama baktım ki en sevdiğimin bile hayat sıralamasında para benden önce gelmekte… Çalışma hayatına başladığım şu günlerde hayatımda ilk kez para kazanıyorum ben. Bu sefer misketle, walkmanle falan değil; kendi çabam ve beni yetiştiren ailemin bana öğrettikleriyle...
Para kazanmak zorunda olup da kazanamayan insanlarımızı, işsiz kalan gençlerimizi, devletten hakkını almaya çalışan işçilerimizi, çaresiz insanlarımızı, açı, açıktakini görünce de diyorum işte; "Hey Lidyalı nereden keşfettin şu zıkkım parayı?"
Paylaş