Şu bronşit ömrümün yarısını yedi, daha doğrusu bronşitin suçu yok, anam yedi, bitirdi beni.
Biz yıllardır pek anlaşamayız. O gak der, ben guk. Ben babamın kızıyım, o da öbür kızının anası. Hiçbir konuda alt edemiyorum anamı. Benim boy topukluyla bir seksen beş, kadın topuksuz bir seksen. Benim yüzümde çizgiler var, kadının yüzü adeta mermer gibi. Güzelim diye aynaya bakıyorum, sonra önüme bir çıkıyor mavi gözleriyle, bütün havamın içine mıçıyor. “Şu kitabı oku, şu filmi seyret” şeklinde hava yapıyorum, “sen daha yeni mi keşfettin?” diyor. Çok seyahate gidiyor, “oh gez” diyorum, “sen de gez ama kaliteli gez” diyor, “ne öyle aptal saptal barlara gidiyorsun?” Sabrım dolup dolup taşıyor. Ve geçen gün sandım ki kafayı sıyıracağım. Hastaneden çıktık, baktım şoför köprüye girmiyor, Ulus’a sapıyor. “Ne oluyor anne?” “Hayatta bırakmam seni. Bir süre bende dinleneceksin.” “Hayır, asla anne, asla!” “Bu konu kapandı canım. Bir hafta gözümün önünden ayırmam seni.” Gözlükleri taktım gözüme, tırnaklarımı batırdım avuç içlerime, başladım ağlamaya… “Ha, iki gün öğlen yemeğe misafirlerim var, saklanırsın odanda, merhaba demek zorunda değilsin yani. Sana şimdi kitap alalım, dvd alalım, hatta istersen yün alalım, atkı falan örersin, küçükken pek severdin.” Cüzdanımda ne olur ne olmaz parası bulunmaz benim ama ne olur ne olmaz Zanaks’ı hep vardır, hop yutuverdim. Kendimi resmen alıkonulmuş hissettim, 155’i mi arasam, avukatımı mı diye düşünürken dedi ki “Hem sen de fena bir ayva göbeği peydahlanmış, sabahları benimle spora da gelirsin.” Oradan manava uğradık, ne çeşit sebze varsa aldı, “bak gör, bir hafta sonra dönüşün şahane olacak yavrum. Ha sigara da günde en fazla beş tane, ona göre.” Hiç araba seyir halindeyken kapıyı açıp atlamak istediniz mi? Ben o an dayanılmaz bir istek duydum içimde. “Ha, bir de yarın akşam sana evde doğum günü yemeği yapacağım, tüm sevdiklerin geliyor.” Yirmi kişi saydı, sevdiklerim sadece beş kişiyle sınırlı kaldı. “Anne, insan eti ağır gelir, ben yapamam, seninle telefonda bile kavga ediyoruz, ne olur beni evime bırak. Bak olmadı hastaneye geri dönelim. Ohohohhohooo bak hala öksürüyorum ben.” “Yok, o kuru öksürük, hırlama yok. Bir şey olmaz. Hem zaten kontratın da bitiyor, bana bir dünya kira ödetiyorsun, koca evde iki kişi yaşıyorsunuz. Sana benim sitede ev de bakarız.” Dedim ki Ayşe, ara Veli’yi, de ki “Seninle evlenmeye karar verdim, yarın hemen bu işi bitirelim. O olmazsa eski kocayı ara. Ne yapsam diye arabada kura kura, delirdim. Dün gecemiz sakin geçti, Allah’tan kendini odasına kapıyor. Arada ceeeee deyip ballı pis bir içeceği önüme koyup ikide bir “geç kalma, yat artık” diyor. Dayanamadım, ortak arkadaşımız İclal’i aradım. “İclal, anamı al ve seyahate götür, kulun kölen olayım.” “Ah be yavrum, ben şimdi havaalanındayım, Amerika’ya gidiyorum, bir ay yokum.” Eyvah kapı çaldı, Bayan Rotanmayer teşrif etti. “Giyin” “Nereye gidiyoruz anne?” “Nefes terapisine” “Gelmiyorum!” “Geliyorsun!” Gitmedim, şu an evde yüksek sesler hâkim. “Sen zaten hep böyleydin, vıdıdı da vıdı vıdı da vıdı…” Yarın sabah herkes uyurken Nesibe’yi alıp kaçıyorum buradan. Zaten terliklerim de parkelerini çiziyormuş, ay susmuyor, Susmuyorrrrrrrrrrrrr! Tebeşir tozu mu yutsam, ne yapsam, hastanede bile daha rahattım ulen ben.