Paylaş
Ayrılmamız da evlenmemiz gibi, patırtı gürültüyle oldu. Evliliğimiz boyunca genellikle War of Roses’daki Kathleen Turner-Michael Douglas modundaydık.
Ayrılırken ve ayrıldıktan sonra da maalesef o moddan pek çıkamadık. Zorunlu olarak yaptığımız telefon görüşmelerimiz bile, bazen onun bazen benim küt diye suratlarımıza telefonu kapamamızla sonuçlanıyordu.
“-du” demek aslında yanlış çünkü hala zaman zaman aynı şeyi yapıyoruz. Hal böyle olunca yani aramızda dostluk da kuramayınca, birbirimizi hiç görmemeye başladık.
Yaklaşık iki senedir sadece bir kere karşılaştık, daha doğrusu pişti olduk. O da bu yaz başı, bilinen bir mekânın üst katındaki bir restoranda, arkadaşımla yemek yerken kızım aradı; “Anne lütfen babamı ara, izin vermiyor falan filan için...”
Ya sabır çekip eski kocayı aradım, kızımın derdine derman olayım diye. Tam o sırada yemeğimiz bitmişti, aşağıya inmek için ayağa kalkmıştık ve olan oldu. Elimde telefon hala eski kocaya laf anlatmaya çalışan ben, elinde telefon hala eski karısına laf anlatmaya çalışan eski kocamla yüzyüze geldik. Başlarımızla birbirimizi selamladık, o sağa gitti ben sola. İşin komiği de telefonlar hala elimizde; konuşmaya, müzik eşliğinde kavga ederek devam etmece...
Gelelim sizlere bunları neden anlattığıma, bu hafta kızımızın doğum günüydü ve geçen sene bana dedikleri çok koymuştu; “Ne tuhafsınız ya, insan hiç değilse kızının doğum gününde bir araya gelir, bir yemek yer!”
Elbette çok haklıydı, bizimkisi eşeklikti ama maalesef kızımızın doğum gününe bir kaç gün kala birbirimize etmediğimiz hakareti bırakmamış, yine telefonda fena halde kapışmıştık. İşte kızımın geçen sene söyledikleri aklıma gelince, boks eldivenlerimi çıkartıp eski kocamı aradım;
“Selam, (…)”
“Selam, (…)”
“Ee nasılsın?”
“İyiyim, sen nasılsın?”
“Ben de iyiyim sağol, bak seni niye aradım...”
“Niye aradın?”
“(…)Kem küm ıgh gıgh, cumartesi bizim kızın doğum günü ya, o cumartesi arkadaşlarıyla olacakmış. Ben de dedim ki acaba cuma da …”
“Eeeeeeeeee”
“Hah işte cuma da, üçümüz yemeğe çıksak... ”
“Tamam, çıkalım. Nereye istiyorsanız yer ayırtın, isterse boyfriendi de gelsin, şu oğlanı daha da yakından tanıyalım.”
Telefonları kapadık, kavgasız dövüşsüz. Kızıma durumu anlatınca çok sevindi, hele babasının boyfriendini de davet ettiğini duyunca mest oldu.
O mest oldu da, ben iki gün boyunca adını koyamadığım bir şey oldum. Bir gerildim, bir gerildim ki botoks motoks halt etmiş. Onunla da kalmadı, alnımın tam ortasında sivilce desem hafif kalacak, resmen bir çıban çıktı. İki senedir uğramayan egzamalarım tekrar kapımı çaldı, yine kaşıntılarım başladı.
Başladım gidilecek mekânı düşünmeye. Kesinlikle sessiz, sadece çatal bıçak sesinin duyulduğu bir yer olmamalıydı. Kavga etmeye, laf dalaşına girmeye mahal vermeyecek bir yer olmalı, mekândaki hareket eğlence dikkatimizi dağıtmalıydı. Allah’tan boyfriend de geliyordu, en azından o var diye utanıp kılıçlarımızı masa altında tutardık.
Neresi neresi derken aklıma Al Jamal geldi. Hem tanıdık yerdi, yani kız tarafı hem de eğlencesi, şovu, dansözü, müziği vardı. Mekânın işletmecisi arkadaşım Ergün’ü arayıp yerimizi ayırttım.
Cuma günü geldi çattı. O sabah kalktığımda botokslarım tavan yapmıştı, aman Allahım ne gerilmek ne gerilmek, ne kaşım oynuyordu, ne gözüm. Akşamüstüne doğru kaşınma krizine tutuldum, kendi kendimi parçalayarak kaşınmam yetmedi, ulaşamadığım yerleri de sağolsun Ivanka halletti.
Ve giyinme zamanı, ya hu ne giysem ne giysem, tüm dolap aşağıya indi. Elbiseler denedim, göbek engeline takıldım. Taytlar denedim, kalça engeline takıldım. Baktım olmuyor; “Aman ya dedim, görücüye çıkıyor değilsin ya, giy kotunu çık dışarı. Hem ne demişler, kot joker her yerde geçer.”
Giyinme faslından sonra başladım makyaja, çıbanımı kapatabilmek için sekiz fondöteni karıştırıp yeni bir fondöten ürettim ama nafile. Şuursuz şey inatla bana nanik yapar gibiydi. Tüm uğraşılarıma rağmen bir türlü kapanmadı. “Yine aman ya” dedim. “Sanki görücüye çıkıyorsun.”
Tam o sırada boyfriend geldi. O da benden daha az gergin değildi. Biraz sohbet ettik, yatışalım diye birer bir şey içtik.
Ben makyajıma devam ederken kızım; “Anne bak, bu rimeli bugün aldım. İnanamayacaksın bir sürüyorsun, kirpiklerine parçacıklar ekliyor, baksana benim kirpiklere.”
“Aaa hakikaten şahane, versene süreyim ben de.”
Mok vardı ki sürdüm o rimeli de! Tuttu mu göz alerjim, başladı mı kaşınmaya. Gözlerim çeşme gibi akar oldu mu, hatta kızarıp ayyaş gözüne döndü mü!
Makyaj silindi, yine bir karışım yaptım. Bu sefer sekiz göz damlasından. Biraz normale dönünce, tam devam edecektim ki makyajıma.. “bip bip bip”
“Anne, babam geldi. Hadiiiii”
Çaresiz doluştuk arabaya, benim surat yatmışsın kalkmışsın, sabahları çarşaflar nasıl olursa o halde.
“Merhaba”
“Merhaba”
Yol boyu havadan sudan konuştuk ve mekâna vardık. Sağolsunlar masamızın yeri pek güzeldi.
Oturma faslında eski kocayla eski karı ben karşılıklı, çocuklar karşılıklı oturduk. Anaaaa yüzyüze kaldık mı biz. Kaldık. Çaktırmadan o beni, ben onu incelemeye başladık. Şu hayat erkeklere ne kadar bonkör, adam hiç değişmemişti. Benimse az buçuk da olsa geçen yılların izleri suratımda vardı.
“Eee, daha daha nasılsın?” faslı sırasında yemeklerimiz gelmeye başladı.
“Aaa bak, bu patlıcan salatası çok lezzetli. ”
“Ay evet, ben de çok beğendim. Biraz daha alır mısın?”
Bir süre sonra müzik başladı. Ardından da dansözler, gaza mı geldik ne; bir an ikimizi kadeh kaldırıp, şerefe yaparken buldum. Ay o da yetmedi, dansözlere bir eski koca, bir eski karı paralar yapıştırmaya başladık. O ne; bir baktım ellerimiz havalarda, ritim tutmaya bile başladık iyi mi?
Dansözler gitti, happy birthday çalmaya başladı ve pasta, tekrar kadehler havada.
Eh ben biraz da ağladım, yalan yok kızımız basmış on sekizine. Eh o pek ağlamadı ama gördüm gözleri sulandı. Gecenin sonuna doğru hesabı istemiştik ki, yaşları altmışlarda olan bir hanım yanımızdan geçerken durup şöyle dedi;
“Tüm gece sizi izledim, ay bayıldım vallahi, iki çocuk da sizin mi?”
Atladım; “Yok kız bizim, gerçi oğlan da bizim sayılır artık çünkü kızımızın erkek arkadaşı.”
Kadıncağız cevapladı; “Helal olsun vallahi sizlere, çok hoşuma gitti. Aman kıymetini bilin ne güzel; harika bir aile mutlu mesut bir karı koca, dünya güzeli bir evlat, medeni bir aile. Kalmadı evladım bu zamanda bunlardan, kalmadı maalesef.”
Kadın gitti bizim dörtlüye gülme krizi geldi. Ben atladım yine; “Mutlu mesut bir karı koca, hahahaa, gecenin lafıydı bu, haydi tekrar şerefe. İyi ki doğdun Begüm.”
Pasta yendi, kadehler boşaldı. Herkesin kendi evine doğru yola koyulma vakti geldi çattı. Eski koca evine, boyfriend evine, biz de Begümle ana kız kendi evimize ve kılıçlarımız olmadan, boks eldivenlerini takmadan geçen harika bir gecenin sonuna.
Paylaş