Antika sevdası

Yaklaşık bir aydır zamanında varımı, yoğumu verip aldığım antika koltuklarım, yemek odam, şamdanlarım, abuk sabuk bardaklarım, her türlü eski şey üstüme üstüme geliyor.

Haberin Devamı

Uğraşacak mecalim olsa koyacağım hepsini bir müzayedeye, satacağım ve kurtulacağım.
Şimdi üşensem de bunu eninde sonunda yapacağım.
Sanki üstüne üstlük ayrıca da uğursuzlar.
İki gündür cumaya antikaları yazacağım diye düşünürken çok eskiden yazmış olduğum bir yazımı buldum.
Buyurun buradan okuyun.

Antika

Yeni evime taşındığımdan beri, evdeki bazı eşyalar üzerime üzerime geliyor... Hangileri mi?  Antika olanlar.

Zamanında ben de bu antika furyasından nasibimi almıştım. Nerede bir müzayede, zırt ben orada.
 
Sonra iyice azıttım, yurtdışına da açıldım. Yıllar önce zatürreeden dönme sebebim; sabahın bir köründe, eksi on beş derecede, Paris’teki bir antika çarşısında, ne idüğü belirsiz bir tepsinin peşine takılmamdır.
 
Bir Amerika seyahati sırasında da bir dükkân bulmuştum. Antika objeler satan dükkânın özelliği satılan objelerin ünlülerin evinden çıkmasıydı.
 
Mesela Elizabeth Taylor’un vazosu, Cristina Onasis’in gümüş yemek takımı, Marlene Dietrich’in makyaj aynası, fiyatlar da haliyle anasının nikâhı tadında olduğundan, sadece Rock Hudson’a ait bir bardağı kapabilmiştim.
 
İstanbul’daki bir müzayede sonucu ise başıma şu olay gelmişti:
 
Eve yollanan kataloğa günler öncesinden bakmış ve gözüme bir dolabı kestirmiştim. Sabahın saat beşinde yatmama rağmen, sabahın sekizinde uyanıp, dolaba sahip olabilmek hırsıyla müzayededeki yerimi aldım.
 
Ne hikmetse, dolabın fiyatını arttıran olmadı, muhtemelen bir şeye benzemiyor diye, dolap bende kaldı.
 
Parayı ödedikten sonra yetkililer dedi ki, “On gün içinde size teslimatı yaparız.”
 
“Ne on günü” dedim, “Alt tarafı minik bir dolap. Neredeyse benim arabaya sığacak.”
 
Herkes tuhaf tuhaf birbirine baktı, aralarından bir bayan; “Ayşe Hanım” dedi, “sanırım yanlışlık oldu. Yerimiz kısıtlı diye kataloğa sadece dolabın resmini koyabildik. Aslında bu on sekiz kişilik yemek odası takımının sadece bir parçası. Daha masası, sandalyeleri ve büfesi var.”
 
İşte o an bittiğim andır. “Nereme koyarım ben onları, kocam şimdi ne der?” diye beyin travması geçirmem de bu yüzdendir.
 
Gelelim ana konuya. Evet, artık evdeki tüm eski şeyler bana batıyor fena halde, hatta halüsinasyonlar bile görmeye başladım eşyalara dair.
 
Antika sevdası
 
Kafamı sola çeviriyorum oymalı yeşil koltuk üzerinde yaşlı iki insan oturuyor ve bana diyorlar ki, “Eskiden bu koltuk bizim evdeydi.”
 
Yemek odası saraydan çıkmaymış; bir bakıyorum padişah, yanında şeyhülislam yemek yiyorlar gümüş kaplarda…
 
Hele bir “Josephin koltuk”  var ki, İtalyan bir marangoz bundan yüz yirmi sene önce karısına evlilik yıldönümü hediyesi olarak yapmış. Üzerinde “Biricik Lorettam’a” yazıyor. Ona da her baktığımda üzerine uzanmış bir kadın görüyorum ve şöyle diyor, “Salak o bana kocamdan hediye. Sakın yatmayasın üstüne yoksa ruhum senin peşini asla bırakmayacak, bilesin…”
 
Durum bu kadar ciddi yani. Ben kafayı yemeden bu eşyaları evden naşlamalıyım kesin.
 
Bu raddeye gelmeme sebep olanlardan biri de Ivanka’dır, sağolsun.
 
Bendeki manyaklık koltuk ve masayla sınırlı olmadığından, kırık dökük altmış yetmiş kadar çanak çömlek de evin her yerine dağılmış vaziyetteler…
 
Yeni eve taşındıktan sonra, eşyaları yerleştirirken Ivanka dönüp şöyle dedi, “Bak Anşa, bizimce evde kırık tutmak uğursuzluktan sayılır, buncacıkların her yeri kırık, gel atalım hepsini, sonracığına sen yenilerini alırsın.”
 
“Oldu Ivanka” dedim, “Onların hepsi çok değerli çıldırdın galiba. Bunlar Çanakkale, Selçuk falan filan...”
 
Anlam veremediğinden salaksın gibilerinden bana baktı, “Nice diycen öyle Anşa, bir de anlamadım neleri değerliymiş diye, sen istiyorsan ben eve gidince sana seçer sağlamlarından yollarım, bizim köyde nereyi kazsan bunlarla dolu, biz bulunca atarız çöpe.”
 
“O zaman" dedim; “Sen bırak çalışmayı, eve dön kaz bağı- bahçeyi bana yolla, bizim buralarda bunlardan alacak çok enayi var, aynı benim gibi…”
 
Neyse ben evdeki antikaları nereye şe’ettiricem diye düşünmeye giderken, sizi babamın benim antika manyaklığımla ilgili yazdığı kısa bir yazısıyla baş başa bırakıyorum...
 
AMA NEYLERSİN Kİ KADER
 
Şimdi bu Antika işine epey bir süredir büyük kızım Ayşe kafayı sardırmış durumda...
 
Evine girdiğinde ev depremden çıkmış gibi bir alay çatlak, kırık çanak çömlekle dolu...
 
Nereden toparlayıp eve doldurduğuna hala akıl erdiremediğim bir alay ıvır zıvır arasında Ayşe'nin kendisi de bana bazen kazılardan çıkmış gibi geliyor...
 
Örneğin evindeki o eski koltuk vs. öyle eğreti duruyor ki, sanki otursan sırtüstü yere yapışacaksın...
 
Bazen bir bardak su istiyorum... Su öyle bir toprak kasede geliyor ki, adam kendini su içen Ramses gibi hissediyor...
 
Neyse bunca kişi ardına düştüğüne göre demek ki bu ‘‘Antikacılık'' iyi bir iş...
 

 

Yazarın Tüm Yazıları