Paylaş
Sense mavi gözlü, sapsarı saçlı, 24 yaşında, 1.77’lik bir dünya güzeli.
Halaların panik yapmış hastane koridorlarında bir o yana, bir bu yana koşup durmuş, bağrınmışlar...
“Yok, olmaz, burada bir hata var; bizim İnci’nin olamaz bu kara kuru şey” diye.
Ama sen çoktan bağrına basmışsın o kara kuru şeyi, hatta kalbi de delik doğan o Ayşe bebeği.
Ayşe gelince tüm hayatın tepetaklak olmuş, hiç bitmemiş ki dertleri; hadi kalbini yamalatmışsın ama ya o deli beyni?
Normal değilmiş Ayşe; ya hep ya hiççilerdenmiş, bu yolda senin yıllar boyu içine etmiş.
Okulu desen ayrı bir dertmiş.
Flört desen; boyu posu sana benzediğinden on üçünde erkeklere göz kırpmaya, gizli gizli sokaklara taşmaya başlamış.
Bu arada kalbinde baş gösteren ritim bozuklukları nedeniyle yine hayatı sana zehir etmiş.
Geceleri odandan sesler gelirmiş, ağlarmışsın “Ya Ayşe, artık bir huzur ver” diye.
Ayşe kapıdan gülermiş; annemsin çekeceksin dercesine.
Yaş on dokuza gelince “evleneceğim” diye tutturmuş Ayşe, İnci saçını başını yolmuş haliyle.
Bakmış yapacak bir şey yok, çeyizini vermiş Ayşe’nin eline.
Ama evliliği evcilik sanan Ayşe kocasıyla her gün kavga edince yine boğmuş annesini, haliyle kadıncağız ikinci çocuğunu halalarına emanet edermiş.
Benim bu deli Ayşe’yle ilgilenmem lazım dermiş.
Yıllar geçmiş, Ayşe anne olmuş.
Bebeğini de anneye vermiş bir süre hayal dünyasında gezmiş tozmuş.
Sonra Ayşe büyümüş.
Bebek büyümüş.
Evcilik bitmiş.
Koca da büyümüş hem de haddinden fazla.
Baba da göçmüş.
Ayşe’nin hayaller suya düşmüş.
Ayşe yine inine dönmüş.
Nereye sığınacak, tabi ki anacığına.
Hep açmış anası kucağına ona.
Hiç huyları uymasa da.
Ayşe ne kadar deliyse anası İnci bir o kadar akıllıdır.
Ayşe ne kadar yoldan çıkmaya müsaitse İnci de hep aynı yoldan yürümeye bir o kadar meyillidir.
Ayrılamazlar işte.
Şu an küsler yine çünkü Ayşe geçen hafta çıldırttı kadını.
Bu sefer İnci açmıyor telefonları.
Bu sefer bebeklik, çocukluk resimlerini yolluyorum, tahrik olmuyor.
Hazır Anneler Günü geliyor. Belki bu yazıdan etkilenir. Belki kabullenir artık normal olmadığımı.
Belki anlar içimde kopan fırtınaları.
Seni seviyorum anne.
Anneler Günün kutlu olsun.
Not: Hep bu yönde sorular içeren e-postalar almaktayım, konuya açıklık getireyim; annem yazar İnci Aral değildir, sadece isim benzerliğidir.
Onun cücüğü bunun sapı
“Sağlıklı yaşa” diyorlar ya.
Bilgiler veriyorlar sağ olsunlar, “kulağa küpe edin” diyorlar, “onun şusunu tüket, bunun busunu...”
Acayip mantıklı.
Geçen gün yaz da geldi diye çıktım sokaklara, düştüm market yollarına.
Uyayım onlara dedim, doktorlara kulak vereyim dedim.
Elimde peçeteler; yazmışım üzerlerine reçeteler.
Topladım listedekilerin hepsini.
Geldim kasaya.
Kasiyer de topladı aldıklarımı.
Sonucu söyleyince, benim bağırsaklar sıkıştı.
Karında bir gerginlik, kulaklarda uğuldama, kafada bir dolgunluk hissi, kalpte çarpıntı, ellerde uyuşma, bacaklarda çekilme, yüzde istem dışı hareketler.
Neymiş... Avokado kansere karşı korumaymış... Tanesi beş lira!
Ceviz, bağırsak kanserine korurmuş; kilosu bilmem ne kadar!
Somon balığı; bilmem ne kadar!
Argan yağı,
Papaya,
Kuşkonmaz,
Kayısı,
Zerdeçal, sen orda kal!
Zakkum çiçeği,
Onun kökü, bunun sapı derken kasada gidiyordum alim Allah.
Sevdiğimin bilindik ucuz sebzelerini aldım, çıktım, bir kilo da istavrit ve ayran aldım.
Daha halkça korunma, yani hastalıklardan ucuza korunma tarifleri bekliyoruz.
Paylaş