Paylaş
Ah gönül nasıl istiyor ama bu Ayşe tatile falan çıkamıyor. Çıkan eşe dosta, akşamüstü onu arayıp “Hey, biz burada, şurada, eller havada...” diyenlere de saydırıp sövüyor.
Çünkü Allah’ın bu sıcağında ev arıyor.
Acelem var mı, var.
Kuyruk kapıya sıkıştı mı, sıkıştı.
Acı var mı, var sayılır. Yani en azından bu kadar ani olmasaydı. Gerçi aman diyorum bak ne demişti hayatındaki iki önemli adam; biri Fatih Çekirge: “Kızım ne işin var senin dünyanın bir diğer köşesindeki o koca evlerde, sen tam Cihangir tipi bir kadınsın, şehir içinde yaşamalısın.”
Bir diğeri psikiyatrım Ayhan Kalyon: “Ayşe kapadın kendini o koca eve, kızım hemen şehre taşın, minik bir eve, şöyle rahatla, az sorumluluk, bol sosyalleşme, sen busun, böyle yaşamalısın.”
“Tabii ya ben oyum zaten” dedim, başladım harıl harıl ev bakmaya kendime.
Zaten davadan da ümidimi kestim artık, bir para da alacaksam eğer, yaşlandığımda elime geçecek kesinlikle, o da yaşarsam elbette.
Bu nedenle küçülme zamanı şimdi işte. Derseniz niye küçülmedin ki daha önce Ayşe, biter sandım bu dava bin kere. Bir de kendi evim şimdikine benziyordu diye psikolojik olarak o günlerde ne yaşadıysam; belki yıkılmadım ayaktayım, belki de aynı hayatı yaşarım düşüncesiyle kapılıverdim rüzgara işte.
Neyse ev bakıyorum ya... Tabii meşhur olan internet sitelerinden ve bizim gazeteden... Fotoğraflara da bakıyorum ve eleyip arıyorum.
“Aaaaaa ne güzel manzarası var, harika.”
“Hanımefendi, pardon, fotoğraf çekemedik, o manzara gerçek değil, o eve ait değil yani, öylesine koyduk. Bu evin manzarası çok az.”
“Haydaaaaa.”
Başka bir ev. Dünya kadar ilandan sonra. Saray ya saray, diyorum ki bak, Allah yine güldürecek Ayşe yüzünü inşallah.
Bu yeni yuvan.
Bir heyecan arıyorum.
“Alo, merhaba ben bu eve hemen kapora vereceğim.”
“Anlamadım” diyor karşıdaki.
“Yani diyorum fotoğraflar ve mekân gerçekse, hemen kaparo vereceğim.”
Gülüyor, “konuşalım” diyor.
Konuşmaz olaydık diyorum sonunda.
Türk lirası yazmışlar yanlışlıkla meğer Euro imiş kirası.
Arka sayfadaki ev de yıkılıyor, Tarabya ama olsun ya... Açık-kapalı kış bahçesi, sitede havuz, benim ev havuza bakıyor, bahçemin bir kısmını tik döşemişler, koltukları bile yerleştiriyorum salona kafamda, arıyorum yine: “Kapora vermek için arıyorum.”
Gülüyorlar yine. Geç kaldınız dün verdik evi.
Ve sonra Allah’tan bir evi görebilme imkânına sahip oluyorum.
Küçük olsun dedim ya, 90 metrekare. Ben de metrekare ve kilogram kavramı pek yok ama küçük biliyorum, bahçesi var diye eve fit oluyorum.
Eve girince bakıyorum ve ağlamaklı oluyorum, küçülmeyi bile bilmiyorsun, sendeki eşyaların onda biri girer bu eve, eeeee gerisi nereye?
Küçük ev, bahçe katı ya da manzara bakarken, şimdi büyükçe bir ev, manzarasız, bahçesiz mi bakacağım yani diyorum, sil baştan aramalara başlıyorum.
Ya da diyorum şehrin göbeğine bakmayacaksın, yahu düşündüğün rakam da az değil, ne olmuş bu İstanbul’un fiyatları?
Bir ara aklıma geliyor, git diyorum en güzeli bir otelle anlaş yıllığına.
Ha diyorum, otel sanki bedava ama su yok, doğalgaz, elektrik, falan, bu arada dava da biter bakarsın ya. Seçenekler arasına bunu da koyuyorum.
Sonra önüme bir ev daha çıkıyor. Oley oley bingo. Şans güldü yine bana, ben zaten ballıyımdır aslında.
Ev süper, anlattıklarına göre ama emlakçı diyor ki; “Mal sahibi sadece aileye veriyor.”
Allah zaten canım burnumda bir deliriyorum ki: “Ne demek, benim 21 yaşında kızım var, koca kız, bazen bende, bazen babada, ayrıca yatılı yardımcım var, neyiz şimdi biz, aile değil miyiz?”
Kadın diyor ki “Ben sizden yanayım, sinirlenmeyin”...
Nasıl insanlar var hâlâ ya? Ben tek bir kadınım yani ha. Bunun açıklaması ne, tek kadın eve erkek mi atar? Pislik insanlar, sinirden kuduruyorum haliyle.
Sonra bir ev daha görmeye gidiyorum, baştan da söylemişim limitlerimi; adımı, sanımı da biliyor emlakçı hanımefendi.
Eve bakıyoruz, ohoo içinde inşaat lazım, oldu yani, “olmaz” diyorum, “teşekkürler”...
Bana dönüp diyor ki “Ayşe Hanım, aslında size çok uygun bir yerim var, bayılacaksınız, âşık olacaksınız”...
“Nerede?”
“Bebek sahil”
“Hadi ya...”
“Biraz fiyatta fedakârlık yapmanız lazım...”
“Kaç para?”
“Dört bin beş yüz dolar”
“Biraz mı fedakârlık yapmam lazım?”
Alay ediyor benimle sanırım diyorum ya da üstüm başım düzgün, bir de gazeteci namım var diye mi?
Dönüp diyorum ki “Bana başka ev bulmayın”...
Yazıyı burada sonlandırmak zorundayım, şimdi bir ev daha bakmaya gidiyorum, umarım umduğum gibi bir şey çıkar.
Ne mutludur kim bilir sümüklüböcek ve kaplumbağalar; evleri sırtlarında gezer dururlar.
Paylaş