Paylaş
Arkası dönük genç bir kadın, kız kardeşimle konuşuyor.
Annem de zaten buraya gelmeden önce bana diyordu hep, “Ayşe senin çocukluk arkadaşın var burada, bakalım hatırlayacak mısın?”
İşte Ayça’nın konuştuğu genç kadın o.
Ben herhalde hatırlamam diye düşünürken arkadaşımı, bir anda bana dönüyor.
Döndüğü an da heyecandan tir tir titriyorum! Çünkü o benim ilk gerçek arkadaşım Aylin çıkıyor.
Ağlamak istiyorum mutluluktan, o da aynı şekilde...
Sarılıyoruz birbirimize sıkı sıkı. Öpüşüyoruz, birbirimizin boynunu öpüyoruz, durup durup tekrar öpüşüyoruz...
Canım o benim, ben de onun canıyım...
Mutluluktan birbirimize ne diyeceğimizi, ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz.
En son 16-17 yaşında görüşmüşüz ama sanki hiç ayrılmamışız...
Sohbet başlıyor...
Ben bütün yaşadıklarımı 15 dakikada anlatıyorum, o da bana...
Hayat neler götürdü bizden, neler hediye etti diye anlatırken Aylin diyor ki, “Ayşe hiçbir şey tesadüf değil, bak sana ne anlatacağım. Kızlarımı doğurduktan sonra bir ara bir tuhaf hissetmeye başladım. Doktora gittim MS (Multipl Skleroz) teşhisi kondu bana...”
Devam ediyor anlatmaya...
Ve Louise Hay’ın kitaplarını okuyor. Onun “heal yourself” (kendini iyileştir) öğretisini alıyor, workshop’lara katılıyor.
Sonra diplomalı bir eğitmen oluyor, şifacı oluyor.
İlk olarak öğrendiklerini kendisinde uyguluyor, beslenme düzenini tamamen değiştiriyor ve ve ve...
MS’i kayboluyor! Doktorlar inanmakta zorlanıyor.
Bana dedi ki, “Yaşadığın hastalıkları sen yarattın Ayşecim! Her sabah kalkınca aynaya bak, gözlerinin içine...
İçindeki çocuk sana ne söylüyor dinle!”
Ben ilk gün yaptığımda acıma duygusu hissettim.
İçimdeki çocuk acıyormuş bana.
Her gün yapmaya devam ediyorum bunu. Her gün değişik duygular çıkıyor ortaya.
İçimdeki çocuk çok sevene kadar beni, yani kendimi gerçek anlamda sevene kadar devam edeceğim.
Sonra da her sabah kendime, kendimi ne kadar çok sevdiğimi söyleyeceğim.
Ben şimdi bir süreliğine kafa dinlemek için İstanbul’a dönüyorum.
Tatil yapacağım İstanbul’da bunca kalabalıktan sonra.
Dönüşte Aylin (Kadıköy) beni bekliyor olacak, iki gün bana eğitim ve şifa vermek üzere...
Beach club modası
Yalıkavak Tilkicik Koyu’nda eski 29’un yerine açılmış bir restorana gittik, barı falan da var. Harika müzik çalıyor, Mikonos’da da var.
Baktım menüsüne, yemekler aynı, fiyatlar da aynı duruyor.
Dokuz kişi oturduk yemeğe. 10 dakika sonra menü geldi, eh normal dedim.
Fakat ısrarla ne içeceğimiz sorulmadı.
Bir 45 dakika sonra içeceğimizi yemekle beraber sipariş ettik.
Ortaya söylenen dört salata ve içeceklerin gelmesi bir saati buldu, saat 10 gibi.
İşin en tuhaf ve beni rahatsız eden yanı, bütün gece tepemizde dolanan drone’du.
Valla billa bütün gece dolandı, ay belki birileri görünmek istemiyor, yanındakiyle berikindekiyle!
Ne hakları var tüm gece başımızın üstünde dolaştırıp durmalarına?
Hiç anlam veremedim valla...
Şimdi dönüş zamanı İstanbul’a, geri gelince yine gittiğim yerleri yazacağım size.
Bodrum’un kalabalığını, kalabalık yüzünden restoranlardaki eziyeti falan...
Ayşe’nin Notu: Arkadaşım Aylin Bodrum’da yaşıyor, eğitim ve şifa veriyor, aklınızda olsun...
Ayrıca en kısa zamanda Latife Hanım Meyhanesi’ne gideceğim.
Tam İskele Caddesi’nde. Mezeleri çok güzel, değişik yemekleri var ve gayet de hesaplı.
İşleten Selçuk Baltacı yıllarca Taksim’deki büyük meyhanelerde yöneticilik yapmış.
Paylaş