Paylaş
KÜRTÇE televizyon yayınından söz edildikçe, benim aklıma ilk gelen, GAP TV oluyor. GAP TV'nin, devlet televizyonu TRT'nin Doğu ve Güneydoğu'ya yönelik bölgesel yayın yapan bir televizyon kanalı olduğunu, unutanlar için hatırlatayım.
Seyahatlerde, gittiğim yerlerin yerel kanallarını izlemeyi tercih ediyorum. Bu hem televizyon, hem de radyolar için geçerli. Hatta yerel gazeteleri de buldum mu, kaçırmıyor satır satır okuyor, inceliyorum.
Sınırlı imkanlar içinde mucizeler yarattıklarına tanık oluyorum. Derme çatma stüdyolarda, belki 3'üncü, 5'inci el kameralarla gerçekleştirmeye çalıştıkları yayınları hayranlıkla izliyorum.
Iğdır'da, Erzurum'da, Van'da, Siirt'te veya Balıkesir'de, Edirne'de yerel yayıncıların koşullarının birbirinden pek farklı olduklarını sanmıyorum.
Ama GAP TV'nin durumu farklı
Bir kere arkasında güçlü TRT var.
Gerek teknik imkanlar, gerek eleman, gerekse arşiv ve yayıncılık kültürü açısından yerel televizyonlarla mukayese bile kabul etmez.
Ama gelin görün ki GAP TV, maalesef herhangi bir ilçe televizyonuyla bile rekabet edemiyor. Çünkü adını aldığı bölgeye uzak, bölge insanına yabancı, bölge kültüründen yoksun...
Ankara'da çizilen kalıplara sıkışmış, durağan paket programlar, tarım ve hayvancılık üzerine uyutan dersler, bölgeyi yansıtmayan haber ve görüntüler oradaki insanların hiç de ilgisini çekmiyor. Öyle olunca, ekranlarına başka kanalları konuk etmeyi tercih ediyorlar.
İnsanlar, kendilerinin bulunduğu fotoğrafa daha uzun ve daha dikkatle bakarlar. Bu psikolojik gerçeği tüm yayıncılar gibi, GAP TV'nin de görmesi gerekiyor.
GAP TV, eğer bölgedeki Diyarbakır Dicle, Elazığ Fırat, Şanlıurfa Harran, Erzurum Atatürk Üniversiteleri'nin açılışlarını veya ilgili bakanın gençlik kamplarındaki incelemelerini bile haber bültenlerinde değerlendirmiyorsa, aslında başka şeyler beklemek anlamsız olur.
*
GAP TV'nin belki yeniden yapılanması hedef kitlesini yeniden belirlemesi, politikasını yeniden oluşturması gerekiyor.
Kürtçe televizyon yayınının tartışıldığı bugünlerden çok önce, GAP TV'nin bu tartışmalara meydan vermeyecek adımlar atabileceğini düşünmüşümdür.
Diyarbakır'da, Mardin'de, Tunceli'de hemen hergün onlarca düğün, onlarca cenaze töreni yapılır. Doğal yaşamın sonucu olan bu törenleri ekranlara yansıtmanın hiçbir yasal engeli olduğunu sanmıyorum. Bölge insanı, mutluluğunu veya yasını kendi diliyle dışa vuruyor. Kürtçe, Zazaca, Arapça veya Türkçe şarkı söyleyip ağıt yakıyorsa bunun ekrana yansımasının yasallığı tartışma bile gerektirmez...
Adliyeler dahil olmak üzere pekçok devlet dairesinde alyazmalı nineler, aksakallı dedeler, gerekiyorsa tercüman yardımıyla işlemlerini yapabiliyorlar. Bu yıllardan beri böyledir.
Doğal hayatın akışı içinde yasal ve insani olan bu olayların ekrana yansıması da yasal ve insanidir. Nitekim Danıştay 10'uncu Dairesi'nin ‘‘Televizyonda Kürtçe konuşmalara 'kısmen' yer verilmesi ve röportaj yapılmasının yasaya aykırı olmadığı ve bu tür yayınların yapılabileceği’’ne ilişkin kararı da bunu göstermektedir.
Bu ne bölücülüktür, ne de ihanet.
Tam aksine, Türkiye'nin aleyhine kullanılmaya çalışılan bir kozun, bunu kullanmaya çalışanların elinden alınmasıdır.
Türkçe'ye sahip çıkılması, Türkçe'nin geliştirilmesi, yaşatılması ve bir dünya dili olması ülküsüne sevdalı bir insan olarak, televizyon ve radyolarda Kürtçe yayının insani bir hak olduğunu düşünüyorum.
Üstelik bu hakkın tesliminin Türkiye'yi güçlendireceğine de inanıyorum.
İnsanlar ve toplumlar korkuyla değil, cesaretle büyürler.
Paylaş