Paylaş
Yağmur Böreği adlı birliği ile Slow Food’un felsefesi olan sağlıklı beslenmeyi fast food anlayışına karşı korumayı, yiyecek çeşitliliğini savunurken geleneksel tatların ve türlerin korunmasına çalışıp mutfak mirasını sahiplenmeyi amaçlayan Yavi ve ekibi, okullarda ‘İtalya Slow Food’un desteklediği Tohumdan Sofraya Eğitimi de veriyor. Çekül Vakfı, Beşiktaş Belediyesi işbirliği ile yürüyen proje kapsamında 2012 eğitim yılında yaklaşık bin 500 çocuğa ulaşarak birebir eğitim vermeyi planlayan Yavi ile sohbet ettik.
SLOW FOOD ROMA’DA AÇILAN MC DONALDS’A TEPKİ OLARAK DOĞDU
Slow Food felsefesi tam olarak neyi ifade ediyor?
- İyi, temiz ve adil yöntemlerle beslenmek her bireyin hakkı. Tarımsal veya hayvansal olsun her gıdanın tadı, kokusu ve üretim yöntemleri sonucu kalitesi iyi olmalı, üretim doğaya saygılı, sağlığı koruyan temiz yöntemlerle yapılmalı, çalışma koşulları insana saygılı, çevreye uyumlu, duyarlı ve adil olmalı. Hem ziraati, hem ekolojiyi, hem de kaybolan kültürel mirası koruyan kocaman bir şemsiye Slow Food Hareketi. Uluslararası ve yerel yönetimlerle işbirliği yapan ve kar gütmeyen bir organizasyon.
Slow Food, anavatanı İtalya’da nasıl ortaya çıkmış?
- Gazeteci sosyolog Carlo Petrini ve arkadaşlarının 1986’da Roma’nın ünlü meydanlarından biri olan İspanyol merdivenlerinde açılan Mc Donalds’a koydukları tepkiyle başladı. Fast foodun lezzeti tek tipleştirmesinin yanı sıra ülkesinin binlerce yıllık kültürüne bir tehdit olarak karşı çıktı Petrini.
SELANİKLİ DEDEM YAĞMUR DUASI SONRASI DAĞITIRMIŞ
Siz Slow Food’la nasıl tanıştınız? Şu an hangi görevdesiniz?
- Petrini’nin ilk Türkiye’ye gelişinde ben Gastronomi Fuarı’nın bölüm koordinatörlüğünü yapıyordum, Açık Radyo’da “Yağmur Böreği” adlı bir yemek programım vardı. Programım için röportaj yaptım ve “işte benim kahramanım” dedim. Ülkem ve geleceğimiz için yapmam gereken tüm sorumluluk, tüm yolculuk bilgileri Petrini’nideydi. Konvivivum kurma teklifi gelince ben de radyo programımın adını verdim birliğime. Yağmur Böreği Birliği’nin başkanlığını yapıyorum.
Bloğunuzun da adı olan Yağmur Böreği nereden geliyor?
- 1925’de, bir yıl önce İstanbul’a gelen dedem Selanik mübadili Hüseyin Efendi büyük şehirde yaşamak istemeyince, Silivri yakınlarındaki Çanta Köyü’nde Rumlardan kalan bir köşk ve araziler verilmiş. Dedem, bu yeni toprakları tanımak, verimini artırmak için uğraşırken, yaz aylarında haftalarca yağmur almayan yörede halkın çıktığı yağmur duası sonrası, duaların kabulü için dağıttığı böreklerin ismidir Yağmur Böreği. Slow Food felsefesi ile birebir örtüşen geleneksel bir börek çeşidini unutmamak, unutturmamak adına bu ismi seçtim birliğime de.
153 ÜLKEDE 100 BİNDEN FAZLA ÜYE
Slow Food bugün ne durumda?
- Bugün 153 ülkede 100 binin üzerinde üyesiyle dünyada çığ gibi büyüyen uluslararası bir sivil toplum örgütü haline geldi. Presidia, Terra Madre, Gastronomi Üniversitesi, Conviviumlar, gıda cemiyetleri, üreticiler, üniversiteler, aşçılar, esnafla bilgi diyaloğu oluşturmaya, gruplar arasında onları faal ve etkin yapabilecek bir network, ağ kurmaya yardım eder.
Bu anlayışın Türkiye’ye ilk gelişi ne zaman?
- 2000’de Muhtar Katırcıoğlu’nun çabaları başta olmak üzere Türkiye’nin İtalya Slow Food’dan almış olduğu ödüller var. Ama Petrini’yi Türkiye ile tanıştıran Bra’daki gastronomi üniversitesinde okuyan 3 Türk öğrenci. 2006-2007 yıllarında bu grubun hazırladığı tanıtım turuyla ile Petrini şu anda Konvivium dediğimiz birliklerin liderleri ile tanıştı. Üreticileri, bölgeleri gezdi, Türkiye’nin somut olmayan kültürel miras açısından ne kadar zengin olduğunu gördü.
EBEVEYNLERİ DE EĞİTİYORUZ
Tohumdan Sofraya Projesi’yle ne yapmayı amaçlıyorsunuz?
- Çocukların ne yedikleri ve sağlıklı bir beslenme için ne yemeleri gerektiği ile ilgili onları düşünmeye yönlendirip, kendi beslenme tarzlarını geliştirmelerini istiyoruz. Çünkü yapay tatlandırıcılı, katkılı, paketli gıda ürünleri tüketmeleri nedeniyle, tat alma duygularında eksiklikleri var. Gıdaların tohumdan başlayıp soframıza gelene kadar geçirdiği süreci, sebze ve meyveleri koklatıp, tattırarak, nasıl yetiştirildiğini anlatıp, alışveriş ederken yemek hazırlarken ve yerken daha bilinçli olmak gibi konularda farkındalık yaratılması üzerine çalışıyoruz.
Nasıl bir eğitim bu?
- 4 ayaklı bir eğitim projesi: Sınıf içi eğitim, tadım ve mutfak atölyesi, okul bahçelerinin kurumu, okul kantinlerinin iyileştirilmesi. Okul öncesi ve ilköğretim çağı çocuklarına yönelik hazırladığımız bu program, tüm yaş gruplarında, anne babaları da programa dahil ederek ilerliyor. Amacımız “Tohumdan Sofraya” projesinin Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına girebilmesini sağlamak.
ŞEKER OBEZİTE VE TANSİYON HASTASI BİR NESİL GELİYOR
Günümüz beslenme alışkanlıkları hakkında neler söyleyeceksiniz?
- Ebeveynin çalışması hızlı yeme alışkanlığını da körüklüyor, giderek tembelleşen bir nesil, hazır paketli gıdaya doğru kayıyor. Buna ne derseniz deyin, ister kolaycılık, ister tembellik, ister vurdumduymazlık bu gelecek nesle çok büyük zararla geri dönecek. Şeker, tansiyon, kalp hastası, obezite ile uğraşan onbinlerce genç yetişiyor. Dünya nüfusu 7 milyara ulaştı. Bunun karşılığında 1 milyara yakın kişi açlık çekiyor. Aslında verilere göre 12 milyara yetecek üretim var, demek ki burada adaletsiz bir dağılım söz konusu! Diğer taraftan 1.7 milyar kişi obezite ve şeker hastalığı ile başa çıkmaya çalışıyor. Sağlığımızı geri kazanmaya harcanan sağlık giderleri ile dünyanın aç kalan kesimi doyurulamaz mı?
Nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?
- Günümüzde artık doğayı ve insanı koruyan bir sistem gerekli. Küresel çözümlerin işe yaramadığını gördük, yerel ekonomi, çiftçi desteklenmeli, yerel tüketime insanımız sahip çıkmalı. Biz de Yagmur Böreği – Çekül olarak Petrini’nin önemle üzerinde durduğu gibi bir ağ ile birbirimize bağlandık. Bize yardım edecek insanlar, gönüllüler kurum ve kuruluşlar ile birlikte çalşarak herkes için ulaşılabilir iyi, temiz ve adil yiyecek çalışmalarımızı yayacağız. Çünkü; “Biz, geleceğe tohum atıyoruz”.
KEREVİZE ANANAS DİYEN NARENCİYEYİ HAVUÇ BİLEN VAR
Çocuklar meyve sebzeler hakkında neler biliyorlar?
- Sınıfın neredeyse yarısı taze soğan ile pırasa arasındaki ayrımı bilemiyor, kerevize ananas diyen, narenciye deyince havuç anlayan çocuklarla karşılaştık. Ananas bu ülkenin meyvesi değil ama onu yerel meyvelerden daha iyi tanıyorlar. Haklılar artık her mevsim her markette her sebze meyve var. Mevsimsellik olgusu yok olmuş durumda. Kavramlar karışmış. Tüketim alışkanlıklarıyla ilgili defolar çok. Bugün 80 kuşağında çocuk sahibi olan ebeveynlerin çoğu kültürel yozlaşma ve değer yargılarında aşınmaya uğramış durumda. Ellerinden çalınmış gıdalar, karıştırılmış kafalar, yalanlar, aldatmacalar, çıkarlar, hesaplar… Bilinç tutulması geçiren ebeveynlerin kafası karmakarışıkken çocukların nasıl olmasın? Kışın İsrail tohumundan domates, Alman tohumundan salatalık eksik olmayan bir evde çocuk mevsimsel gıdayı nasıl talep edebilir? Marketlerde her an, her mevsim elinizin altında çilek, domates, salatalık varsa bunun mevsimsel ayrımına nasıl varabilirsiniz?
Kimler eğitim veriyor?
- Eğitim ekibimiz ben, eğitim koordinatörü ve eğitimimizin yazarı Olcay Bingöl, eğitim aşçısı ve uygulayıcımız Tangör Tan, Yağmur Böreği ve Çekül Vakfı Gönüllüleri’nden oluşuyor. 1 günlük eğitime 8-10 kişi destek veriyor. Eğitim posterleri, broşürler ve mevsimsel meyve-sebze kartpostalları her okula, sınıflara ve çocuklara hediye ediliyor. Bu kartpostalla çocuk annesiyle pazara çıkabilir. Üzerindeki mevsimindeki ürünleri talep etmesini istiyoruz.
ÇOCUKLAR ARTIK KIŞIN EVE DOMATES SOKTURMUYOR
Okullardaki sunumlarda neler anlatıyorsunuz?
- Mevsimlere ve o mevsimde yetişen sebze ve meyvelere göre 2 ana bölüm var. Teorik bilgilendirme, tadım- duyu ve mutfak atölyesine alıyoruz çocukları. Buğday tohumu üzerinden yaşam döngüsü, ilaçlanmış sebze-meyveyle bu döngünün zincirinin kopması ve sonuçları oyunlar eşliğinde anlatılıyor. Beslenme tabağıyla hangi besininin vücut için daha yararlı olduğu anlatılıyor. Yaş grubuna göre masallar giriyor devreye. Buğday, arpa, mısır tohumunu, ondan yapılmış unları, ekmekleri tadıyorlar. Yani tohumdan sofraya gelene kadarki süreci işliyoruz beraberce.
Nasıl tepkiler alıyorsunuz?
- Sınıflarda yaptığımız araştırmada örneğin kış mevsiminde evine domates alan aileler yaklaşık yüzde 60-70 arası. Bu korkunç bir rakam. Kışın domates doğal ortamında mı büyüyor? Hayır! “O zaman siz güneşsiz ortamda doğal olmayan şartlarda yetişmiş, ilaca maruz kalmış domates yemiyor musunuz” diye soruyoruz. Bu hepsinde bir hayret ifadesi yaratıyor. Bir ilköğretim okulunda güzel bir anımız var mesela annelerden biri oğlunun artık eve domates sokturmadığını söylemişti. “Yaz sebzesi zamanında yenir” demiş! İşte bizim yapmaya çalıştığımız bu bilinci yaratabilmek, yasaklamak değil.
Paylaş