Paylaş
Güzel bir pazar günü, kiralık arabamızla San Francisco’dan, Napa Vadisi’ne ulaştığımızda, yolun etrafında birçok şarap bağı görmüştük. Her firmanın, küçük bir köşk görünümündeki tadım evinde belli bir ücret karşılığı tadım yapabiliyorsunuz. Mesela, biz kişi başı 10 dolara Premium Şarap listesinden 6 şarap tadımı yaptık. Çok sevdiğim Riesling şaraplarının harika tadını unutamıyorum. Ayrıca, yan taraftaki şarküterilerden de harika peynirler ve mezeler alıp bir nevi piknik yapabiliyorsunuz.
Pazar olduğundan bütün şarap evleri doluydu, insanlar bahçelerde şarap, peynir ve krakerleriyle keyif yapıyorlardı. Bunu görünce, acaba İzmir çevresinde, mesela Urla’daki eski evlerde, böyle keyifli tadım yerleri yapılarak ‘Bağ Turizmi’ geliştirilebilir mi diye düşünmüştüm. Şimdi duyuyorum ki, şarap üreticileri artık bu yönde de çalışıyor ve şarap üretimini turistik bir unsura dönüştürüyor. ‘Bağ Turizmi’, İzmir’in turizm ve kültürel zenginliğine de büyük kazanç getirecektir.
Napa Vadisi’nde İzmirli(!) bir şarapçı
HANİ dünyanın öbür ucuna gitseniz, tanıdık biri çıkar ya, işte ben de Napa Vadisi’nde hoş bir sürprizle karşılaştım. Çok özel şarapların üretildiği, yörenin en güzel çiftliklerinden biri olan Araujo Şarapları’nın sahibi Daphne Araujo’nun, genç kızlığı babasının işi dolayısıyla İzmir’de geçmiş. Bunu öğrenince, hemen Daphne Araujo ile tanışmak istedim, ama maalesef hafta sonu nedeniyle şehir dışındaymış. Yılmadım, cep telefonundan aradım. İzmir’i güzel hatırladığını, buradayken insanların kendisine Defne dediğini anlattı. Eşi Bart Araujo ile organik koşullarda şarap yapan Araujo’ların ürettikleri özel şaraplardan biri, Las Vegas’ın ünlü Bellagio Oteli’nde 875 dolardan satılıyormuş. O yıllardan sonra bir daha İzmir’e gelmediğini söyleyen Daphne Araujo umarım bir gün İzmir’i, şarapları sayesinde yeniden hatırlar.
AK Parti’nin başarısı mı, önceki siyasilerin başarısızlığı mı
PAZAR günü yapılan seçimler, anketlere yakın sonuçlar verse de birçok kişiyi şaşırttı. Özellikle sosyal medyada yüzlerce kişi, bu oranların sırrını sorguluyor. Bana göre, bu sadece AK Parti’nin yaptıklarının sonucu değil, önceki partilerin iktidarları süresince yapmadıklarının sonucudur.
Bu dönemde, halkı direkt etkileyecek en büyük değişiklikler sağlık ve ulaşım alanında yapıldı. Zaten sokak röportajlarında da insanlar ‘eskiden hastane kuyruklarında saatlerce beklerdik, şimdi istediğimiz yerde tedavi oluyoruz’ diyor. Ya da duble yollarla ulaşımlarının, işlerinin kolaylaştığından ve yapılan yatırımlardan bahsediyorlar.
Peki, bunları yapmak bu kadar zor muydu da önceki iktidarlar başaramadı? Büyük icraatlar gerçekleştirildiği iddia edilse bile, halk, hayatında bir fark yaratmadıktan sonra bunlara önem vermiyor. Vatandaş hayatını kolaylaştıracak basit düzenlemelere bakıyor, bunların nasıl ya da hangi şartlarda yapıldığına ya da yapanın düşüncesine, görüşüne değil. Eski dönemlerin acısıyla da şimdi devamı olarak gördüğü partilere şans bile vermek istemiyor.
Aslında yapılanlar öyle atla deve değil, zaten yapılması gerekenlerdi. Bunları yapmayacaksanız; hizmet etmeyecek, hayatı daha yaşanabilir kılmayacaksanız, yönetime talip olmanın anlamı da yok... Ama maalesef önceki iktidarlar bunları yapabilecekken yapmadı, birileri de açığı gördü ve değerlendirdi.
Maalesef, yakın tarihi boyunca hortumcular, üç kağıtçılar, gizli ortaklıklar güzel ülkemin kaderi oldu. Hatta, garip bir şekilde, bazıları bunu siyasetin bir cilvesi olarak görüyor ve kabulleniyor. Her dönemde yaşadığımız bu rezilliklerin bitmeyeceğini düşünerek duysa bile kulaklarını tıkıyor, kendi hayatına bakıyor...
Artık, Türkiye’de de siyasetin şekli değişmeli ve her parti önce insan diyen bir politika yürütmeli. Herkesin insanca yaşayabildiği, gerçek anlamda eşit haklara sahip olabileceği, kendisine, kişiliğine saygı gösterilen ve hayatındaki zorlukların aslında son derece basit düzenlemelerle yok edilebileceği ve tek bir kişinin bile umutsuz olmadığı bir gelecek olmalı. Ama, bunları gerçekleştirirken, “Evrensel Temel Değerler” olduğuna inandığım hak, hukuk, sağduyu, doğruluk ve dürüstlükten de asla ödün verilmemeli...
Çocukluğunu ve Gençliğini Alsancak’ta Geçirenler Grubu
SOSYAL medyayı daha çok yazılarımı paylaşmak için kullanıyorum. Ama çocukluk arkadaşım Gaye, beni, facebook’taki “Çocukluğunu ve Gençliğini Alsancak’ta Geçirenler Grubu”na eklediğinden beri sayfanın müdavimi oldum. Behçet Uz Çocuk Hastanesi’nde doğduğumdan beri hayatımın büyük kısmı Alsancak’ta geçti. Şu an, Alsancak’ta oturmasam da annemler orada olduğundan, kendimi hala Alsancaklı kabul ediyorum. Sayfada herkes anılarını paylaşıyor, Mogambo, Sibel Gazinosu, Kübana gibi eski mekanlar ve eski Alsancaklılar yad ediliyor. Bazılarını hatırlamaya yaşım elvermiyor, ama benim hatırladıklarımın da çoğu tarih olmuş. Gazi İlkokulu’nda akordeonuyla İstiklal Marşı söyleten müzik öğretmenimiz Fikri Bey, eşimle flört ederken devamlı gittiğimiz Kutlu, hayatımda ilk şinitzeli yediğim Bonjour Restoran, yaşım tutmadığı için içerisini hiç göremediğim, ama hep merak ettiğim gizemli Anatolia Pub, babam izin vermediği için sadece gündüz matinelerine gidebildiğim 9.5 Disko ve daha niceleri... Moralim bozuk olduğunda “Herşey kötü gitse de en büyük zenginliğim olan mutlu çocukluğumu kimse elimden alamaz” diye düşünür, şükrederim. Sanıyorum, bu grubun üyelerinin de en büyük zenginliği, Alsancak sokaklarında geçirdikleri mutlu gençlikleri... Ötesi var mı?
Paylaş