Paylaş
Banu Özçelik, uzun yıllar İstanbul’da alanında büyük başarılar kazanmış bir yönetici. 1,5 yıl önce memleketi İzmir’e yerleşen Özçelik, 30 Eylül günü bir otobüs servisinde, bir grup Suriyeli’nin saldırısına uğruyor ve darp raporu alarak dava açıyor. Yaşadıklarını sosyal medyadan paylaşan Özçelik, olumlu olumsuz aldığı tepkilere rağmen yaşadıklarının Türkiye’nin bir sorunu olduğunu söyleyerek mücadelesine devam edeceğini belirtiyor.
SAÇIMI ÇEKİP, BAŞIMA VURDULAR, YÜZÜME TÜKÜRDÜLER
- Banu Hanım 30 Eylül günü otobüs servisinde nasıl bir olay yaşadınız?
- Olay aynen şöyle gerçekleşti; 30 eylül sabahı Bodrum’dan İzmir’e gelirken bindiğim servis aracında oturduğum koltuğun önündeki ve yanındaki koltuklar boştu. Benden sonra otobüse binen şahıslardan orta yaşlı olanı omuzumu dürterek, Arapça birşeyler söyledi ve el işaretinden anladığım kadarıyla benden ön tarafa geçmemi istedi. İletişim kurabilmek için Türkçe ya da İngilizce bilip bilmediklerini sordum. Ve hiç bir şekilde beni dinlemediklerini görünce el işaretiyle kendilerinin boş koltuklara geçebileceklerini söyledim. Adam devamlı omzuma dokunup Arapça bağırarak yerimden kalkmam için diretti. Bana dokunmaması gerektiğini birkaç kez Türkçe ve İngilizce tekrar etmeme rağmen davranışına devam etti. Daha sonra yanındaki kadınlar ve diğer adam da Arapça bağırıp, parmaklarını yukarı doğru göstererek “Allah Allah!” diye haykırmaya başladı. Araya giren servis görevlisi onları boş koltuklara oturttu. Adam boş yer olmasına rağmen oturmadı. Diğerleri oturdukları andan itibaren beni el işaretleri yaparak tehdit ettiler, “Allah Allah!” diye bağırarak parmaklarını devamlı bana doğru sallayıp bağırdılar. İyice sinirim bozulduğundan ben de İngilizce “Bu ne ya! Nedir bunun anlamı? Ne Allahı? Bu ne demek?” gibi sorular sordum. Suriyeli gruptaki kadınlardan biri bana Türkçe “hayvan” dedi. Türkçe bir kelime duymanın şaşkınlığı içinde, bu insanların gözlerindeki şiddeti farkettim. O an, aniden tırmanan bu gerginlik içinde, bana devamlı “ALLAH ALLAH” diyerek başparmaklarını yukarı doğru sallayan, arada parmağını boynuna götürerek beni tehdit ettiğini anladığım kadın ve diğerleri hep birden Arapça bağırıyorlardı.
Bu şaşkınlık içinde bir yandan onlara ne yapmaya çalıştıklarını ve neden böyle bağırdıklarnı sormaya devam ederken, gruptaki diğer adam bana dönüp “SUS!” diye bağırdı. Ben de bunun imkansız olduğunu, çünkü şeriatla yöneltilen bir ülkede değil, “demokratik” bir ülkede yaşadığımızı söyledim... Servis şoförü ve diğer yolcular, bu beş kişinin bana karşı sözle ve elleriyle yaptıkları tehdit işaretlerine hiç bir şekilde müdahale etmeden, ağızları açık izlediler. Bu grup, yaklaşık olarak 20 dakikalık yol boyunca bu saldırıları zaman zaman “polis” kelimesini de kullanarak, elleriyle kelepçelenme hareketi yapıp, parmaklarıyla beni göstererek bağırmaya devam ettiler.
Bu sırada servis ilk durak olan Basmane bölgesinde, tam da çevik kuvvet polisinin önünde durdu. Suriyeli grup, servisin durmasıyla bana bakarak hep bir ağızdan bir şeyler söylediler. Benim ne oluyor dememe kalmadan, içlerinden biri üzerime eğilerek suratıma balgamlı bir şekilde tükürdü. Ben savunma refleksiyle ellerimi yukarı kaldırıp korunmaya çalışırken, yanımda duran adam ve kadın bileklerimi tuttu. Ayağa kakmaya çalışırken diğer iki kadın şiddetle saçlarımı sağa sola çekiştirmeye başladı. O sırada arkamda duran Suriyeli adam kafama olanca hızıyla arkadan vurdu ve ben koltuğa geri düştüm. Bu arada yanımdaki teyzenin “Kızı öldürüyorlar!” çığlıkları ve şoförün beni kurtarmak için arkaya gelmesiyle kaçmak için kapıya yöneldiler. Başıma gelen ani saldırının şokuyla, beni tutmaya çalışanların arasından sıyrılarak saldırganların arkasından onları yakalayabilmek amacıyla servisten indim... Servis otobüsünden iner inmez göz göze geldiğim polislere, üç beş adım önümde gayet rahat bir şekilde olay mahallinden uzaklaşan saldırganları şikayet ettim. Bana yapılan darpın izlerini, ellerimdeki ve yüzümdeki çizikleri, suratıma ve saçlarıma yapışıp kalan balgamı göstererek durumu anlattım. Beni ve servis şöförünün ikazlarına rağmen hiçbirşey yapmadılar. Bana 155’i aramamı söylediler. Suriyeli vatandaşlar tüm çabalarıma rağmen gayet rahat bir şekilde ellerini kollarını sallayarak uzaklaştılar. Daha sonra Pamukkale servis görevlisi tarafından çağırılan 155 ekipleri olay yerine geldi.
DİĞER YOLCULAR DA YARDIM ETMEDİ, TANIKLIK YAPMADI
- Servisten indikten sonra çevik kuvvet polisi, hemen orada olmasına rağmen neden hemen yakalanamadılar?
- Zaten bu soruyu ben sizlere ve yetkililere soruyorum. beş adım önlerinde, büyük bir kalabalıkla, kendisine iletilen bütün şikayetlere rağmen, ellerini uzatsalar dokunabilecekleri kadar yakın oldukları bu şahıslara hiç bir şey demeden, hatta onların oradan kaçarcasına değil, gayet sakin bir şekilde yürüyerek uzaklaşmalarına izin verdiler. Ben önlerinde saldırının bütün izlerini onlara gösterirken, yanımdaki servis şöförünün, tanıklık etmesine rağmen hiç bir şey yapmadılar! Ben şimdi soruyorum?? Çevik kuvvet ne için vardır? Önünde gerçekleşen bir olayda suçluların gitmesine izin verecek kadar konunun dışında mıdır? Toplumsal olaylarda görev yapan bu polislerin, suçluları yakalamak ve şikayeti dikkate alarak 155 gelinceye kadar kaçmalarına engel olmak, çevik kuvvetin görev alanına girmiyor mu?
- Olaya tanık olanlar, tanıklık da ettiler mi? Kim size destek oldu?
- Saldırının tamamına şahit olan bir erkek yolcu, tanıklık etmek bir yana dursun, bana çıkışarak “Sizin yüzünüzden işe geç kaldım!” dedi. Ben orada suçluları yakalaması için çevik kuvvet polisiyle konuşurken, servis aracında bulunan herkes kısa bir sürede ortadan kayboldular. Yanımda sadece servis şöförü ve görevlisi vardı. (ki kendisi olaya şahit olduğunu ve olayın doğruluğunu söylemiştir. Ayrıca Basmane’deki terminalin yakınlarında bir otelin olayı kaydeden kamera görüntülerinin, olayın ardından, 11.58’de polise verildiğini de belirtmiştir.)
DARP RAPORU ALDIM, AMA AVUKATIM YOK
- Sonrasında neler yaşandı? Gezdiğiniz otellerde nelerle karşılaştınız?
- Gelen 155 ekipleri, beni polis otosuyla mültecilerin yerleştirildikleri bölgeye, hemen olayın geçtiği yerin arka sokağındaki oteller bölgesine götürdüler. Suriyelilerin yaşadıkları otelleri tek tek dolaştırıp eşkallerini belirlememi istediler. Orada yoklardı... Gezdirildiğim her yer tam Suriye gibiydi... Bu kadar insan, nasıl ve ne zaman buraya yerleştirilmişlerdi? Orada her otelin önünde sandalyelerde yüzlerce insan, öylece oturuyorlar..
- Darp raporunu nasıl aldınız? Avukatınız var mı?
- Saldırı anında kolum, başım ve boynumda ağrı ve çürükler oluştu. İfadem alındıkdan sonra şikayetçi olduğum için darp raporu almak üzere devlet hastanesine götürüldüm. Ve tedavi edilebilir kesin darp raporu aldım. Başlangıçta, avukat olan bir tanıdık, olayın devamını takip edecek yeni bir avukat buluncaya kadar bana yardımcı oldu. Hala bu konularda uzman olan iyi bir avukat aramaya devam ediyorum.
BU İZMİRLİ KIZ OLAYI DEĞİL, TÜRKİYE’NİN SORUNU
- Olayı sosyal medyadan paylaştıkça nasıl tepkiler aldınız?
- Kimileri üzülerek geçmiş olsun dedi. Bu olayın provakasyon olduğunu, hatta böyle bir isim ve olayın uydurulmuş, sahte olduğunu, hele hele İzmir gibi bir şehrin ve “İzmirli kız”ın bilerek seçildiğini yazanlar da oldu. Bir çok kişi ise gerçekten büyük resmi algılayarak, olayın ciddiyetini ve Türkiye sorunu olduğunu, bu kadar mülteciye sorgusuz sualsiz, ülke sınırlarının neden açıldığını sorgulayan destek yazılarını paylaştılar... Hatta benim saldırıyı ve yaşadığım şiddeti sorgulayarak olayı kamuoyuna duyuran mektubumu kendi sayfalarında paylaşarak bana destek verdiler.
- Şu an gelinen noktayı nasıl tanımlarsınız?
- Benim yaşadığım olayda, Söke’den bilet alarak Bodrum-İzmir otobüsüne binen bu şahısların, adlarına kesilen biletleri, şahitleri, çevik kuvvet polisiyle yaşananların kamera görüntüleri olmasına rağmen, Basmane’deki oteller bölgesine girdikleri bilinmesine rağmen, 30 Eylül’den bu yana bulunamamışlardır. Suriyeli mülteci saldırganların işlediği suç, şu andaki savcılık dosyamda, “Fail durumu: FAİLİ MEÇHUL” olarak geçmektedir. Dosyam hala savcılıkta ve dava açılıp açılmayacağı bilgisini bekliyorum. Düşünebiliyor musunuz, yardım aldığım bir avukat bana “Sonuç almak için saldırganlardan değil, otobüs şirketinden şikayetçi olman gerekirdi” dedi! Dileğim, bu davanın, benden sonra bir başkasının başına daha da kötüleri gelmeden sonuçlanarak, her saldırı olayında olması gerektiği gibi çözüme ulaştırılmasıdır. Ve Suriyeli mültecilerin, birçok örneği olan biçimde, kendilerini ağırlayan ülkenin vatandaşlarına pervasızca saldırabilme cüretlerinin, cezalandırılarak frenlenmesi için, adaletin ceza sisteminin işlemisini istiyorum.
MÜLTECİLER SADECE KAMPLARDA KALIP İHTİYAÇLARI GİDERİLEN KİŞİLERSE BUNLAR KİM?
- Bir erkek bile böyle bir olaydan sonra korkabilecekken, siz hala mücadele verip olayı anlatmaya çalışıyorsunuz. Paylaşmaktaki amacınızı anlatır mısınız?
- Korkmam mı gerekiyor? Kendi ülkemde, sığınmak üzere geldiği söylenilen mültecilerden mi korkmalıyım? Adaletten mi? Böyle bir mücadeleden korkmam gerektiğini düşünmedim doğrusu.. Çünkü bir Türk vatandaşı olarak, ülkemizde misafir edildikleri söylenen, savaştan kaçmış mağdurlar oldukları söylenen mültecilerin, herkesin gözü önünde çekinmeden, büyük bir cüretle yaptıklarının, içinde bulundukları Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarına göre suç olduğunu öğrenmeleri gerektiğini düşündüm. Darp suçu işleyenlerin her kim olursa olsun, ister Türk, ister Suriyeli, bulunmalarını, yargılanmalarını ve yasalara göre cezalandırılmalarını istemek benim vatandaşlık görevim zaten. Olayın hemen ardından yaptığım şikayetimle birlikte adli tıp tarafından verilmiş darp raporu poliste kayıtlı olan, polise teslim edilmiş kamera kayıtları ve terminalde kayıtlı tanıkları olan saldırganların, yakalanıp adalete teslim edilmesini bekliyorum. Ben hakkım olan bütün yasal süreci kullanmaya devam ediyorum.
Paylaşmamın nedeni, çevremizden ve basından aldığımız haberlerden, son derece yaygınlaştığı dikkatimi çeken, yalnız İzmir’de değil, şimdi her yerde görmeye başladığımız Suriyeli mülteci sorununun, benim başıma gelen saldırının da ötesinde bir Türkiye sorunu olduğunu düşünüyor olmamdır. Paylaştğım mektubun altındaki yorumlarda bile kendi başına da geldiğini söyleyerek yaşadıklarını paylaşan bazı kişiler oldu. Kamplarda barındırılıp ihtiyaçları giderilmesi gereken bu insanların, neden özellikle Ege Bölgesi ve İzmir’in içine yerleştirildiğinin cevaplarının halka tüm gerçekliğiyle, açıklıkla verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu kişilerin gerçek rakamlarla kaç kişilik bir nüfusu oluşturduğunu bilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Yollarda dilenirken bile gördüğümüz bu insanların gerçek kayıtları var mı? Yani benim başıma gelen olaydaki gibi kayıtlı bir durumda bile bulunamıyorlarsa, ülkelerindeki savaş bittikden sonra nasıl ve hangi kayıtlara göre bulunup ülkelerine gönderilecekler? Paylaştıktan sonra, herkesin kafasında aynı soruların cevap beklediğini gördüm.
Çok bilinmeyenli bir tehlikeyi, halkı bu sorunla başbaşa bırakarak çözüme ulaştırılamayacağını gördüğüm için, bu konunun ve şu anda üzerleri örtülen tüm Suriyeli mülteci suçlarının, Türkiye sorunu olarak mecliste tartışılıp çözüme ulaştırılması için kamuoyunun bilgilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Toplumsal farkındalık istiyorum. Vatandaşlık haklarım gereğince, hukuk istiyorum.
Yani ben öyle bir şey söylemediğim halde atılan başlıklardaki gibi, “İzmirli kız” sorunu değil bu! Lütfen bu haberi alanların bunun toplumsal ve sosyolojik boyutlarını düşünerek çözüm arayışına girmeliler. Suriyeli mülteciler, ilk geldiklerinde turist olarak kaydedilmişler. Turist kayıtları ne olarak değiştirildi? Turist gibi dolaşmaya devam ettikleri bu ülkede, şimdi ne olarak kayıtlılar?
Paylaş