Paylaş
Sokrates’in öğrencisi Atina’lı Antisthenes, Diogenes, Einstein , İ.Ö. IV’üncü yüzyılda yaşayan Kirene’li Aristippos’ a kadar bir çok düşünür ve filozof mutluluk üzerine kafa patlatmış. Tabii ki benim bu filozolofları karşıma alıp mutluluğun ne olduğunu, bir formülünün olup olmadığını sormak için röportaj şansım yok. Ama mutluluğun ne olduğunu çözmüş birini yakaladım ve sordum.
“Evren’den Mesajınız Var” adlı kitabın yazarı ve TEDx konuşmacısı, algı yönetmeni Evren Çolak.
Ben, Evren’in TEDx videosuyla mutsuz olduğum bir akşam youtube’da dolanırken karşılaştım. Kafamdaki sorulara cevap gibi gelen konuşmasının ardından ve de beden dilini çok iyi kullanması ile anlatımındaki samimiyeti bana “acaba kim bu çatlak?” dedirtti ve araştırmaya başladım. Kitabı varmış; “Evren’den Mesajınız Var” Hemen aldım ve okudum. Kesmedi beni, derhal bir röportaj koparmalıyım diyerek iletişime geçtim.
Sonrası mı? Sonrası, keyifli bir mutluluk keşif yolculuğu oldu. Hadi, siz de bu yolculuğa dahil olun ve gerçek mutluluğun ne olduğunu keşfedin.
1) Öncelikle, Evren Çolak kimdir?
Ben kendimi bildim bileli hep çok konuşan bir insan oldum. İletişim kurma ve yeni insanları tanıma benim yaşam içerisindeki en büyük merakım oldu, sanıyorum bu konuşma, iletişim ve paylaşma ihtiyacı sonuncunda da bugün hayatı yaşama şeklimin temelini oluşturdu. Esnaf bir babanın ve ev kadını bir annenin evladıyım. Annem ve babam küçük çorapçı dükkanımızda birlikte çalıştıkları için ben ve kardeşimde çorapların, renklerin, ve ilginç insan hikayelerinin içinde büyüdük. Dükkanın içinde her an yeni bir durum ile karşılaşıyordunuz, sanıyorum bugün paylaşma şeklimin temelinde o küçücük çorapçı dükkanında öğrendiğim samimiyeti ve an’da olmak olgusunu ve insanların ihtiyaçlarını okuma olgularını kullanıyorum. Aslında benim hikayemin dönüm noktası babamın benim mühendis olmamı istemesi ile başladı. (birçok babanın yaptığı gibi) , babam okuyup adam olmamı istiyordu. İyi bir işe ve geleceğe sahip olmamın yolunun da mühendislikten geçtiğini düşünüyordu. Ancak babamın gözden kaçırdığı nokta benim matematiksel işlem yetkinliğimin olmayışıydı yani ben hep öğretmenlerim destekleri ile matematik ve fizik derslerimden geçiyordum. Ebeveynlerinizin vizyonu sizin gerçekliğiniz oluyor, babamı hiç sorgulamadım ya da bahanelerimin altında onun kararları olmadı. Babam her babanın yapmak isteyeceği gibi evladının ‘iyi yaşamasını’ istiyordu ve benim için en iyi mühendis olmamdı ki okumaya gittiğim Kıbrıs’ta mühendislik bölüm başkanım beni uyandırana kadar, ‘Evren, oğlum kendine bir iyilik yap ve bu bölümü değiştir’ dedi, ‘bende hayırdır hocam bir hatam mı oldu’ dedim ‘yok’ dedi hocam, ‘hata değil senin yeteneğin yok oğlum’ dedi ve ben ‘özel yetenek sınavı’( çizim yeteneğimde yoktur benim) ile içmimarlık bölümüne geçiş yaptım. Annem ve babam için okumalıydım. 4 senelik bir üniversiteden mezun olmamı çok istiyorlardı. O küçücük dükkanın içinde saatlerce kalmalarını sağlayan mottoları sanıyorum buydu. Tasarım insan ruhunu keşfi ile başlar demişti bir hocam ve benim arayışıma bir ışık oldu ve ikinci bir Evren var oldu sanki. Yaptığım her ne olursa olsun ( ki o zamanlar üniversite içinde aktif olarak etkinliklere katılıyordum) insanları anlamaya, yaptıklarını anlamlandırmaya çalışmaya başladım. Psikoloji benim arayışımın başlığı oldu. Tasarımcıların yaptıkları eserler ile değil, hangi ruh halinde o eseri tasarladıkları benim ilgimi çekiyordu. Ve sonra bu arayış beni ilk önce yaz okullarına gittiğim daha sonra da hayatımın uzun bir süresini orada geçirdiğim (ben büyüdüğüm demeyi tercih ediyorum) Londra ile tanıştırdı.
Sonuç olarak annesi ve babası için mimarlık okuyup, kendisi içine psikoloji okumaya çalışan iki Evren’in hikayesi var oldu.
Benim hikayemin ikinci dönüm noktası ise beni yetiştiren hocam ile tanışmam oldu. Çok heyecanlı ve her şeyi yapmak isteyen ancak nereden başlayacağını bilmeyen bir gence yardım ile başlayan tanışma, sonra beni yetiştirmesi, kariyerimi planlaması, bana mentorluk, hocalık, dedelik (çok yaşlıydı kendisi) yapması ile devam etti. Psikoloji eğitimi almamı, diğer bilişsel alanlara yönelmemi ve en önemlisi de arayışıma anlam katmamı sağladı. O’nun gözetimi ve desteği ile birçok kadim ve modern bilgilerin, deneyimlerin paylaşıldığı eğitimler, workshoplar, paylaşımlara katıldım. Hala öğrettiği yolda, kendi yolculuğuma ve arayışıma devam ediyorum. Profesyonel anlamda çalışmaya Londra’da başladım, çok ilginç kişi ve kurumlar ile çalıştığımı söyleyebilirim. İlk danışanım kendisini başkalarına ifade edemediğini düşünen bir deve kuşu yetiştiricisiydi. Sayesinde uzun bir süre tavuk yumurtası yemedim. Bir adet deve kuşu yumurtasından 10 kişilik menemen yapabiliyorsunuz :)
Her yeni paylaşım, bir sonra ki paylaşım için benim yolumu daha da aydınlattı diyebilirim. Yolculuğumun bu kısmında ise son 5 sendedir, Türkiye’deki güzel insanlar ile paylaşımlar yapıyorum. Türkiye’ye ilk döndüğümde çok farklı geldiğimi, davrandığımı açıkçası biraz fazla İngiliz olduğumu söylemişlerdi. (Çok katı kurallarım vardı o zamanlarda) Paylaşım yaptıkça katılımcıların bilgi almaya istekli ancak bilgiyi samimiyet ve açıklıkla ‘sen’ gibi olduğunda aldıklarını fark ettim. Dikkat etmişsinizdir, paylaşım kelimesini çok kullanırım ben çünkü eğitim kelimesinden çok paylaşım kelimesini daha samimi ve açıkçası benim sergilediğim davranışları kapsadığını düşünüyorum. Sadece anlatmak ya da bilgiyi aktarmanın tek başına işe yaramadığını düşündüğüm için sınıfta, açık havada veya danışanlarım ile yaptığım tüm konuşmaları anlatmaktan uzak paylaşmaya yakın tutmaya çalışıyorum ki, geçtiğimiz aylarda yaptığım TEDx konuşmamda da, konuşmaktan çok Evren’den bir şeyleri benden olanı, dinleyenlere duyurmaktan çok hissettirmeyi amaçlıyorum. Siz paylaşmaya başladığınızda, karşılarında ki kişinin kim olduğundan çok, karşılarındaki kişinin onun hayatında ne olabileceğini sormaya başladıklarını düşünüyorum. Ve çok şükür ki, paylaşımın ilk saatlerinde kendisini katılımcı olarak gören kişiler, paylaşımın sonlarına doğru kendilerini arkadaşım gibi görmeye başlıyorlar ki bu da benim için en büyük mutluluk. Mesela bir paylaşımda bir arkadaşım kız istemeye gideceği için çok heyecanlı olduğunu söyledi, merak etme dedim bizde yanındayız. O akşam o salonda arkadaşın ailesi, kızın ailesi, akrabaları ve ben dahil 40 kişilik isteme ekibi (kendimize bu adı vermiştik) vardı. Oturacak yer yoktu ama paylaşacak birçok hikayemiz oldu.
2) Ben mutluluğun bile bize dayatıldığını düşünüyorum. Yani, mutlu olmak zorundaymışız ya da illa mutluluğu bulmalıymışız gibi bir zorlama içindeyiz gibime geliyor. Her saniye mutlu olmak çok mu önemli? Mutsuzlukta gerekli bir duygu değil midir? Ben kendi deneyimlerimden örnek vereyim; ne zaman mutsuz olsam “mutsuz olmak sana yakışmıyor” deniliyor ya da mutlu olmam için zoraki şeyler yaptırılabiliyor, hadi dışarı çıkalım, hadi şunu yapalım vb. gibi... İnsanın mutsuzluğunu da yaşaması gerekmez mi? Her zaman pozitif olmak mümkün mü? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Erkek adam da ağlamaz, ağlamamalı diyorlar. Evet erkek adam ağlamıyor, sonra ağlaması gereken yerlerde içinden ağlamak geldiğinde göz yaşlarını tutuyor, yutkunuyor, zorluyor sonra o adam büyüyor ama içinde onun ile büyüyen ve hiç eksik olmayan huzursuzluk, tatminsizlik, endişe, kaygıda hayatından hiç yok olmuyor. Öncelikle insan ne hissediyorsa ilk önce o duyguyu bir yaşamalı bence. İlk önce o duyguyu yaşamalı ki, yaşadıklarına bir anlam katabilsin. Ancak yaşadığımız dönemde her şeyin çok hızlı, en yüksek dozunu ve en derinini istediğimiz için sanıyorum mutlulukta daha anlam katamadan tükettiğimiz duyguların başında geliyor. Bence bugünler de mutluluk; gerçekliklerimizi sanallaştırmak için kullanılan bir çeşit plasibo gibi geliyor bana. Bundan dolayıdır ki söylediğiniz o mutluluk dayatmasının nedeni bence, kaçınmaları kolaylaştırmak için olduğunu düşünüyorum.
Bir ilişki yaşıyoruz, zor ve ‘mutsuz’ olduğumuz günlerimiz oluyor ne yapıyoruz bir, iki deniyoruz baktık bu ilişki bizi ‘mutlu’ etmiyor o zaman çözmek, paylaşmak, karşısına dikilip mücadele etmek yerine kaçınıp gidiyoruz. Ve içimizi biz kendimize söylemesek te bir sürü huzursuzluk kaplıyor. Hiçbir olgu karşıtı olmadan bir anlam kazanamaz ve algılanamaz onun için ben mutluluk kadar mutsuzluğunda yaşam amacımızı belirlememizde, sevme şekillerimizde, aşkımızda, ilişkilerimizde hatta trafikte yol verip vermeme davranışını etkilediğini düşünüyorum. Bir çok büyük şirkete verdiğim paylaşımlarımda soruyorum ne için yaşıyorsunuz? diye.
Herkes ama herkesin ilk söylediği madde ‘mutlu olmak için’ oluyor. Peki yaşam amacınız olduğunu az önce söylediğiniz mutluluk olmak için ne yapıyorsunuz. İşte orada göz teması kesilip, başlar öne düşüyor ve sınıfı bir sessizlik kaplıyor. İşte sanıyorum sorunuzun cevabı da burada bir yerlerde, mutluluk bize dayatılıyormuş gibi bir algı oluşuyor çünkü bir çoğumuz mutluluğun dışarıdan geldiğine inandığımız için dışarından gelenler ile mutlu veya mutsuz olabileceğimize inanıyoruz. 4-5 yaşında bir çocuğu gördüğünüzde karşısına geçin ve lütfen ona mutlu olmasını söyleyin. İlk önce sizi algılaması biraz zaman alacak ve size gülümseyecektir. Sonra ondan mutsuz olmasını isteyin yine birkaç saniye sonra yüzünde ağlamaklı bir ifade olacaktır ve isteklerinizi karşıladıktan sonra elindeki kamyonu ile oynamaya kaldığı yerden devam edecektir. İnsanın ne olacağına yine insanın kendisi karar veriyor. Dışarından etkilendiğimiz gibi dışarıyı da etkileyebiliyoruz. Yaşadığımız her anda var olan duygu o anda hissettiğimiz veya ihtiyaç duyduğumuz bir duygudur. Onu nasıl anlamlandırdığımız ve yaşamamızın hangi noktasına taşıdığımız ise bizim ne için yaşadığımız ile alakalı.
Geçtiğimiz günlerde bir cenazeye katıldım. Bir abimizin annesini defnettik. Üzgün bir evlat görmeyi beklerken, yüzündeki yorgun gülümseme ile taziyeleri kabul ediyordu. Bir yakını sordu ‘iyi misin’ diye? ‘Evet’ dedi abimiz. ‘İyim ve anneciğim içinde mutluyum çünkü geceler boyunca çektiği acılar son buldu’ dedi. Mutluluk, içindeki mutsuzluk ve mutsuzluk içindeki mutluluk insan oğlunun çözülmesini beklediği en büyük sorulardan bir tanesi. Ancak cevap veya tanımlama ne olursa olsun, insanın kendisinde hissettiği iyi hissetme hali olan mutluluğa her zaman olmasa dahi (çünkü kontrol edemediğimiz ve bizi bir şekilde mutsuz edecek bir çok şey var) var etmeye ya da var olanı devam ettirmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
3) Mutsuz olmamızın sebepleri arasında elbette ki bir çok neden sayabiliriz. Bir danışman olarak sizce en etkin faktör nedir?
Bence en büyük mutsuzluk nedenimiz, karşılaştırma. Yaşadığımız her an kendimizi veya hissettiklerimizi başka insanlar veya durumlar ile karşılaştırıyoruz ki, deneyimlerinden edindiğim bilgilere dayanarak söyleyebilirim ki, inanın karşılaştırma yapmak insanın kendisine yapacağı en büyük kötülüktür.
“Ben başarısız bir çalışanım”, “iyi bir anne değilim” ya da “beni o’nun sevgilisini sevdiği kadar sevmiyorsun”… Böyle uzayıp giden milyonlarca örnek verebiliriz. Karşılaştırma yapmak için 2 olguya ihtiyacımız var. Birincisi karşılaştırma yapacağımız bizce mükemmel olan bir durum, ikincisi ise kendi beklentilerimiz. İşte mutsuzlukta burada başlıyor, beklentilerimizin başkaları tarafından gerçekleştirildiğini gördüğümüzde biz kendimizi mutsuz hissettirebiliyoruz. Bu arada beklentiler ve mutluluk konusu bir araya geldiğinde akıllara zaman zaman şu cümle gelebiliyor;
“Azla yetin daha mutlu olursun”.
Ben beklentinin az ya da çokluğu ile değil, beklenti dediğimiz haz ve tatmin halinin insanda oluşturduğu duygu karşılıkları ile ilgilendiğimi belirtiyorum. Beklenti çok geniş bir kavram ve mutluluk ile bir araya geldiğinde ise çok farklı duygu ve davranış şekillerinde kendisini gösterebiliyor. Burada söylemek istediğim azı bekle çok gelince mutlu olursun veya beklentini düşük tut o zaman mutlu olursun değil. Tekrar kendimizi mutsuz hissettirdiğimiz anlara döndüğümüzde; O yapıyor, o sahip oluyor, o yaşıyor benim neden olmuyor diye düşünüyor ve şunu katastrofik çıkarımı yapıyoruz. ‘Demek ki ben mutlu olmayı hak etmiyorum’. Bu söz ruhumuzun derinliklerine öyle bir işliyor ki kendi mutluluk duygularını karşılaştırma ile elde ettiğini gördüğümüz bir çok insan, mutlu olsalar dahi tam olarak mutluluk duygusunu hissedemediklerini sürekli bir yanlarının rahatsız ve huzursuz olduğunu belirtmişlerdir. Bu bağlamda mutsuzluk nedenlerinin başında; elimizde var olanlarla değil, başkalarının sahip oldukları ile ilgilenmek olduğunu öngörebilirim. Benim mutluluk tanımım ‘iyi hissetmektir’. Beni iyi hissettiren (haz ve tatminden bağımsız olarak) her ne var ise, o bana özel ve beni için var olandır.
4) Mutluluk nedir? Bir formülü var mıdır?
Mutluluk; anne yemeklerinden sonra içilen Türk kahvesidir. (Jşaka yapıyorum) Mutluluğunun kişisel bir kavram ve duygu olduğunu düşünüyorum, başta konuştuğumuz birçok konunun aslında bu kişisel mutluluk tanımlarının yapılmamasının bir eksikliği olduğunu düşünüyorum. Biz başkalarının mutluluk tanımları ile kendi mutluluğumuzu var etmeye çalışıyoruz.
Mutluluk denildiğinde sadece bir keyif ( haz + tatmin) halinin olduğu anları tanımlıyoruz. Bu bağlamda dünyadaki madde bağımlılarının hepsinin mutlu olduğunu varsaymamız gerekirdi. Ancak onlar tam tersine mutluluk için değil ‘keyif’ dediğimiz anlık mutluluğu yakalamak için tüm benliklerinden vazgeçiyorlar. Hayatımızı kontrol eden olgular ve hayatın içinde bize doğru bildiğimiz ancak yanlış olan mutluluk tanımlamaları bizi mutlu etmekten çok mutluluğun ortaya çıkmasını engelliyor. Mutluluk tanımlamalarımızı yaparken genellikle bize ‘mutlu’ olarak lanse edilen şeylere bakıyoruz ve yaşadığımız duygunun sağlamasını ve karşılaştırmasını onlar ile yapmaya çalışıyoruz. Bence mutluluk ‘iyi hissetme’ halidir. Kişinin tüm benliği ile kabullendiği ve hissetmeye başladığında, olumlu bir ruh, zihin ve beden bütünlüğü oluşturan bir iyi hissetme hali.
Şu şekilde bir örnekleme yapılabilir diye düşünüyorum, bize kendimizi iyi hissettiren herhangi bir şey aynı zamanda bizleri olumlu bir duygu içinde tutarak, o duyguyu daha uzun zaman hayatımızda tutmak istememize neden oluyor. İşte o anda kendi mutluluk olgumuzun ne olduğunu keşif ettiğimizi düşünüyorum.
Mutluluk formülüne gelince, büyük bilim insanı Einstein’a göre mutluluk; gerçeklik - beklenti’dir. Ama ne kadar bana uygun ya da ne kadarı sizin kişisel mutluluk tanımınızı kapsıyor bence değinilmesi gereken kısım burası. Ben mutluluğun, formülüze edilebileceğini düşünmüyorum. Ancak keşif edilen mutluluğun sürekli kılınabilmesi için kendime hatırlattığım küçük bir fikir topluluğunu paylaşabilirim.
Mutluluk; var olan her şey için duyulan şükür, zorluklarda sabır ve her nefes için sevinç duymaktır. ( :) galiba biraz formül gibi oldu )
5) “Evren’den Mesajınız Var” kitabınızda beni çok etkiyelen bir hikayeye yer vermişsiniz. Garda sevgi yumağı...sizce o denli, karşılıksız sevmek mümkün mü? Beklentisiz, karşılıksız sevmek diye bir şey var mı? Bu insan doğasına uygun bir şey mi sizce?
İnsan doğası ile söze başlamak gerekirse, bence doğamızı belirleyen güdüsel yaklaşımlar günümüzde, ihtiyaç ve beklentiler ile harmanlanmış durumda. Bu bağlamda insanın hayatta kalma güdüsü, bilinçaltının kendisini bir ebeveyn olarak görmesi yönünde bir algı ile doldurmuş olabilir. Bu güdülenmenin sonucunda birey kendisini anne veya baba olmak zorunda görüyor olabilir. Buraya kadar olan kısım güdülerin, ihtiyaca olan etki diyebiliriz. Konu beklentiye geldiğinde işte karşılıksız sevmek burada devreye giriyor. Bence insan karşılıksız sevebilir ve seviyor da. Doğadaki bir çok olguyu karşılıksız seviyoruz, sadece anlamlandıramıyoruz. Güneşin batışını seviyoruz mesela. Güneşi tüm gün bizi ısıtarak, dünya üzerindeki milyarlarca düzeneğe enerji verdiği için sevmiyoruz. İnsan beklentilerini bir kenara koyarak sevmeyi sadece ‘var olanı’ görerek O’na değer vererek sevmeye başladığında, bence karşılıksız sevemeye başlıyor. Şu diyaloğa bir bakalım.
- Beni seviyor musun?
- Evet
- Neden?
- Çok güzelsin
Burada seven kişi aslında karşısındaki kişiyi değil, O’nun güzelliğini seviyor ve o güzellik kaybolduğunda da aradaki sevgi kayboluyor. Benim anlatmaya çalıştığım şey bir şey üzerine kurulan sevgi ilişkilerinin süresinin çok uzun olamayacağıdır. Eğer her hali ile O’nu sevmeye başladığında seven kişi O’nun güzel olmasını beklemeyecektir. Yani sevgisine bir karşılık almayı beklemek yerine kendince sevemeye devam edecektir. Ve bir çoğumuzun beklentisiz, sevgi göstermeye ve sevgiyi hissetmeye ihtiyacı var.
6) “O mutlu olunca, bende mutlu oluyorum” mantığına inanıyor musunuz yoksa bu kişide ki bir takım ruhsal veya kişisel eksikliklerin üzerinin örtülmesi midir?
Zihinlerimizde ‘ayna’ nöronlar var. Bu bir bakıma kadar doğru. Bu konu ile yapılan araştırmalarda var. Bizler başkalarını mutlu ettiğimizde, daha mutlu oluyoruz!
Ancak sorunuzdan taviz vermek ya da ilişki içinde pasif yani sürekli kabullenişçi yapı içerinde sürekli başkasının veya başlarının mutluluğu için kendi kişisel duygu ve ihtiyaçlarından vazgeçmek davranışı soruluyorsa o zaman bu konu kişilerin ilişkilerimde ki ‘ben’ sorgusuna doğru gider.
Bu kısımda şunu söylemek isterim. Kendisini mutlu hissetmeyen kimse, başkasının mutluluğu için çokta çaba göstermez.
7) Sosyal medya’da bir çok kez havaya uçmuş, kollar havada “heey, bakın ben çok mutluyum” imajını veren fotoğraflara rastlıyoruz. Coşkulu olmak elbette ki güzeldir ama böyle görüntüler bana biraz abartı geliyor. Neden mutlu olduğumuzu abartı şekilde gösterme ihtiyacı duyuyoruz sizce?
Mutluluk tanımında olduğu gibi, mutluluğu yaşama şeklimizde bireysel farklılıklar gösteriyor. Mutluluğu yaşamak ile mutluluğu başkasına göstermek arasında fark var. Kişi eğer mutlu ise bunu kendi içinde yaşamayı tercih eder ve mutluluk duygusu tüm zihinde hissedilir, bedene yayılır.
Ancak bedenin belli bölgelerinde sadece belirli pozlar ile sergilenmeye çalışılan mutluluk duygu için hissedilmekten ve samimiyetten uzak olduğunu söyleyebiliriz. Mutlu kişi, mutluluğunu yaşayan ve paylaşan kişidir.
8) Hayatından memnun olan insanlarla olmayan insanların arasında ki fark nedir sizce? Bir çok insan mutsuzluk sebeplerini kredi kartı borçlarına, yürümeyen ilişkilerine vb. şeylere bağlıyor. Yani illa bir şeye bağlıyor ve özellikle bu maddi oluyor. Bunlar mutsuz olmamız için geçerli sebepler midir yoksa bir bahaneye sığınmak mıdır?
Memnuniyetin, içimizde farkında olduğumuz ya da farkında olmadığımız arayış ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Aynı yaşam standartlarına sahip iki insandan birisi çok mutluyken, diğer çok mutsuz olabiliyor. Bence bu ayrımın oluşmasına neden olan en büyük olgu ‘değerler’dir.
Hayatında var olanları değerli kabul eden insanlar, hayatında var olanları değersiz görerek ‘daha değerlerisini’ arayan insanlar. Bu ayrım bize bence memnuniyetsizleri hemen tanımlıyor sanıyorum. Geçtiğimiz günlerde ‘bana daha mutlu nasıl olabilirim diye bir soru yöneltildi’ bende ‘ mutluluk sizin için nedir?’ diye sordum. ‘Bilmiyorum’ dedi hanımefendi. Bende ‘bilmediğiniz bir şeyden neden daha fazla istiyorsunuz’ dedim. Hanımefendi bu cevabım karşısında çok memnun olmuşa benzemiyordu :)
9) Mutluluk duygusunu sürekli kılmak için ne yapmalıyız?
Öncelikle mutluluğu sürekli kılamayacağımız anlamak ve kabul etmek ile başlamalıyız. Böylelikle mutluluk duygumuzun her negatif durum içerisinde kaybolmak yerine, sabit bir çizgide ilerlemeyi kendimize kabul ettirmiş oluruz. Benim kişisel gözlemlerim ve deneyimlerim mutlu kişilerin kendileri ile olumlu ve yapıcı iç konuşmalar yaptığı yönündedir. Bu konuşmaların sonucunda hayatın toz pembe değil, hayatın her renginin olabileceğini kabul ettikleri yönündedir. Diğer bir olgu ise, mutluluk yolculuğun içsel bir süreç olduğunun algılanmasıdır. Benim keşfim ve benim mutluluğum mottosuna sahip içsel bir süreç. Ve son teşekkür etmek ile ilgilidir mutluluk. İyi olana verdiği huzurdan dolayı, kötü olana da verdiği dersten dolayı teşekkür etmeyi kast ediyorum. Eğer kötü olan olmasa ve ben bir süre sonra iyinin ne olduğunu unutacak ya da verilen dersi iyi yorumlamasam hiçbir zaman mutluluğa ulaşamayacak olurdum.
10) Şimdi mutlu olmak isteyen insanlara nasıl bir başlangıç yapmalarını önerirsiniz?
Öncelikle mutlu olmayı istesinler öyle Evrenden falan değil J kendilerinden. Evren onlara hiç birşey yaptırmayacak. Her ne olursa ya da olmaz ise kendilerinden var olacak. Evren onlara kozmik bütünsel enerjisini gönderse dahi, içsel benliğinde gerçekten mutlu olmak istemeyen bir kişi bu enerjiyi algılayamayacak ve hissedemeyecek. Onun için Evren’e mesaj gönderdiğimiz kadar, Evren den gelen mesajları da anlamak ve anlamlandırmak için çaba harcamalıyız.
Kendi mutluluk yolculukları için her sabah aynada gördükleri ‘kendilerine’ bakmak ve mutluluk isteklerini tekrarlamak başlangıç için iyi olabilir. Arkadaşlarına, dostlarına, yabancılara yardımcı olmak ile devam edilebilir. Daha sonra deneyimleri iyi hissettiren ve hissettirmeyen diye ayırmakta mutluluk yolculuğunun hangi yöne gitmesi gerektiği ile ilgi bir sürü ipucu verecektir. Ve tüm yolculuk boyunca karşılık beklemeden sevmeyi kendisine hatırlatmalı insan.
Biraz sabır, bolca merak, bolca neşe, biraz kabulleniş ve sağlam bir sevgi ile mutluluk bizde bir yerde var, sadece keşif edilmeyi bekliyor.
Evren Çolak'ın TEDx konuşması videosu için tıklayınız.
Röportaj : Ayça Akın
Sevgilerimle
Ayça Akın
www.aycaakin.com
www.motivasyonatolyesi.com
www.facebook.com/aycaakinofficial
www.instagram.com/aycakn
www.twitter.com/aycakn
Paylaş