Mevsimlerin farklılığı bilindiği gibi, bu uzaklıkla ilgilidir ve gezegenimizin dönerken oluşturduğu salınım, uç noktalarındaki buzlanmaya neden olur, Dünya uzayda 23' 27'' lik bir eğimle döner yani üzerinde yaşadığımız küre dik durmamaktadır, belli bir eğiklike salınarak, Güneş'in çevresinde döner. Böylece mevsimlerin yanısıra, her yarıkürenin zaman ölçümü yani saatler ve dakikalar Güneş ışığının görülmesiyle yapılır. Bütün bunlar herkesin bildiği gibi orta öğretimde öğrenilen bilgilerdirler, hatta uydulardan ve uzay yolculuklarından çok daha önce öğrenilmiştirler. ?imdi herşeyden önce dünyanın ekseninin, hayali bir çizgi olduğunu düşünün ve asıl önemli olaya yani gizeme yaklaşalım. Bizi ilgilendiren şey, Gündönümü'nün nasıl gerçekleştiğidir?
Örneğin Kış Gündönümü ne zamandır? dünyanın eğimi ve uzaysal konumu sonucunda Güneş'ten uzaklaştıkça günışığı yani gündüzler kısalır. Yani Güneş gökte, en kısa yayı çizer; Kış Gündönümü'nde Kuzey Yarımküre'de Güneş, öğle saatinde Oğlak Dönencesi boyunca ışınlarını direkt olarak yollar; bu çizgide Brezilya'daki Sao Paulo kenti, Güney Madagaskar ve Avustralya'nın Kuzey Brisbane bölgesi bulunur. Oysa, 1996 yılında Kış Gündönümü, 21 Aralık gününde, sabah 6:05'de başladı yani yukarda adı geçen örnek bölgelerin aslında Kış'la ilişkisi kuramsal olmanın dışında yoktu. Bu şu demekti; yanılıyorduk çünkü yarımküreler arasındaki farklılık ve salınım etkisi nedeniyle ortaya çıkan değişkenlik yüzünden hangi zamanın nerede bittiğini ya da nerede başladığını global anlamda bilmemiz mümkün değildir. Yani işin aslına bakılırsa, simgesel olmak dışında ortak bir takvimi kullanmamız da doğru değildir.
1 Ocak 1997 tarihi Julian takvimine göre, 6.710'cu yıldır, bu hesapla 1 Ocak 1997, öğle saati ve evrensel zaman hesabına göre, MÖ 4.713 yılıdır. Astronomlar, bunu 2.448.257 gün olarak hesaplıyorlar; 1 Ocak günü, birçok ülkede tatildir, 31 Aralık günü finans dünyasında da geleneksel olarak bitiş veya hesap günü olarak kullanılır. Geçen yılın sayımları, hesapları yapılır, Bazı ülkelerde, Yeni Yıl "Herkesin Doğum Yılı" olarak kabul edilip kutlanır, hatta bu geleneğe göre, doğum günleri yerine her yılın başında yani 1 Ocak'da herkesin yaşına bi yaş daha eklenir, bu da çık eski bir gelenektir. Anglo-Sakson ülkelerde yeni yıl kutlamaları ve gelenekleri 1751 yılında başlatılmıştır. Aslında daha öncelerde, Yeni Yıl mevsim dönümüne göre 25 Mart'ta başlatılır ve kutlanırdı. Sonuç olarak, dünyanın güneşin etrafında bir dönüşü bitirip, yeni bir dönüşe başlaması yeni yılın başlangıcıdır. Gezegenimiz, bir dönüşte 583.416.000 mili aşar ve bir tur için 365.2422 gün geçer. Sonuçta tüm bunlar birer insani hesaptır çünkü dünyanın dönüşüne ilk defa ne zaman başladığı bilenemediği için, gerçek zamanı saptamak mümkün değildir. Yeni yıl ve bir peygamberin doğumu gibi referanslar yaratılarak, imajinatif bir zaman oluşturulmuştur.
Gelmekte olan ikibin yılda gezegenimizin ve bizlerin hangi yıldız kümesinden nasıl etkilenecğini ve nasıl bir değişime uğrayacağını tartışmadan önce dilerseniz Kova burcu ve yöneticisi Uranüs'un astrolojik anlamlarından söz edelim. Kova burcunun özellikleri, dört ana niteliğin karışması ile belirlenir: Kova'yı anlayabilmek için öncelikle yönetici planeti Uranüs'un niteliklerine kısaca göz atmak yararlı olabilir; çünkü bir burcun kimliğini en fazla yönetici planeti etkiler: Uranüs iki şekilde anlatılabilir: Ani değişim ve yıkıp yeniden yapmak. Bu açıklamadan da anlaşılacağı gibi, yeni ve beklenmedik gelişmeler ile ani değişimlerin kaynağı Uranüs'dur. Uranüs’un ikinci önemli yönü ise bağımsızlık düşükünlüğü ve özgürlük aşkıdır. Bu planet, kişi, meslek, kavram, ya da herne olursa olsun, durağan hiçbir şeye bağlanamama etkisini, olumlu, olumsuz her yönde ilerletmek, yeni olan tüm şeyler ile bütünleştirme gücünü yayar. Uranüs'ün dönüşümcülüğüi başka hiçbir planette görülmedik boyuttadır. Ama değişim daima olumlu yönde gerçekleşmeyebilir. Örneğin Uranüs seksüel sapmaların da kaynağıdır, çünkü her konuda beklenmeyeni yapma eğilimindedir. Bu planet, adını Yunan mitolojisinden almıştır ve erkek gücü simgeler. İlk dişi güç Gaia (toprak) onu kendinden yaratmış, daha sonra ise onunla çiftleşerek çeşitli varlıklar doğurmuştur.
Uranüs 1781'de Herschel tarafından keşfedilmişti. Sekiz yıl sonra Fransız İhtilali başladı. 18. Yüzyıl’da, da dünyamız Endüstri Devrimi ve Amerikan Özgürlük Savaşı gibi birçok değişime sahne olmuştu. Uranüs'un niteliklerini öğrendikten sonra bu gelişimlere rastlantı demek zordur. Uranüs'un keşfi bile büyük bir bilimsel devrim sayılan teleskobun icadı sonrası gerçekleşmiştir. Sanki Uranüs kendi keşfine neden olacak buluşu önceden yaptırarak doğmuştur!
Öte yandan planetin keşfi ile meydana gelen değişimler politika ve bilim ile de sınırlı değildir. Uranüs'un ortaya çıkmasından sonra Güneş Sistemi’nde sadece yedi planetin bulunmadığının öğrenilmesi de devrime neden olmuştur. Örneğin yedi planet ve yedi sayısı üzerine kurulu çoğu gizem öğretileri (ki bunlardan biri de astrolojidir) Uranüs'ü de kapsamına alarak yeniden yapılanmak zorunda kalmış ve tam düzen kurulmuşken keşifler süreci yeniden başlamıştır. Derken 1846 da Neptün’ün ve 1930 da Pluto'nun bulunuşu ile temeller tümüyle sarsılmıştır. Görülmektedir ki Uranüs’ün keşfinden sonra çok kısa bir zaman içinde iki gezegen daha keşfedilmiştir!
Uranüs'un yaptığı sarsıntılar astrolojide de garip sonuçlar yaratmıştı; örneğin Kova burcu da dahil olmak üzere bazı burçların önceki ve sonraki olmak üzere iki yöneticisi bulunmaktaydı. Eski çağlarda Ay tarafından yönetilen Yengeç ve Güneş tarafından yönetilen Aslan burcu dışındaki tüm burçların yalnız kendilerine ait bir yöneticileri yoktu çünkü bilinen 12 burca karşılık 7 planet tanınmaktaydı. Bu nedenle bir planeti yönetici olarak iki burç "ortaklaşa" kullanırdı; Venüs, Boğa ve Terazinin; Merkür, İkizler ve Başağın; Mars, Akrep ve Koç'un; Satürn, Oğlak ve Kova'nın; Jüpiter ise Yay ve Balığın yöneticisi idi. Kimse yedi planet ötesinde Uranüs, Neptün ve Pluto'nun var olduğunu bilmiyor, üç planetin gerçekte yöneticisi olmadıkları üç burcu zorla yönettiğinden şüphelenmiyordu. Ama sonra Uranüs bulundu, Kovaya yerleştirildi ve yüzyıllardır yorumlara temel oluşturan Kova/Satürn ilişkisinin tam anlamı ile doğru olmadığı anlaşıldı! Artık Satürn Kova’yı değil, sadece Oğlağı yönetiyordu. Ardından Neptün keşfedilip Balığa, Pluto ise Akrep'e verildi. Bu değişimden sonra eski yorumlar kuşku ile karşılanır olmuştu çünkü yorumların yapılmasında kullanılan kaynak verilerin güvenilirliği üçüncü kez sarsılıyordu.
Ama bu kadar da değil; Yeni planetler yerlerine yerleştikten sonra, eski yöneticiler bütünü ile terk edilmedi ve yardımcı yönetici planet adı altında detay bilgi olarak kullanılmaya başlandılar. Günümüzde Güneş Sistemi’nde on planet olduğuna inanılmaktadır, zaten onuncu gezegenden antik kaynaklarda da söz edilir. Oysa Zodyak'da oniki burç olduğu için hala iki planet iki yerine dört burcu yönetmektedir. Merkür, nitelik açısından büyük uyum içinde olduğu İkizler ile, kendine pek de benzemeyen Başağı; Venüs ise çarpıcı biçimde benzediği Terazi ile, sadece benzediği Boğayı yönetmektedir. Bu durumdan dolayı sistemimizde keşfedilmeyi bekleyen iki planet daha olduğu varsayımını düşünmek zor değildir. Kaldı ki her geçen gün Astronomi daha da doğrusu NASA olası gezegenlerin haberini vermektedir. 1977’de Güneş Sistemi’nde keşfedilmeyi bekleyen iki gezegenin daha yer aldığı kuramını güçlendiren bir buluş yapıldı. Bu keşif, Chiron adı verilen bir gök cismiydi. Astronomlar onun dev bir asteroid mi, planet mi ya da dış uzaydan gelen yabancı bir cisim mi olduğuna karar vermeye çalışırlarken, astrologlar çoktan Chiron'u gezegen kabul edip niteliklerini araştırmaya koyulmuşlardı.
Eğer bu görüş doğru ise, kanımca astrolojik yorumların geçerliliği konusunda tartışmalar başlamalıdır. Öte yandan, bu durum astrolojinin asla bir bilim olmadığını, astrologların ise kimi hesaplamalara, işaret ve konumlara yani periyodlara bakarak öncelikle altıncı hisleri aracılığı ile yorum yaptıklarını göstermektedir. Bu bana daha sempatik geliyor, elbette bilgi önemlidir ama sezginin olmadığı bir bilgi platformu soğuk, yararsız ve en önemlisi amaçsızdır diyorum. Sonuç olarak gerek Chiron, gerekse de daha sonra ortaya atılan Vulcan, Ceres ve hatta Sedna gibi gök kitleleri veya gezegencikler pek bir önem taşımıyorlar hatta sadece kafa karıştırıyorlar, Astroloji'nin mental amaca biraz da daha saf, net, temiz ve aydılık horoskoplara ulaşmak değil midir? Kısacası, astrolojik bir harita astrolog adlı kahinin kristal küresi midir acaba? Bence düşünülmeğe değer, siz de bir düşünün...
Gerekli mi..? Evet, gerekli çünkü hastayız hem de çok ciddi ...
Yeni Çağ dediğimiz ortamın gerçek anlamı, daima bir önceki kuşaktan gelen geleneklerle bütünleştirilen güncel düşüncenin, yüksek teknoloji eşliğinde, özellikle bilimsel ama popülist tanımlarla ortaya konulmasıdır. Ve bu tanımlama özellikle de 2000 yılından sonra genç nesilleri çok güçlü bir biçimde etkilemektedir... Aslında bu düşünce biçimi yeni sayılmaz, 19. Yüzyıl başlarından beri biliniyordu. O dönemde inançlarla bütünleşen Avrupa gelenekleri, entellektüelleri derinden etkilemişti. Yani günümüzdeki gelenekçi ekono-teknolojinin temelleri o dönemde sağlam bir şekilde atılmıştı..
Ozanlar, yazarlar, düşünürler ve entellektüeller, büyük kitlelere yönelerek yeni bilinci tanımlamışlardı. 60'lardaki ideologlar, toplumun büyük parçalarına ulaşıp etkilemeyi başardılar ve özellikle de müziği kullandılar, müzik orta sınıfa mensup milyonlarca gencin odalarına girerek alışılmadık bir devrimi başlattı. Önce genç ve sonra orta yaşlı milyonlarca insan etki altında kaldı, onları da şimdi siz izliyorsunuz... 70'lere gelindiğinde Yeni Çağ adı yerini bulmuştu, sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik senteze ulaşılmış ve 30 yıl sonrasının yani günümüzün yaşam biçimi şekillenmişti. Kısacası idealizm amaçlandığı gibi yerini paraya terk etmiş ve Yeni Çağ düşüncesi artık bir endüstriye hatta sanayiye dönüşmüştü...
Artık hemen hemen her tür fikir ve ideolojinin birleştiği bir noktadayız. Bir başka deyişle tüm dünyayı harmanlıyoruz. Bugün hangi iş kolunda, hangi inançla, ne iş yaparsak yapalım, bu düşünceyi farkında olsak ya da olmasak da izliyor, yaşıyor ve yaşatıyoruz... İnançlarımızı, düşüncelerimizi fiks ettik, tüm tapınakları yıktık, bütün tanrıları kovduk... Elimizde kalan son inancı da finansmancılara verdik... Onlar yıl sonlarında bizlere inanç gelirimizin bilançosunu veriyorlar...
Yeni Çağ'da tek bir tapınak kurduk, adı ekonomi tapınağı...
Orada din, dil, ırk ve düşünce farkı gözetmeksizin tapınıyor ve performansımıza göre de kutsanıyoruz. Bazılarımız bu tapınağın önünde bekliyoruz, bazılarımız ise içinde yaşıyoruz...
İlk ve çok önemli kabulümüz bu olmalıdır, varolan, yaşanan ve yaşatılan sistemin dışına düşmek artık Limbo'ya yuvarlanmaktır yani ne cennete ne de cehenneme giremeyen ruhların yanına gitmek demektir...
Günümüzde istisnalar dışında herşey paradır, hatta diyebiliriz ki, para genel bir yaşam prensibi olup bir çeşit bilinç, yaşam gücü ya da enerjidir. Konu ekonomi yani para olduğu zaman herşey birdir ve amaca giden yolda hemen hemen tüm yollar geçerlidir. Sistem bize, bütünlük içinde kalmamızı, ayrım yaratan dogma ve doktrinlerden soyutlanmamızı, toplu bir amaç bütünlüğüne gitmemizi istemektedir. Bilgi çağında olduğumuza da inanıyoruz, pek böyle değil ama uyumlu olmak için böyle olduğunu düşünebiliriz. Hatta, bilgi yoluyla aydınlanmaya ve sosyal evrime dayanan bir dönüşüm sürecini yaşadığımıza da inanıyoruz. Küresel ısınma gibi çevre krizleri, savaşlar, gerçekten çok garip siyasi çekişmeler, ekonomik darboğazlar gibisinden sorunları, aslında çözebilecek potansiyele sahip olduğumuzu biliyor ama yanısıra da neden çözümlemediğimizi de biliyoruz...
10 yıl önce, şansı araştırmaya başlamış. Neden bazı insanların hep doğru zamanda doğru yerde olduğunu, diğerlerinin ise sürekli olarak şanssızlıklarla boğuştuğunu merak ediyormuş. Ulusal gazetelere ilan vererek kendilerini her zaman şanslı ya da şanssız hisseden insanların kendisiyle temasa geçmelerini istemiş. Yüzlerce sıradışı erkek ve kadın, araştırma için gönüllü olmuşlar. Yıllar boyunca, onlarla söyleşiler yapmış, yaşamlarını gözlemlemiş ve deneylere katılmalarını sağlamış. Sonuçlar göstermiş ki insanlar, neden şanslı ya da şanssız olduklarını tam olarak bilemeseler de, düşünceleri ve davranışları, bu durumu büyük ölçüde açıklıyor.
Bir şans ya da bir fırsat gibi görünen durumları düşünelim. Şanslı insanların bu tür fırsatlarla sürekli karşIlaşmalarına karşılık, şanssız insanlar bunlarla hiç karşılaşmazlar. Bu durumun, insanların söz konusu fırsatları fark etme yetenekleri arasındaki farklılıklardan mı kaynaklandığını bulmak için basit bir deney yapılmış. Hem şanslı, hem de şanssız insanlara bir gazete verilmiş ve onlardan gazeteyi iyice inceleyip içinde ne kadar fotoğraf olduğunu söylemeleri istenmiş. Gazetenin ortalarında bir yere de, üzerinde şu not yazılı olan büyük bir mesaj yerleştirilmiş; "Deney görevlisine bunu gördüğünüzü söyleyin, 250 dolar kazanın." Bu mesaj, sayfanın yarısını kaplıyormuş ve yüksekliği 5 cm'in üzerinde olan bir fontla yazılmış. Herkesin yüzü ve bakışları o anda uzmanlar tarafından izleniyormuş.
Şanssız insanlar, bunu fark edemezlerken, şanslı insanlar hemen fark etmişler. Şanssız insanlar, genel olarak şanslı insanlardan daha gerginmişler. Bu endişeli ruh hali, beklenmeyeni fark etme yeteneklerine zarar veriyor ve sonuç olarak, fırsatları kaçırıyorlar çünkü başka bir şeyi aramaya aşırı odaklanıyorlar. Örneğin davetlere, konuya, komşuya mükemmel eşlerini bulma düşüncesiyle gidiyorlar ama bu yüzden iyi arkadaşlar edinme fırsatlarını kaçırıyorlar. Belli iş ilanlarını bulmaya kararlı bir biçimde gazeteleri inceliyorlar ama diğer iş olanaklarını kaçırıyorlar. Şanslı insanlar ise, daha rahat ve açıklar. Dolayısıyla, yalnızca aradıklarını değil, orada ne olduğunu da görüyorlar. Araştırma, sonuç olarak şunu gösteriyor. Şanslı insanlar, dört ilke sayesinde şanslarını yaratıyorlar. Şans fırsatlarını yaratma ve fark etme konusunda becerikliler. Sezgilerini dinleyerek şanslı kararlar verebiliyorlar. Olumlu beklentiler sayesinde doğru çıkan tahminlerde bulunuyorlar, şanssızlığı şansa dönüştüren esnek bir yaklaşım benimsiyorlar. Çalışmanın sonuna doğru, bu ilkelerin, şansı yaratmada kullanılıp kullanılamayacağını merak edilmiş.
Bir grup gönüllüden, bir ay boyunca, şanslı bir insan gibi düşünerek, böyle davranmaya yardımcı olacak egzersizler yapmaları istenmiş. Bu egzersizler, şans fırsatlarını fark etmeleri, sezgilerini dinlemeleri, şanslı olmayı ummaları ve şanssızlığa karşı daha esnek olmalarında onlara yardımcı olmuş. Gönüllüler, bir ay sonra dönmüşler ve neler olduğunu anlatmışlar. Bu insanların % 80'i, artık daha mutluymuş, yaşamlarında daha çok tatmin oluyorlar ve belki de en önemlisi, daha şanslıymışlar. Sonuç olarak, asla akla gelmeyecek "şans faktörü"nü bulunmuş... Araştırmayı yapan Hertfordshire Üniversitesisi'den Profesör Richard Wiseman'ın şanslı olmak için önerdiği dört temel ipucu şöyle:
Doğmak ve ölmek zamanı Ekin ekmek ve yok etmek zamanı Öldürmek ve iyileştirmek zamanıYıkmak ve yapmak zamanı Ağlamak ve gülmek zamanıYas tutmak ve dans etmek zamanıTaşları dağıtmak ve toplamak zamanıKucaklamak ve kaçmak zamanıAramak ve kaybetmek zamanıSaklamak ve atmak zamanıYırtmak ve onarmak zamanıSessizlik ve konuşmak zamanıSevmek ve nefret etmek zamanıSavaş ve barış zamanı
İnsanlar, birbirlerine oldukça benzemekle beraber çok da farklıdırlar. Doğar, büyür, çocuk, genç, yetişkin, aşık oluruz, çocuklarımız var ya da yoktur ve yaşlanırız. Her birimiz hayata farklı olarak sorumluyuz. Astrolojik doğum haritaları, bize aramızdaki farklılıkları gösterirler. Gezegenlerin transitleri ise, zamanı ayarlamamız içindir. Transitleri izleyerek, kriz dönemlerini gözlemleyebilir, krizleri neyin oluşturduğunu anlayabiliriz. Transitler bize etkinin kadar süreceğini anlatırlar ve böylece biz de gücümüzü olumlu bir şekilde kullanmaya başlayabiliriz. Yağmura karşı hazırlıklı kişiler, yağmura hazırlıksız yakalananlar kadar rahatsız olmazlar. Bir transit, kişiliğe enerji getirir ve bilincinde bir değişikliğe neden olur. Örneğin; bir Jüpiter transiti bir fırsat dönemi demektir fakat aynı zamanda doğuma ait bir Mars-Güneş konumunu harekete geçirirse, bu fırsat farkedilmeyebilir. Birçok astrolog, gelecek hakkında tahminde bulunmayı sever, ama ilahi sorumluluğu üstümüze alacak olursak, geleceği bilmek zordur. Eğer biz ortaya çıkmalarını istiyorsak, sıkıntı, keder ve kötü şansla karşılaşırız. Zor transitler, genellikle hastalığa eğilimli bir bahçede, nasıl iyileştireceğinizi bilemediğiniz hasta bir çiçeğe benzerler. Bu da ancak anlama yoluyla düzeltilebilir.
Sert astrolojik etkiler kişiliği değiştirebilirler, daha çok enerji getirir, daha fazla büyüme olasılığını arttırırlar. Güneş, Ay ve Merkür çok hızlı ve yardımcıdırlar. Venüs ise, daha fazlası için Güneş'e güç katar. Mars kızgınlık getirir. Mars transitinde kişiler düşüncesiz hareketler yaparlar ama bu enerjiyi değiştirebiliriz, kızgınlık yaratıcılığa dönüşebilir ve yeniden yönlendirilebilir. Yaratıcılığın gelişmesi ve bireysel düşüncenin ilerlemesi için Mars kızgınlığının verimli olması gerekir. Ama değiştirmeyi öğrenmek zordur çünkü enerji seline kapılmak kolaydır. Bu enerjinin değiştirilmesi için bir geri-itilim gerekir yani kararlı olunmalıdır, en basiti çok kızdığınızda bile frene basabilmeyi öğrenmektir. Gerilimleri ve biriken yoğun enerjileri aynen fay hatlarında olduğu gibi küçük kırılmalarla geçiştirmeliyiz. Nasıl mı? Bunu biliyorsunuz, herkes farklıdır demiştim, değil mi?
Sonraki yavaş gezegenler yani Jüpiter 2 aylık, Satürn 1, Üranüs 2, Neptün ve Plüton ise 5'er yıllık etkiler verirler. Süreler uzundur ve bize öğrenmek için zaman verirler, anlama şansımız, büyümek için fırsatımız vardır ve yoldaki işaretleri okuyup, hayatımızı düzenleyebiliriz. Bazı Astrologlar Satürn transitinden korkarlar. Fakat Satürn billurlaşmayı, arınmayı ve sorumluluğu da sembolize eder, bu bir olgunluk dönemidir. Bir Satürn transiti hayat okulunda yarı dönem sınavına girmeye benzer. "Ne kadar biliyorsunuz?" "Yaşınıza, deneyiminize, ve şu andaki ihtiyaçlarınıza bağlı olarak kendinizi nasıl idare edeceksiniz?" gibi... Öğretmen olarak testi uygulayan Satürn'dür. Bunlar sınanmamız gereken konulardır, tecrübelerimiz ve tepkilerimiz de sınanır ve Satürn transitleri kişiliğimizin farkına varmamızı isterler. Transit sırasında başarılı olup olmadığımızı anlayamayız. Çünkü o zamana kadar sınav bitmiş ve sonuçlar oluşmaya başlamıştır. Transit bittiği zaman etkisi yayılır. Neyse ki, bizi daha zeki, olgun ve mutlu hissettirerek bırakır. Ayrıca, transitler kişinin yaşına göre ele alınmalıdırlar.
Eğer bir kişi hayatı kolaylaştırmak istiyorsa bu sistem yardımcı olabilir. Eğer kişi sorumluluk oluşumuyla ilgileniyorsa bu sistem çok iyi işler. Transitler kişiliğin hangi bölümünün gelişmekte olduğunu da bildirirler ve bize, hayatımız, ihtiyaçlarımız, ve değişikliklerin ne olduğu hakkında sağlıklı ve ayrıntılı bilgi verirler. Transit sistemi, kendi kendimize nasıl öğüt verebileceğimizi öğrenmemize de yardım eder. Ama bunu yapmadan önce, sistem ile tanışıklığımızın olması ve geleceğe korku veya endişe ile bakmamayı öğrenmemiz gerekir. Unutmayalım ki, bizler, acı çekmek veya kaybetmek için değil, sahip olduklarımızla yaşamak için doğduk.
Bu konumunu 30 Ocak 2008'den sonra İkizler Burcu'nda sürdürecek ve 4 Nisan 2008'de yine başladığı yerde yani Yengeç Burcu'nda normal hareketine dönecek ve Retrograde'in başladığı yere gelmiş olacak (12°27'). Retrograde hareket karmaşık bir astronomik tanımlamadır ve fiziksel değil görsel bir olaydır, gerçekte hiçbir gök cismi geri gitmez çünkü uzayda ileri geri diye bir kavram zaten düşünülemez.
Bu görsel konum Astroloji'de genellikle dikkat çekici ve uyarıcı olarak kabul edilir. Mars'ın bu astro etkisi 20 Ekim'de yavaşlamasıyla başlamıştı, Cardinal denen ana burç insanları yani Koç, Yengeç, Terazi ve Oğlaklar'ın yıldız haritalarında yani horoskoplarında Mars'ın konumu önem kazanmıştı. Mars her iki ve iki ayda bir geri gitmeye başlar, her yılki geri dönüş etkileri farklıdır, bu nedenle de daha çok önem kazanır.
Retro yani geri dönüş dönemleri Astrolojik anlamda genelde sorun getirirler yani Retrolar belirgin bir süreci önceden bildirirler ya da kadersel veya kaçınılmaz olayları simgelerler, söz konusu etki o gezegenin gücüne bağlıdır. Retro evresinde gezegen kendisini bir anlamda bilincimize yönlendirir, diğer gezegenleri gölgeleyerek kişiliklerimizi etkiler hatta değiştirir. Bizlere bir dizi olayı getirirken, genelde ya çok az ya da hiç kontrol edemeyeceğimizi belirtir, elbette ki bu etki Retro'nun oluştuğu burçta başlar. Örneğin Mars Retrosu duygusal çizgide, ev kuşu Yengeç'te tümüyle farklı koşullar yaratırken, zeki İkizler'i entrikacı ve dedikoducu bir kişiliğe dönüştürür…
Bu bir süreç demiştim yani Retro sürecinin ortalarında gezegensel enerji çok yoğundur, bu konumda çok önemli ve kritik yaşamsal olaylar oluşur. Zaten bu süreçte Mars'ı uzayda çok parlak olarak gözle görebilirsiniz. Bilindiği gibi mitolojik bağlamda Mars, Savaş Tanrısı'dır, aynı zamanda da enerjinin ve gücün yöneticisidir.
Çevremizde anaforlar oluşmakta, Castaneda'nın Yaqui ruhları sanki buram buram dolanmakta ve o dalgın dalgın anaforlara bakıyor, gözleri buğulu. Bense üşüyor gibiyim, içim ürperiyor oysa onun gözleri beni hep ısıtırdı. Ama bu kez umutsuzluk var gibi, o gözlerde. Yoksa ben mi çok moralsizim, yoksa ben mi kendimi ona yansıtıyorum? Anlamak mümkün değil, Kabbala´nın onuncu katındaki bilinmezliğin içersinde kaybolmuş gibiyiz.
Sislerin arasında bir oluşup, bir kaybolan figürlere bakıyoruz beraberce.
Onların bir daha varolmamacasına yok olacakları umudunu düşlüyorum, umud kafamda somutlaşıyor, madde madde katmanlaşıyor, sissiz, dumansız, anaforsuz bir bozkır düşlüyorum. Daha önce olduğu gibi...
Bana gülümsüyor, düşüncelerini algılıyorum, o tanıdık düşünceler beynimin kıvrımlarının arasına yerleşmiş kardeşlerinin yanına yerleşiveriyorlar.
Sanki bir bilim kurgu öyküsü bu; Kubrick´in space-operası 2001´den kalan imajlar, onun düşünceleriyle uyum sağlıyor. Yeniden doğuşa gitmenin gerekliliğinin kaçınılmazlığını algılıyorum. Korkumu ona anlatıyorum, diyorum ki evrim muhakkak gerçekleşir, evrimin geleceğe yönelik her adımı bir watt daha aydınlatır ama evrimin zamanı yoktur diyor ve çoğu zaman nesilleri aştığını anlatıyorum. Ben, aydınlığı, dumansızlığı göremezsem diye korktuğumu söylüyorum.
Yine gülümsüyor, bir sigara daha yakıyor. Onun sigarasının dumanı, çevremizdeki sislerin arasında mavimsi ışıltılar yayarak belirginleşiyor.
Diyor ki, beklemelisin ama beklemek atalet olmamalı, beklemek umarsızlık değildir, beklemek elzem olan aksiyonun ve düşünsel ivmenin bileşkesi olmalıdır diyor. Off, diyorum, çok karmaşık ve üstelik bu arada ya bana da zarar verilirse? Güneş ışıltılı başını sallıyor; Hayır, diyor; gereken herşey sende var diyor; muhtaç olduğum kudretin genlerimde varolduğunu anımsatıyor. Elini kaldırıp gösteriyor, gösterdiği yerde sisler dağılıyor, görüntüler netleşiyor; orada başları onun gibi ışıltılı gençler görüyorum.
Heyecanlı düşünceler ondan hızla bana akıyor; İşte, diyor; bak onlara...