Paylaş
Gerekli mi..? Evet, gerekli çünkü hastayız hem de çok ciddi ...
Yeni Çağ dediğimiz ortamın gerçek anlamı, daima bir önceki kuşaktan gelen geleneklerle bütünleştirilen güncel düşüncenin, yüksek teknoloji eşliğinde, özellikle bilimsel ama popülist tanımlarla ortaya konulmasıdır. Ve bu tanımlama özellikle de 2000 yılından sonra genç nesilleri çok güçlü bir biçimde etkilemektedir... Aslında bu düşünce biçimi yeni sayılmaz, 19. Yüzyıl başlarından beri biliniyordu. O dönemde inançlarla bütünleşen Avrupa gelenekleri, entellektüelleri derinden etkilemişti. Yani günümüzdeki gelenekçi ekono-teknolojinin temelleri o dönemde sağlam bir şekilde atılmıştı..
Ozanlar, yazarlar, düşünürler ve entellektüeller, büyük kitlelere yönelerek yeni bilinci tanımlamışlardı. 60'lardaki ideologlar, toplumun büyük parçalarına ulaşıp etkilemeyi başardılar ve özellikle de müziği kullandılar, müzik orta sınıfa mensup milyonlarca gencin odalarına girerek alışılmadık bir devrimi başlattı. Önce genç ve sonra orta yaşlı milyonlarca insan etki altında kaldı, onları da şimdi siz izliyorsunuz... 70'lere gelindiğinde Yeni Çağ adı yerini bulmuştu, sosyal, kültürel, ekonomik ve teknolojik senteze ulaşılmış ve 30 yıl sonrasının yani günümüzün yaşam biçimi şekillenmişti. Kısacası idealizm amaçlandığı gibi yerini paraya terk etmiş ve Yeni Çağ düşüncesi artık bir endüstriye hatta sanayiye dönüşmüştü...
Artık hemen hemen her tür fikir ve ideolojinin birleştiği bir noktadayız. Bir başka deyişle tüm dünyayı harmanlıyoruz. Bugün hangi iş kolunda, hangi inançla, ne iş yaparsak yapalım, bu düşünceyi farkında olsak ya da olmasak da izliyor, yaşıyor ve yaşatıyoruz... İnançlarımızı, düşüncelerimizi fiks ettik, tüm tapınakları yıktık, bütün tanrıları kovduk... Elimizde kalan son inancı da finansmancılara verdik... Onlar yıl sonlarında bizlere inanç gelirimizin bilançosunu veriyorlar...
Yeni Çağ'da tek bir tapınak kurduk, adı ekonomi tapınağı...
Orada din, dil, ırk ve düşünce farkı gözetmeksizin tapınıyor ve performansımıza göre de kutsanıyoruz. Bazılarımız bu tapınağın önünde bekliyoruz, bazılarımız ise içinde yaşıyoruz...
İlk ve çok önemli kabulümüz bu olmalıdır, varolan, yaşanan ve yaşatılan sistemin dışına düşmek artık Limbo'ya yuvarlanmaktır yani ne cennete ne de cehenneme giremeyen ruhların yanına gitmek demektir...
Günümüzde istisnalar dışında herşey paradır, hatta diyebiliriz ki, para genel bir yaşam prensibi olup bir çeşit bilinç, yaşam gücü ya da enerjidir. Konu ekonomi yani para olduğu zaman herşey birdir ve amaca giden yolda hemen hemen tüm yollar geçerlidir. Sistem bize, bütünlük içinde kalmamızı, ayrım yaratan dogma ve doktrinlerden soyutlanmamızı, toplu bir amaç bütünlüğüne gitmemizi istemektedir. Bilgi çağında olduğumuza da inanıyoruz, pek böyle değil ama uyumlu olmak için böyle olduğunu düşünebiliriz. Hatta, bilgi yoluyla aydınlanmaya ve sosyal evrime dayanan bir dönüşüm sürecini yaşadığımıza da inanıyoruz. Küresel ısınma gibi çevre krizleri, savaşlar, gerçekten çok garip siyasi çekişmeler, ekonomik darboğazlar gibisinden sorunları, aslında çözebilecek potansiyele sahip olduğumuzu biliyor ama yanısıra da neden çözümlemediğimizi de biliyoruz...
Böylece Yeni Çağ insanı şekilleniyor...
İkiyüz yıl önce oluşmuş olan küreselleşme ve ekonomik tek dünya yönetimi fikrinin, bugün artık sonuçlarını görüyor ve yaşıyoruz. Ama zorlanıyoruz, çalışıyor, çabalıyor, bunalıyor ama yine de yaşamı sürdürmek istiyoruz. Paranın, gücün ve iktidarın önünde diz çökerken, ahlak ya da doğruluk anlayışımızın, bireyin değer ölçülerine bağlı olduğunu da açıkça görüyoruz...
Avrupa ve Amerika'dan dünyaya yayılan politikalar daha çok özgürlüğe ve demokrasiye giden yolu açar gibi görünmekteler ama yanısıra da paraya ve maddeye olan gereksinimi de her geçen yıl katlayarak arttırıyorlar. Gerçekte bize otorite tarafından verilmiş sonsuz bir özgürlüğe ihtiyaç duymuyoruz. İhtiyacımız olan tek şey, koyduğumuz hedefe, önemli bir zarar görmeden ulaşabilmekten ibaret, bunu yapabildiğimizde başarılı olduğumuzu düşünüyoruz. Ama dedim ya, kabul etmemiz ve unutmamamız gereken şey, aslında hedefleri bizim koymadığımız yani sadece önümüze konulmuş hedeflere doğru koşuyoruz. Günümüz insanı gerçekliği, doğruluğu, doğru veya yanlışı nasıl anlamak istiyorsa öyle anlamaktadır. Çünkü biz toplumsal günahı artık birey olarak yaşıyoruz. İşte kabul etmemiz gereken anayasanın ana fikri budur...
Ve bu anayasanın adı "KABUL YASASI" dır...
Bu yasa bize, acı çekmeden, üzülmeden, bunalmadan ve korkmadan yaşayabilmenin mümkün olduğunu anlatır...
Bu yollar vardır ve açıktır...
Yeter ki, önce kabul edelim...
Neyi mi?
Sorunlarımızı...
Nasıl mı?
Sorunlarımızı kabul edip, anlayarak...
Yani..?
Sorunlu olduğumuzu kabul ederek...
Ve..?
Uyum yasasını öğrenip, kullanarak...
"KABUL YASASI"nın anahtarları cebimizdedir, yapmamız gereken şey onları cebimizden çıkarıp, bilincimizin kapılarını açmaktan ibarettir...
Ama dürüst olarak...
Kime mi..?
Kendimize...
Şimdi sizlere yasamızın anahtar sözcüklerinden söz edeceğim...
Aslında bu anahtar sözcükler bizim her gün, neredeyse her an yaşadığımız şeyler, iş ve özel yaşamımızda bu anahtarları elimizde daima sıkı sıkı tutuyor ama yanlış kullanıyoruz, anahtarları çoğu zaman uygun olmayan kilitlere sokup duruyor ama açılmayınca kızıyoruz...
Kime mi? Başkalarına...
Ama neden başkalarını suçluyoruz ki..?
Anahtarlar bizde değil mi ve kilitleri biz seçmiyor muyuz..?
Ama şikayetçiyiz..?
Peki nedir bu anahtarlar...?
Önce onları tanıyalım...
Yaşamımızda yani bugünün dünyasında varolan ve sürekli kullandığımız anahtar sözcükler fazla değildir...
12 tane anahtarımız vardır...
BİLGİ - EĞİTİM VE DÜŞÜNME ANAHTARI
YETENEK - ŞANS - HAKSIZLIK ANAHTARI
ÇALIŞMA - SORUMLULUK VE YÖNETME ANAHTARI
SAYGI VE İTİBAR ANAHTARI
DAVRANIŞ - ANLAŞMAZLIK VE SÖZ VERME ANAHTARI
ARKADAŞLIK VE ÖZÜR DİLEME ANAHTARI
DUYGU - YANILMAK VE YENİLGİ ANAHTARI
DÜŞMANLIK VE BUNALIM ANAHTARI
KISKANÇLIK VE KÖTÜMSERLİK ANAHTARI
KURNAZLIK VE TARTIŞMA ANAHTARI
RİSK VE İNANMA ANAHTARI
GERÇEK VE GELECEK ANAHTARI
Bundan sonra yapmamız gereken şey bu anahtar sözcüklerle KABUL ve UYUM kilitlerini birbirlerine uydurmaktır...
Hepsi bu kadar...
Paylaş