Bütün orta öğrenimimde bana öğreten ve beni eğiten canım öğretmenlerime!
Can sıkıntısından ve dedikodudan kurtulmak için, bütün bir ilk gençliğimi ‘okuyarak’ geçirmemi sağlayan bütün kasaba halkına,
Tam iki yıl boyunca ‘ya kazanamazsam korkusuyla’ eve kapanıp, bir üniversiteye girebilmek için, inek gibi ders çalışmama sebep olan ve bu sebeple ergenlik dönemimden, en önemlisi de hayatımdan tam iki yılımı başarıyla ‘çalan’ YÖK’e ve YÖK’ün şahsında ille de İhsan Doğramacı’ya,
1980 sonrasında girdiğim üniversitede hiçbir sosyal ve kültürel faaliyete izin verilmediği için, boş boş oturmak yerine, günümün altı saatini ders çalışarak geçirmemi, kalan zamanlarda da ‘entelektüel faaliyet’lerle sosyalleşmek yerine sadece ve sadece kitap okumamı sağlayan, 1982 Anayasası’nın mimarı Orhan Aldıkaçtı’ya ve ille de ‘kurucular meclisi’ne,
‘Depolitize’ olmamı sağlayan 1980 Askeri Müdahalesi’nin bütün komutanlarına ve netekim ille de Kenan Evren’e,
Büyürken ailem tarafından bana öğretilen ya da öğretilmeye çalışılan bütün ‘manevi değerleri’ değiştirerek, bana dünyayı ‘maddiyatçı’ değerler üzerine kurmayı öğreten, beni ve de benimle birlikte o dönemde yetişen milyonlarca genci ‘madde’nin esiri haline getiren Turgut Özal ve arkadaşlarına,
Bana bir yabani ot bile olsa dünya nimetlerinin değerini gösteren anneanneme, sadece rüyalara inanan ve ‘rüyalarımızın’ önemini bana öğreten dedeme,
O yıllarda her şeye rağmen ‘papatya’ olmayan ve olmayı reddeden anneme,
‘Prens’ olmayan babama ve ailemin diğer ‘prens olmaya’ ayak direyenlerine,
İlk kez ‘oy kullandığım’ 1982 Anayasası Halk Oylaması’nda içinden verdiğiniz oyun renginin belli olduğu zarflara rağmen, ‘Korkma oğlum, sen red oyu at’ deme cesaretini göstererek, beni yüreklendiren babama,
Hayatımı zorlaştıran takıntılarımın gelişip, kocaman olup, bugün hálá devam etmesinde büyük katkı sahibi olan, bütün yakın eş dost ve akrabalarıma,
Bu takıntılarımla hayatın daha güzel olduğunu bana gösteren, benden daha takıntılı arkadaşlarıma,
‘Gerçek insanlarla’, ‘mış gibi’ yapan ya da yaşayan insanlar arasındaki farkı bana öğreten ‘küçük şehir insanları’ ile, ‘show dünyası’nın ‘büyük’ kahramanlarına,
Belde silahla dolaşmanın ‘kötü ve çok da gereksiz bir gösteriş’ olduğunu bana ilk öğreten dayıma,
Bana ‘yargılamamayı’ öğreten, bir dönem okuduğum ve hálá okumaya devam ettiğim, bütün yazar ve çizerlere,
Benden ne iş, ne para, ne pul istemeden, iyi giyinsem de, kötü giyinsem de, ünlü de olsam, ünsüz de, beni olduğum gibi seven kedim Zeynep’e,
Bana ‘daha iyi yazmam’ adına şevk verdikleri için köşe yazılarım konusunda haddimi bildirenlere,
Bana bu yazıyı yazmamda ‘ilham kaynağı olan’ ve her sene Oscar törenlerinde içimi kustururcasına, annelerinden başlayıp dedelerinden çıkan ve yedi cedlerine dahi teşekkür etmeyi borç bilen ‘Oscar ödülü manyağı’ Hollywood sakinlerine,