Paylaş
Paris’te zeytin ağacı
Sonbaharın doğasının hakkını verecek bağ turu için Londra’dan Eurostar treni ile önce Paris’e geçtim. Tur öncesi konaklayacağım Philippe Starck’ın tasarladığı Raffles Le Royal Monceau Hotel’e vardım.
Türkiye’de Borusan Otomotiv’in distribütörlüğünü üstlendiği Range Rover araçlarla yapacağımız Paris ile Champagne arasındaki bağ turu öncesinde markanın otelin kral dairesinde kurduğu Range Rover House’u gezdim.
Hem yeni nesil, sürdürülebilirlik felsefesiyle tasarlanmış araçlar hakkında bilgi aldım hem de otomobilleri farklı gustolarla birleştirmiş markanın Fransız gastronomi kültürüne dair yaptığı sunumlara katıldım.
Bu deneyim sonrasında ise akşam yemeği için farklı ülkelerden 10 gazeteci ile adeta bir düğün konvoyunu anımsatır şekilde kendi kullandığımız Range Rover Evoque model araçlarla Paris caddelerinde dolaşmaya başladık ve Le 39V isimli restorana vardık.
Michelin Guide’da yer alan restoran, 8 katlı bir binanın en üst katında yer alıyor. Binanın giriş katından çatıya doğru baktığınızda ise dev beton bir saksıya konulmuş ve metrelerce yükseklikten aşağı sarkıtılmış bir zeytin ağacı görüyorsunuz.
Oldukça ürkütücü ama bir o kadar da gösterişli. Yemekler ve ortam ise ziyarete değer.
160 farklı üretici
Paris’ten ertesi sabah yine konvoy halinde, bu sefer markanın Velar isimli daha lüks ve büyük model araçlarıyla yola çıkarak 2 saatlik bir seyahat sonrasında şampanyaya adını veren Champagne şehrine vardık.
Anlatılana göre markası ne olursa olsun bir şişelik üretime yasal olarak ‘şampanya’ adının verilebilmesi için toplanan üzümlerin kesinlikle Fransa’nın Champagne şehrinde yetişmiş olması gerekiyormuş.
Bu sebeple şehirde sadece Fransız değil, dünyanın birçok ülkesinden üreticinin kendi bağı mevcut.
Bölgenin iklimi ve toprağı ise üretim sürecinin en temel üzümlerinden olan Pinot Noir ve Chardonnay cinsi üzümlerinin dünyada yetiştirilebileceği en ideal koşullara sahip.
Araçlarla off road turu yaparken bağların vadilerce sonsuzcasına devam etmesi dikkatimi çekti. Rehberimizin anlattığına göre şehirde 34 bin hektar arazide tam 280 bin farklı parselde 160 değişik üretici varmış. Sadece bağlarla değil, hem üretim tesisleri hem de dev mahzenlerle bu iş çılgın bir endüstri haline gelmiş.
22 km’lik mahzen
Ziyaret ettiğimiz mahzen, tüm bu endüstrinin geçmişini ve geldiği noktayı anlatır nitelikteydi. 1909 yılında kurulmuş ve tam 22 km uzunluğunda bir mahzen ziyaret ettik.
Günün sonunda üretim kadar saklama koşulları da çok önemli olduğu için üreticiler yerin altına adeta şehir diyebileceğimiz büyüklükte saklama alanları kurmuşlar.
Bulunduğumuz mahzende 450 farklı saklama odasında tam 4 milyon şişe ürün vardı.
Markaların bu mahzenlerin kurulması ve işletilmesi için harcadıkları emek, para ve 16 yy’dan bu yana ortaya koydukları vizyonu düşündüğümde marka olmanın gerekliliklerini bir kez daha anladım.
Görünen o ki; özellikle gastronomi dünyasında global ve kalıcı bir marka yaratmak birkaç yılda olmuyor. Jenerasyondan jenerasyona devrolan bir birikim, yatırım ve sabır gerekiyor.
Paylaş