Paylaş
Parasının satın alabileceği en iyi yemeği önüne koymuş bir tiplemenin, yemeği keyifle ağzına tıkıştıracağına; önce sağdan, sonra soldan, özellikle üst açıdan fotoğrafını çekeceğini, kenarlarını kesip, türlü filtreden geçirip, arkadaşı sandıklarıyla paylaşacağını tahmin etmişler miydi?
*
İnsanın beğenilme kaygısının işlerini bugüne kadar görülmemiş bir boyuta sürükleyeceğini, insanların reel hayatlarını ikinci plana atıp, sadece sosyal medyada belli bir noktaya gelmek için özel çaba sarf edeceğini öngörmüşler miydi?
*
Anne babalarımızın döneminde bir arsaya on bin kişi toplamak için Zeki Müren falan olmak gerekiyormuş. Yani uğraştığı işi büyük bir ciddiyetle yaparak, çok emek harcayarak ve bazen de Allah vergisi yeteneği kullanarak. Şimdi bir AVM’ye on bin kişi toplayıp izdiham yaratabilmek için evde oyun oynarken çektiğin videoyu Youtube’da paylaşmak yetiyor. Herkes bunu yapabiliyor demiyorum ama bunu yapmanın yetmesini eleştiriyorum.
*
Sosyal medyanın insana sağladığı, ‘pek de bir şey yapmadan diğer insanlardan ayrışabilme’ özelliği bazen de ‘düt demeye dudağı olmayan bazı tipleri’ fenomen haline getiriyor. Herkes ben neden fenomen olmayayım? kafasına giriyor. Takipçisi az olan bunalıma giriyor, paylaşımları yeteri kadar beğenilmeyen kafayı yiyor, kendini sosyal medyada beğenilmeye adıyor.
*
Aklıma gelenlerden, Cem Yılmaz ya da Erdil Yaşaroğlu gibi yaptığı işler yüzünden milyonlarca takipçisi olan insanlardan bahsetmiyorum tabi ki. Oradan buradan bulduğu özlü sözleri, türlü şakaları, komik fotoğrafları paylaşarak boş zamanını boş işlerle bütünleştiren tiplerin ulaştığı masif takipçi rakamlarından bahsediyorum.
Sen dünyanın en iyi servis edilmiş krokanlı pastasını en güzel açıdan çekip, dört ayrı filtreden geçirip, altına da yarım saat düşünerek yazdığın ‘krokanlı pasta Volkan’lı Fenerbahçe gibi’ şeklinde anlamlı(!) bir yazı yazıyorsun ve sadece on yedi ‘like’ alıyor; Mevlana’ya ait olmayan özlü sözü Mevlana resminin üstüne yazıp paylaşan bir şeker oğlan binlerce ‘retweet’ alıyor. Bunu bir çelişki sanıp üzülüyorsun, halbuki ortada bir çelişki yok. Algılayamıyorsun.
*
Yapılacak her şeyi yaptıklarını düşündürüp, sonra yepisyeni bir sezonla karşımız çıkan ‘Black Mirror’u izlemenizi öneririm. Son sezonun birinci bölümünde, insanların hayatın her alanında birbirlerine sosyal medyadan bir ile beş yıldız arası puan verdikleri ve misal üç buçuk yıldız altında olanların giremediği restoran, oturamadığı site gibi yaşam alanlarının oluştuğunu anlatıyor. Örneğin sana yolda kaba davranan birine hemen elindeki telefondan ‘1’ verebiliyorsun ya da çok nazik bir arkadaşına beş... Devamını hainlik yaparak anlatmak isterim ama izleyeceklere ayıp etmek istemiyorum. (Burada sizden beş hakkettiğimi düşünüyorum)
*
Hanginiz sosyal medyada kendi yaşam biçiminizi diğer insanlara göstermek için paylaşım yapmıyorsunuz? Paylaştığınız bir müziği, gitmek istediğiniz bir konserin linkini, harika bir konuşma yapmış Amerikalı öğretim görevlisinin videosunu ‘ben bunları seviyorum, bu konsere gitmek istiyorum, işte benim hayat görüşüm’ duygularıyla paylaşmıyor musunuz? Hatta o kadar müthiş yüzeysel bir durum ki, konser linkini paylaştığınızda konsere gitmeniz bile gerekmiyor!
*
Hanginiz yaptığınız paylaşımların sonuçlarını analiz etmek için sosyal medya hesaplarınızı tekrar gözden geçirmiyorsunuz?
- Bakalım kaç kişi beğenmiş paylaştığım ‘salaş kahvehanenin tahta sandalyesinde uyuyan kedi’ fotoğrafımı?
- Kaç kalp almışım ‘Bodrum Gümüşlükte geçen yaz çektiğim denizin ortasındaki kuru ağaç fotosu’ndan? ‘Yazdan kalanlar’ da yazmıştım altına...
- #KürkMantoluMadonna hashtag’ine tweet atıp altına Maradona’nın kürklü fotoğrafını koymuştum. Bakayım kaç kişi retweet etmiş?
*
Bazen bir bakıyorsun ki, senin hayatın başka hayatlar kadar merak edilmiyor. Bir mutsuzluk yaşıyorsun, hunharca diğer insanların paylaşımlarına dalıyorsun.
Dünyanın en klasik fotoğraflarından biri olan ‘yan yana yanan üç mum’ fotoğrafını paylaşmış eski sınıf arkadaşın senden üç kat daha fazla beğenilmiş. ‘Filtre bile yapmamış, bu fotoğraf öyle mi paylaşılır!’ diye içinden delleniyorsun.
Evlenmek için kendini yakmak üzere olan arkadaşın pencere önünde kahve içerken selfie çekmiş, altına da ‘yalnızlık ve mutluluk’ yazmış. Hey Allahım!
Parasızlıktan kırılan bir diğer arkadaşın an itibariyle Roma’da türlü yerlerin paylaşımını yapıyor! Nasıl gitti buraya kardeşim bu kız? diye içinden geçirerek hasetleniyorsun.
Derdin Roma’ya gidememek değil. Paylaşım çeşitliliğine sinirleniyorsun. Sen çünkü oturduğun mahallenin bütün kedilerini, köpeklerini, kırık kapılarını, döküntü evlerin detaylarını çekip paylaştın ya, ondan. Abla yeni dünyalara açılmış, oradaki kırık kapıları çekip paylaşıyor!
*
Bak o fenomen yine Mevlana’lı tweet attı, ‘İstediği yere konamayan kuş havada esirdir’ yazdı. Kardeşim bu söz Mevlana’nın değil, delireceğim!
Anam! Tam bin iki yüz elli dört retweet almış. Keşke ben atsaydım bu tweeti!
*
Not: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @anlatanadam
Paylaş