Çıktı bir tane ırkçı cani, Yeni Zelanda’nın Müslümanlarına acımasız bir saldırıda bulundu. Bu insan sevmez, halden anlamaz, kanı bozuk ırkçı düşüncenin sadece Avrupa’da değil, Avusturalya ve Yeni Zelanda’da da yükseldiğini öğrenmiş olduk.
Sadece dedesinin dedesi senden daha önce geldiği için, bulunduğu yeri kendi yeri belleyen ve başkasını istemeyen, kendi ırkı dışından olanları küçümseyen, onlara yaşam hakkı tanımayan pis bir zihniyet bu. Sarışın, yuvarlak kafalı ve renkli gözlü olman da yetmiyor bunlara. Bir Avrupa ülkesinde doğmuş olmak da. İlla ki onunla aynı ırktan olacaksın. Bir de üstüne din farkı konusunu ekledin mi, harika bir ırkçılık senaryosundasın demektir!
Bütün Avrupa ülkelerini sardığı için, ‘Paramız olursa bir gün, çocukları şu ülkeye okumaya yollarız’ hayali de kurmuyordum artık. ‘En değerli varlıklarımı, insan olarak istenmedikleri, aşağılandıkları bir yere neden göndereyim?’ kafasına geçmiştim.
Ama Yeni Zelanda öyle değildi. Herkesin refah içinde yaşadığını düşündüğüm, modern, eşitlikçi, saygı ve sevgi dolu bir topluma sahip, vatandaşlarına çok kaliteli bir yaşam vadeden bir ülke gibi görünüyordu.
Önce tek bir katil bütün Yeni Zelanda Müslümanlarının kalbine bir bıçak sağladı. Evlerini kederle doldurdu. Bir de yaşattığı bu korkunç acıyı canlı yayınla izletti herkese. Irkçı bir terör eylemini, olabilecek en büyük sosyal medya kaosuna dönüştürdü. Bu yarattığı şok dalgası, Yeni Zelanda’nın karizmasını sildi attı. Bir anda kişisel silahlanma oranının çok yüksek olduğunu öğrendik Yeni Zelanda’da. Irkçılığın dipten bir dalga halinde var olduğunu da.
Bir defa çocuğun eline telefonu, tableti verip rahat edenlerdenseniz sonra dizinizi döversiniz, benden söylemesi!
‘Eskiden biz sokaklarda oynardık, gecenin karanlığında bakkala yollarlardı, hiç korkmadan giderdik. Ama şimdi öyle mi canım? Kapı dışarı çıkartamıyoruz çocukları, ortalık tehlike dolu...’ dediğinizi duyar gibiyim. Herkes böyle konuşuyor neredeyse. O yüzden çocuklar eve hapis; anaların, babaların kafalar davul gibi. Yeter ki azıcık sussunlar, evde birkaç saat huzur hakim olsun, ekrana bakmazlarsa duvardan duvara sekiyor bunlar!
*
Haydi, ver eline telefonu, tableti.
Biraz da oyun indirmesine müsaade et, ‘Oh be! Bizim de bir hafta sonumuz var sonuçta!’
*
İşte öyle değil sevgili dostlar mevzu...
Ne zamandır çocukları ve eşimi alıp bir maça gitmek istiyordum. Bizim ufaklık sekiz yaşında ve futbola çok meraklı. Sabahtan akşama kadar Youtube’da futbol videosu izliyor, bazı Avrupa takımlarının kadrolarını sayıyor, kimi futbolcularla kendini özdeşleştiriyor. Bir Ronaldocu oluyor, bir Messici. ‘Baba ben uzun uzun düşündüm taşındım, artık Messi olmaktan vazgeçtim’ diye bir fikri oluşuyor mesela. Kafa yoruyor yani bu işe...
Galatasaray futbol okullarından birinde top da oynadığı için, çocukları alıp bir maça götürmek istedim. Hayatımızda ilk kez bir maça gitmek istedik yani ailecek.
Sevgili arkadaşımız Hakan Ünsal’dan rica ettik ve bize Galatasaray – Akhisar maçında şöyle güzelinden bir yer ayarladı sağ olsun. Pek de özeniyoruz, heyecanlıyız, sonuçta ilk kez bir maça gidecekler hayatlarında. Bu kadar büyük bir yapının içinde ilk kez olacaklar, stadyumun büyüsünden etkilenecekler, on binlerce insanı ilk kez bir arada görecekler, bu büyük kalabalığın bir ağızdan tezahürat yaptığına şahit olacaklar...
Ben onlardan, onlar adına daha çok heyecanlandım.
*
Futbol Federasyonu stadyumda küfür edilmesine pek müsamaha göstermiyor diye duyuyoruz, okuyoruz. Küfür yüzünden sahalar kapatılıyor, takımlara para cezaları geliyor. Eskisi gibi değil artık diye düşündüm açıkçası, kafam rahat, sahayı tam ortadan gören, çok da şahane bir yere oturuyoruz. Tam da böyle hayal etmiştim, sağ olsun Hakan Ünsal diye konuşuyoruz.
Hava buz, rüzgar sert, kar yağıyor, kar taneleri rüzgarla birlikte havada anaforlar oluşturarak yüzümüze çarpıyor. Buna rağmen çok mutluyuz, iyi ki gelmişiz, çocuklarla ne güzel bir deneyim bu!
*
Kredi deyince aklınıza para pul gelmesin hemen, Çin’de sosyal kredi sistemi diye bir cin fikir buldular, onun adı bu. Hayatta yaptığın her şeyle ilgili kredi toplayacağın, yapmadığın ya da yapmaman gereken hareketlerle de kredi notunun düşeceği bir tuhaf sistem. 600 milyon kamera, sosyal medya ağları ve kişisel şikayet sistemiyle, bir bireyin tüm hareketlerinin izlenmesini ve bir yapay zeka tarafından değerlendirilmesini içeriyormuş. Ne kadar boğucu!
2020 yılından itibaren, cümbür cemaat bir sayısal tabanda puanlanacak olan Çin halkından örnek vatandaş olacak davranışlar sergileyenlerin, bazı kurum ve imkanlara özel erişimleri olacakmış. Yanlış davranışlarda bulunanlar ise eğitim, ulaşım ve internet gibi ana kaynaklara erişim sağlayamayacaklarmış. Bravo, süper fikir gerçekten!
Trende birinin yerine mi oturdun? Kırıldı işte puanın! Hastanede sıraya mı kaynadın? Gitti bir puan daha! Uçağa turşu mu sokmak istedin? Puanlar düştü dostum!
*
Bu davranışları yüceltiyor değilim, yanlış anlaşılma olmasın. Toplumun bir düzen halinde olması, birbirine saygılı bireyler içermesi, kimsenin kimseyi ezmediği, herkesin bir diğerine adaletli, dürüst ve kibar davrandığı, insanların çevresine ve hayvanlara sevgiyle yaklaştığı bir dünyada kim yaşamak istemez?
Sorun başka. Bu işin sınırı ne? Puan değerlendirmesini yapan yapay zekaya ne kadar güvenilir? Yasa gibi herkese açık ve yazılı değil ya bu sistem, avukatı yok. Yaptım ama sor bak niye yaptım şeklinde itirazı yok.
*
*
Her şeyi yeni deneyimlemekten yorgun insanlara dönüştük bu arada biz de!
Yeni bir oyun çıkarıyor firmanın biri dünyanın bir ucunda, 250 milyon insan indiriyor dünya çapında. Sonra bir bakıyorsun ki İstanbul’da bir okul bahçesinde, bütün çocuklar aynı anda, aynı şekilde dans ediyorlar. Merak edip soruyorsun, meğer Fortnite dansıymış bebişlerin robot gibi aynı şekilde fıkırdamasının sebebi. Aslında bir savaş oyunu, oyundaki karakterlerin özelliği bir dans bu. Çeşitli vesilelerle bir araya geldiğimiz bütün ebeveynler, pek de anlamadıkları online oyun mevzularını konuşuyorlar bıdır bıdır.
Bir defa rahatlatıcı bir girişi var raporun. 2018’den bugüne internet ve mobil kullanıcılar büyük bir artış göstermemiş. Yani sardırdıkça sardırmıyoruz bu işe demek ki. Artmış artmasına da nüfus da artmış yani!
Türkiye özelinden bakınca mevzuya, size birkaç rakam vereyim.
İnternet kullanım oranımız %72 olmuş, dünya ortalamalarına çok yakın. Mobil kullanım ise tahmin ettiğimden çok yüksek, %93 gibi ciddi bir rakam var ortada ve geçen seneye oranla %20 de artmış. Akıllı telefon kullanan, elindeki telefonla internete giren insan sayısı çok yükselmiş. Ne demek bu? Bir iş yapıyorsanız ve mobilden sizin internet sitenize ulaşılamıyorsa, yazık ediyorsunuz çabalarınıza demek.
Aktif olarak sosyal medyayı kullananlar ise 52 milyon kişi olarak yer almış raporda. Ne yapıyorsan yap, sosyal medya ayağı olmalı diyor bu rakam da bize. Peki hangi sosyal medya kullanılmalı, nasıl ulaşacağız bu insanlara?
Dünya genelinde Facebook ve Instagram belirgin artış göstermiş. ‘Artık kimse Facebook kullanmıyor’ gibi bir izlenim var içimizde bir yerlerde. Demek doğru değil! Siz de Facebook’u gözden çıkaranlardansanız, belli kitlelere ulaşmak için hala çok gözde bir yer olmayı devam ettirdiğini söyleyebilirim.
Instagram’ın tüm dünyada önlenemez yükselişi devam ediyor. Benim de en popüler uygulamam Instagram.
*
İyice değişik bir iş haline geldi bu mesele. ‘Aman sahip olduklarını gösterme, nazar değer’ zihniyetinin hakim olduğu doğu ülkelerinin aksine, kapitalizm rüzgarının en sert estiği batı ülkelerinde ‘Göster, daha çok olsun!’ fikri öne çıkıyor.
Kim ne derse desin, bu sistemin bütün dünyadaki yaratıcısı Paris Hilton’dur. Kendi deyimiyle, genç yaşlarından itibaren New York partilerinde dolanmaya başladığı günlerde ve ailesinin servetini reddeder ama bir o kadar da gösterir tavırlarıyla herkes tarafından takip edilen biri olup çıkmıştı yıllar önce. Paris Hilton’a kadar ünlüler; kameralardan kaçan, şapkalarını yüzlerine kadar çeken, yakalarını kaldırıp arabalarına koşturan tiplerdi. Paris, ‘Gelin ve beni çekin!’ furyasını başlattı. Bir, iki defa çok özel videolarının basına sızmasıyla sarsılsa da bu yaşına kadar markasını çok iyi yöneten biri oldu hep. Parayla paylaşım yapmanın ve aracı olmaksızın direk markayla çalışmanın da mucidi olduğu söyleniyor. Bir anlamda sosyal medyanın divası yani kendisi.
*
Tatilde ne yapılır ki? Deli gibi çalışıyoruz. Yetmek için, yetiştirmek için. Yine de denkleştiremiyoruz çoğu zaman. Tatilde çocukları alıp şöyle bir Uludağ’a gitmek istemez mi insan? Ya da bir yurtdışı mı yapsak acaba?
Nerede! (Bu nerede kelimesini ‘nerdeeeee’ şeklinde yazmak gerekiyor, içimdekini tam ifade etmek için) Nasıl kalkıp gideceksin?
Çocuklar tatil, biz değiliz bir kere. Hadi parayı denkleştirdin, kredi kartına dayandın, birkaç gün kaçıp gittik. İşlere ara verip ya da izin alıp gitmeye kalksak; ekmek aslanın küçük bağırsaklarına doğru süzülmüş durumda, tatilden dönünce iyice sıkıntı olacak bu sefer.
Ne yapacağız peki çocuklarla evde? Bebişler enerji topu gibi maşallah, bütün gün duvardan duvara sekiyorlar. Hafta sonu kafamız zoruna kaldırıyor, pazartesi işe gitmek kafayı dinlemek haline gelebiliyor. On beş gün evde nasıl geçecek?
Okul zamanı bin türlü bahanemiz hazır. İşten geç geldim, işe erken gitmem lazım, geldim ama çok yorgunum derken çocuklara kısacık zaman ayırmak ve göz göze bakmak için kısıtlı bir vakit kalıyor. Bu durumda da hayata söylenerek haklı çıkartıyor insan kendini. ‘Daha ne yapayım kardeşim? Canımı dişime takmış çalışıyorum işte! Hep çocuklar için, hep...’
‘Mutlaka çocuklara zaman ayırmam lazım’ duygusu insanın içini tatil günü daha çok kemiriyor. Çocuklar için çok çalışıp, çocuklarını göremeden hayat geçiren ve çalışmanın anlamını yitiren insanlarız çoğumuz. Bu duygu çocukların evde bizi bekledikleri bir zaman diliminde, gittikçe daha çok koyuyor insana.
Vakit geçirmeliyiz çocuklarla kesin.
Daha iyi bir kıyafet için, daha çok oyuncak için, bir AVM’de yenecek hamburger için, birlikte gidilecek bir animasyon filmi için çalışmıyoruz bu kadar çok aslında ama sonuçta buna geliyoruz hepimiz.