Haziran Gecesi yıldırımlar yaratamıyor..

Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da son sınıf öğrencilerine konferans vermek üzere Kara Harp Okulu’na davet edildim.

Önce Dekan Vekili öğretmen Kıdemli Kurmay Albay Yavuz Balkan’ın odasında TV Amiri ve öğretim elemanı Cengiz Tavukçuoğlu ve öğretmen Albay Ahmet Hamdi Zekey ile bir süre sohbet ettik.

Tahmin edersiniz ki konuşmalarımızın ana odağı Yunanistan’a gidip, ‘Türk bayrağına saldırı’ kriziyle geri dönen Kara Harp Okulu öğrencileri idi. Kurmay Albay Yavuz Balkan bilgisayarının başındaydı, ikide bir dönüp Yunan Kara Harp Okulu’na ait internet sitesini kontrol ediyordu.

Duyumlara göre, Türk bayrağına yapılan saldırının kaynağı Yunan Kara Harp Okulu’nun Rum ya da Ermeni asıllı öğrencileriydi. Ermeni lobisinin son dönemde geçtiği propaganda atağına bakıldığında da ‘ermeni asıllı bir öğrenciden’ şüphelenmek için yeterince kanıt vardı..

***

Çaylar içildikten sonra konferans vereceğim sinema salonuna geçildi. Salona girdiğimizde yaklaşık 500 kadar çakı gibi son sınıf öğrencisi hep birlikte ayağa kalktılar, dekan vekillerinin komutuna ‘sağol’ çekerek yerlerine oturdular.

İki saat boyunca ‘yıldırımlar yaratan’ genç harbiyelilere interaktif bir şekilde imaj yönetimi, itibar yönetimi ve halkla ilişkiler anlattım. Medyanın günümüzde itibarı yönetmekteki rolüyle ilgili örnekler verdim.

Gördüm ki genç Harbiyeliler, Haziran Gecesi’ndeki subayın evin hizmetçisiyle olan ilişkisinden son derece rahatsızlar. Bu ilişkiyi, Türkiye’de subaylığa biçilen değerin düştüğüne yoruyorlar. Belgin Doruk’lu, Göksel Ersoy’lu Türk filmlerini anımsatıp, ‘O filmlerde herkes kızını subaya vermek isterdi, şimdi ne günlere geldik’ diyorlar. ‘E peki askerin imajını nasıl düzeltiriz? Nasıl böyle diziler yapılmasını engelleriz’ dediğimde ise Harbiyeliler’den birinin verdiği yanıt mükemmeldi: ‘Türkiye’de dizi yazarları toplumdan besleniyorlar. Eğer subayın toplumdaki statüsünü yükseltirsek, dizi yazarları da ona uygun senaryo yazarlar!’

***

Konferans bittikten sonra Kara Harp Okulu Komutanı Tümgeneral Hulusi Akar’ı makamında ziyaret ettim. Geçen konferans sonrasında Akar’ın sohbetinden çok memnun kalmıştım. Bu kez Kara Harp Okulu’nun 2001 yılından bu yana sürdürdüğü yüksek lisans programlarından söz ettik.

Akar, büyük bir heyecanla Savunma Yönetimi, Teknoloji Yönetimi, Lojistik Yönetimi gibi programların nasıl işlediğinden söz etti. Kara Harp Okulu’nun yüksek lisan programları sivillere de açıkmış, bilmiyordum, şaşırdım. Akar da ‘Kendimizi duyuramıyoruz işte!’ deyip hayıflandı. Hulusi Akar’la her konuşuşumda adeta bir rektörle konuşuyormuş gibi bir izlenime kapılıyorum. Akar’ın vizyonu, bilimselliğe bakışı çok mutlu ediyor beni. Türkiye adına umutlanıyorum.. Kara Harp Okulu, yakında Kara Harp Üniversitesi olmasın?

Not: Dizinin son bölümünde, subayımız yurt dışı bursu bahanesiyle hizmetçi sevgilisinden ayrıldı. Ama hizmetçi durumun farkında; subayımızın bir türlü ‘hizmetçiliği’ içine sindiremediğini düşünüyor. Ne oldu acaba? Senaristimizin başına yıldırım mı düştü?

Belgin Doruk ve Selim ileri

Harp Okulu yazımda Belgin Doruk’un adı geçince aklıma şu anda okumakta olduğum Kar Yağıyor Hayatıma (*) isimli kitap geldi. Selim İleri hayatında iz bırakmış sanatçıları bu kitapta bir araya getirmiş. Afife Jale, Halide Edip Adıvar, Sevgi Soysal, Sadri Alışık, Behçet Necatigil, Kemal Tahir, Vedat Günyol, Mehmet Fuat, Cahide Sonku, Nisa Serezli, Belgin Doruk ve diğerleri.. 24 isim.. 24 hayatın, çok özel yanları.. Selim İleri, Belgin Doruk’un yükseliş ve düşüşünü de bu kitapta çok güzel anlatmış.. Her zamanki içten üslubuyla.. Meraklılara duyurulur..

(*) Selim İleri, Kar Yağıyor Hayatıma, Doğan Kitap, 2005.

Poyrazoğlu: Donumu devredeceğim demedim..

Ali Poyrazoğlu aradı. Dümbüllü ailesinden İpek Çingay Dümbüllü’nün iddia ettiği gibi hiçbir yerde ‘Ben de donumu devredeceğim’ demediği, Dümbüllü ailesinden birilerinin kavuk ticareti yapmaya çalıştıklarını söyledi.

Poyrazoğlu şöyle devam etti: ‘Kendini mesleğine adamış bir insanım. Benim kavuğum bilgilerim. Ben eğitimlerimde bunları aktarıyorum. Önemli olan geleneğin yeni bakışa devredilmesi. Kavuğun, orta oyununda ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Ama kavuk put ya da kutsal bir emanet değildir. Ben buna karşı olduğumu söyledim. Her tiyatrocunun, herkesin kendi kavuğu olmalı.. Kadın kavuklular da olmalı.. Bunu ifade etmek için de 10 tane kavuk yaptırdım, temsili olarak Hıncal Uluç gibi, Müjdat Gezan gibi, Demet Akbağ gibi tiyatroya öyle ya da böyle hizmet etmiş kişilere verdim. Benim yaptığım bu.. Asla Dümbüllü’nün anısına saygısızlık etmedim. Etmem de..’

Ali Poyrazoğlu, telefon sohbetimizin sonunda, ‘İşletmecilik ve marka eğitimleri’ vermesiyle ilgili yaptığım eleştiriye de yanıt verdi: ‘Ali Poyrazoğlu olarak 35 yıldır ayakta kaldım. İşletmelere 35 yıldır markamı nasıl başarıyla yönettiğimi anlatıyorum. Nasıl profesyonellerden yararlandığımı anlatıyorum. İşimin parçası olan, takım olmayı anlatıyorum. Duygusal empati anlatıyorum. Bunları ben anlatmayacaksam kim anlatacak. En son International Tabacco Company’ye ‘Takım nasıl kurulur?’ semineri verdim, çok memnun oldular..’

Ali Poyrazoğlu’nu temel eleştirdiğim nokta, ‘100 kitap okudum, work-shoplara katıldım, eğitimci oldum’ demesiydi. Poyrazoğlu’nun tiyatro yöneticisi ve tiyatro oyuncusu olarak deneyimlerinden damıttığı bilgileri aktarmasına ne diyebilirim. Bir tiyatro sanatçısı da böyle bir aktarmayı yapamayacaksa kim yapabilir..
Yazarın Tüm Yazıları