BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan ‘medyadan’ sürekli bir yakınma içinde.Erdoğan geziyor geziyor, aralarda da zaman buldukça medyaya iki tane çakmayı unutmuyor. Ne güzel değil mi?
Medya Başbakan’ı eleştireceği yerde Başbakan sürekli medyayı eleştiriyor. Sürekli medyayı kınıyor. Hatta hızını alamıyor Türkiye’deki medyayı yabancı medyaya şikayet edip ‘Yakında onları hizaya getireceğiz!’ demeyi de ihmal etmiyor. Diyorum ki biri çıkıp (bu kişi Başbakan’ın yüce basın danışmanı, gazetecilik üstadı, Ahmet Tezcan olabilir!) Başbakan Erdoğan’a Ülker’in yeni ürünü Harby’den tattırsa ve Başbakan başlasa, Harby reklamlarındaki gibi harbi harbi konuşmaya:
İlk ISIRIK: Sıkıştım... Donanımlarım bu ülkeyi yönetmeye yetmiyor. Yurt içinde hiçbir konuda doğru dürüst proje üretemiyorum. Zaten böyle de bir misyonum hiç olmadı. Benim misyonum Türkiye’yi yeniden şekillendirmekti. Daha fazla İslam’a dayalı bir toplum yaratacaktım. Ama Meclis’teki çoğunluğa rağmen böyle bir şeyi yapamayağımı gördüm. Daha parti içindeki merkez sağdan aldığım emanet milletvekillerini ikna edemiyorum ki.
İKİNCİ ISIRIK: Yapabildiğim kamuya yerleştirdiğim kilit personelle günlük uygulamalarda ‘İslami’ dozu arttırmak. Alkollü içkilerde ÖTV’yi arttırıp milletin günaha girmesini engelledim daha ne yapayım. Yapacak bir şey bulsam o ülke senin bu ülke benim gezer miyim. Hem yerimde otursam ‘ne yapıyorsun sen orada!’ diye hesap sormazlar mı adama. Şimdi ‘Yurt dışında ilişki geliştiriyorum’ diyorum sıyrılıyorum işin içinden.
ÜÇÜNCÜ ISIRIK: Yerimde otursam Bush habire arayıp sorun çıkarıyor. Amerika’yla işbirliğinin kökte inançlarıma ters olduğunu anladı galiba. Neymiş Felluce’de Amerika’nın öldürdüğü müslüman kardeşlerimize ‘şehit’ demişsin. İçimden öyle geliyor ama ne yapayım. Eğer bütün içimden geçenleri söylesem var ya Türkiye’ye Metal Fırtına bile yetmez, Ultra Metal Fırtına harekatı başlar.
DÖRDÜNCÜ ISIRIK: Zaten AB’ye üyelik de hayal. Ne güzel Türkiye’yi adam etmeyi onlara havale edip de sırtüstü yatacaktım. Bu arada bireysel özgürlük mözgürlük türbanı da araya sokuşturacaktım. Şimdi ben gezmeyeyim de kimler gezsin, ben medyaya çatmayayım kimler çatsın. Sinir oluyorum medyaya zaten. Niye sürekli Mehmet Ağar haberi vermek zorundalar ki. Sarıgül olmadı şimdi Mehmet Ağar. Ben niye yetmiyorum ki onlara... Sanki bugüne kadar Türkiye’yi yönetenler kuş kondurdular. Ben de konduracam. Ben onlara sorarım ama...
HARBY BİTER: Bu medya (neydi Ahmet ne yazıyor burada) hah... Bu medya jurnalci medya... Bu medya adam olmaz medya... Bu medya Avrupa’ya bizi şikayet eden medya... Bu medya...(Dördüncü kuvvet Ahmet buraya gel okuyamıyorum yazını. Hem ben gazete okumuyorsam televizyon izlemiyorsam nereden biliyorum bunları?)
NOT: Bu arada Harby reklamı doğru bir reklam olmuş. Ortaokul ve lise çağındaki gençlere doğru mesaj, doğru konumlandırma. Yapım kalitesi biraz daha artırılır ve Harby bu yolda devam ederse sağlam bir pazar payına sahip olur.
Savulun Mey gıda geliyor
GEÇEN hafta ‘Sahte Rakı’dan insanlar ölüyor, Tekel’in mirasçısı Mey Gıda ne yapıyor?’ diye sorup, mutlaka Yeni Rakı’ların toplatılması gerektiğini yazmıştım. Salı günü Mey Gıda çok doğru bir kararla Yeni Rakı’ları piyasadan çekme kararı verdi.
Mey Gıda’nın aldığı ‘Yeni Rakıları toplatma’ kararı Türkiye’nin iş hayatı tarihine altın harflerle yazılacak bir karar. Kabul edelim, insan sağlığını düşünerek trilyonlarca zararı göze almak bugüne kadar Türkiye’de devlet kurumlarının bile yapabildiği bir şey değil. Bir gıda markası insan sağlığını her şeyin üzerinde tuttuğunu trilyonlarca zararı göze alarak kanıtlamışsa yapılacak olan gözümüzü kapatıp, artık tüm ürünlerin gönül rahatlığıyla tüketmektir. İnsanı, trilyonlarca zarara tercih eden firmanın bize sağlıklı ürünler sunduğu konusunda en ufak bir şüphe duymaya gerek var mı? Kesinlikle yok.
Mey Gıda artık içecek kategorisinde, hatta yiyecek kategorisinde her alanda istediği ürünü piyasaya sokup, her kategoriyi tehdit edebilir. Bundan sonrasını artık Efe Rakı ve Burgaz Rakı düşünsün... Tabii Ülker ve Pınar da... Savulun bir dev geliyor... Krizi doğru yöneten bir dev. Kurumsal markasını ve marka estetiğini doğru yönetsin artık Mey Gıda’ya karada ölüm yok. Teşekkürler Mey Gıda. Sonsuz kadar yaşayın..
Nike’ın sporla dansı
NIKE’ın yeni dönmeye başlayan reklam filmi ilginç. Uzay üssü gibi ortam. Değişik, insanın üzerine harlayacak gibi bir hoparlör düzeneği var. Kızımız müzikle kavga eder gibi dans ediyor. Biz de anlıyoruz ki (bilmiyorum siz de anlıyor musunuz?) bu Nike’ın ‘Take spor add music’ konseptinin bir uygulaması.
Reklamın geçirdiği duygular asilik, enerji ve gençlik. Yani tam da Nike’ın çağrıştırdığı konseptler. Müzik yavaşlıyor dans eden kızımız yavaşlıyor, müzik hızlanıyor dans da... Müzik ve dans bitiyor kız hoparlöre bakıp ağzında geveliyor, ‘Same time tomorrow’ diyor. (Biraz dikkat edin bakın, valla öyle diyor). Yani reklam Nike kullanan bir alışır bir daha asla dinamizmden kurtulamaz demek istiyor.
Nike reklamının yapım kalitesi çok iyi ve eğer anladıysanız tekrar tekrar izleme isteği yaratıyor. Anlamadıysanız... This a book’tan başlamaya devam... Yapacak bir şey yok. Küreselleşiyoruz arkadaşlar... Ya İngilizce öğrenirsiniz ya da birçok reklam karşısında oturup öyle kek gibi bakarsanız...
Eskişehir markası:Sarar ve Özaydemir
ESKİŞEHİR markası deyince benim aklıma altı kişi geliyor. Orhan Oğuz, Yılmaz Büyükerşen, Engin Ataç, Firuz Kanatlı, Savaş Özaydemir ve Cemalettin Sarar.
Orhan Oğuz Anadolu Üniversitesi’nin kurucusu (anıları Doğan Kitap’tan çıktı, mutlaka okuyun), bırakın Eskişehir’i Türkiye’ye verdiği emekler unutulmaz. Yılmaz Büyükerşen’in vizyonu Anadolu Üniversitesi’ni devleştirdi, şimdi Eskişehir’i mükemmel bir Avrupa kenti yapma yolunda. Engin Ataç,Büyükerşen’den bayrağı aldı, kişisel kalitesini, ince zevklerini Anadolu Üniversitesi’nin eğitimine, her eylemine taşıdı onu görenlerin imrendiği, gerçek bir dünya üniversitesi yaptı. Firuz Kanatlı, bir gün olsun bile ürün kalitesinden, yönetim kalitesinden taviz vermeden Eti gibi ‘lezzet uygarlığını’ tüm Türkiye’ye armağan etti. Eskişehirliler, Oğuz’a, Büyükerşen’e, Ataç’a, Kanatlı’ya Eskişehir’i markalaştırdıkları için ne kadar teşekkür etseler az.
Eskişehir’in markalaşma sürecine yaptıkları katkılar için teşekkür etmeleri gereken iki kişi daha var. Biri Savaş Özaydemir ve diğeri Cemalettin Sarar.
Savaş Özaydemir 16 yıldır Eskişehir Sanayi Odası Başkanı. Bırakalım zehir gibi mühendis beyniyle büyüttüğü, geliştirdiği Kılıçoğlu markasını, yarattığı Organize Sanayi Bölgesi Modeli, elektrik santralıyla, tesisleriyle, internet ağıyla, ihracatçıya getirdiği yeni açılımlarıyla Türkiye’de değil Avrupa’da kendinden sözünü ettiren örnek bir model.
Cemalettin Sarar, Sarar markasını Eskişehir’den dünyaya armağan eden inanılmaz bir girişimci. 24 saat çalışıyor, üretmeye, yatırım yapmaya doyamıyor. Ama ağzından şu cümle hiç düşmüyor: ‘Eskişehir’i de dünya markası yapacağım.’
Bu hafta Eskişehir’de de Sanayi Odası ve Ticaret Odası Başkanlıkları için seçim yapılacak. Özaydemir, yeniden Sanayi Odası Başkanlığı’na aday. Sarar ise Ticaret Odası Başkanlığı’na. Elele verirlerse gerçekten Eskişehir dudak ısırtan bir dünya şehri markası olur.
Unutmayalım marka yaratmak sevda işidir. Hem Sarar hem Özaydemir bugüne kadar Eskişehir sevdalısı olduklarını kanıtladılar. Küçük seçim hesapları nedeniyle ‘karapogandayı’ değil teşekkürü hak ediyorlar. Eskişehir sanayicisi ve tüccarının ‘vefa’nın sadece İstanbul’da bir semt olmadığını tüm Türkiye’ye kanıtlayacaklarını umuyorum. Onlara bu yakışır.
(*) Karalama kampanyası demek. Kara ve propaganda sözcüklerinden yeni türettim.
İlk bakışta aşk zorlaması
ARÇELİK, tartışmasız Türkiye’nin sanayileşme sürecine damgasını vuran en önemli markamız. Koç Ailesi’ni ve bugüne kadar Arçelik markasına emeği geçmiş herkesi Arçelik’i dünya devleriyle çatır çatır rekabet eden bir konuma getirdikleri için tüm kalbimle kutluyorum.
Ancaak 50. yıl reklam filmi olmamış. Fikre itirazım yok. Arçelik’in Türkiye’deki değişimin sembolü olarak anlatmak, Arçelik’teki değişim kilometre taşlarını vurgulamak çok iyi fikir. Ama filmdeki her şey çok yapay. Makyaj, dekor, mizansenlar. İlhan Şeşen’in söz ve müziğiyle duygusal bir bağ kurulmaya çalışılmış ama söyler misiniz Türkçe’de ‘İlk bakışta aşk’ diye bir şey var mı? Love at first sight’ı birebir çevirirsek tamam da biz öyle mi deriz? Ne deriz? Bilen var mı? Hadi onu da geçtik ‘İlk bakışta aşk’ görüntüleri destekliyor mu sizce?
Paramız çok ne yapalım
MUSTAFA Sandal’lı ’Muhabbet Kart’ türü reklamlara ben artık ‘Paramız çok acaba ne yapalım?’ reklamları diyorum. Neymiş efendim Muhabbet Kart bu reklam sayesinde hedef kitlesi ile duygusal bir yakınlık kuruyor ve uluslararası bir açılım kazanıyormuş. Cart! Pardon, Muhabbet Kart Türkiye’den başka hangi ülkede satılıyor da böyle global bir iletişime maruz kalıyoruz? Türkiye muhabbetin ülkesiyken İtalya bağlamına ne gerek var. Türkiye’de bağ kalmadı da niye elin İtalyan ailesinden medet umuyoruz. İkinci reklamda da bizi Yahudi anne mi bekliyor! Bu ne gereksizlik ya. Bu ne hovardalık... Evet buldum. Mustafa Sandal dahil bu reklamdaki her şey gereksiz. Artık bu türe gereksiz reklam türü diyeceğim, bu böyle biline... Reklamın devamı mı var. Başka ülkelerde mi? Ne gereksiz...