BU hafta yine bir marka ligimiz var. Dünyanın saygın araştırma şirketlerinden Taylor Nelson Sofres (TNS), bizim için, her ay düzenli olarak uyguladığı ‘‘Trendpoll’’ araştırmasında, 18 yaş üstü Türkiye temsili 2001 kişiye ‘‘Aklınıza ilk gelen üç erkek hazır giyim markası?’’ sorusunu sordu. Sonuç?
Öncelikle söyleyelim görüşülen kişilerin % 66'sı en az bir erkek hazır giyim markası anımsayabildi. Marka ligi lideri ise artık Sarar (% 35.7), ikinci sırada Beymen (% 30.9), üçüncü sırada ise Vakko (% 24.5) var.
İşin daha ilginci sonuçlar üst, orta yaşam standardına göre ayrılıp incelendiğinde bile sıralama değişmiyor. Her yaşam standardında Sarar marka ligi lideri.
Sarar'ın başarısı Türkiye'de markalaşmak isteyen herkese örnek olmalı. Sarar son beş yılda başta basın reklamları olmak üzere, televizyon reklamlarını, sponsorlukları, halkla ilişkileri, müşteri ilişkilerini ve mağazacılığın iletişim olanaklarını çok iyi kullandı. Sarar'ın 2002 cirosu 100 milyon dolar, bunun 35 milyon doları da ‘‘fason’’ ihracat.
Ne demek fason ihracat? Yani Sarar dünyanın dev markalarına takım elbise yapıyor onlar da üstüne kendi markalarını basıp satıyorlar. Sarar marka olmanının ‘‘fason üretim yapmaktan’’ daha önemli olduğunun farkında. Yeni hedeflerinin Amerika'da ve Avrupa'da markalaşmak olduğunu söylüyor.
ABD'de ve Avrupa'da giyim markası olmak kolay iş değil. ‘‘İcraat’’ gerekiyor. Sarar bugüne kadar Almanya, Hollanda ve Belçika'da birer mağaza açmış, Eylül ayından itibaren de ABD'nin New Jersey bölgesinde 11 'Sarar' mağazasını devreye sokuyor. Bu mağazalar ‘‘A. Jacobson’’ markasıyla bilinen şirketten devralınmış.
Sarar'ın yurt dışı mağazalaşma stratejisi ilginç. İşe daha çok Türk nüfusun bulunduğu merkezlerden başlanmış görünüyor. Hazır giyimde mağazalaşma markalaşmanın ABC'si. Eğer Sarar yurt dışında da başarılı olur, bu işin cazibesini ortaya çıkarırsa birçok ‘‘fason’’cu tekstilcimize örnek olur diye düşünüyorum. Fasonculuk niye mi kötü? Bugün senden alan daha ucuza buldu mu niye başkasından almasın? Fiyat rekabetinden kim para kazanmış!
Not: Sarar'ın yaratıcısı Cemalettin Sarar, kasımda yapılacak olan Eskişehir Ticaret Odası Başkanlığı için de adaylığını açıkladı. Bakalım Eskişehirli Ticaret adamları içlerinden çıkardıkları ‘‘dünya markası’’ adayını siyasete kurban mı edecekler yoksa Türkiye'ye sıkı bir ders verip‘‘Vefa sadece boza markası değildir’’ tezini mi kanıtlayacaklar!
Reklamcıların yol ayrımı!
REKLAMCILAR Derneği ‘‘Çelik’’ reklamları ödül almadığı için Kristal Elma sonuçlarını önceden duyuran, töreni protesto eden Serdar Erener'i Kristal Elma'nın ‘‘imajını’’ zedelediği için disiplin kuruluna sevketti. Serdar Erener de Reklamcılar Derneği üyeliğinden istifa etti. Peki yorgan gitti kavga bitti mi? Türkiye'nin reklam dahileri olarak anılan Ali Taran (ATCW), Serdar Erener (Y&R, Reklamevi) ve farklı üslubuyla dikkati çekenHulusi Derici (MARKA) minder dışına çıkınca sorun çözüldü mü? Kesinlikle hayır. Reklamcılar Derneği'nde bugünkü ‘‘zihniyet’’ bir yol ayrımına geldi. Böyle devam edemez. Tartışmak gerek. Tartışacağız. Tabii ki McDonald's filminin nasıl Kristal Elma, Hülya Avşar'lı Molfix filminin nasıl Kristal Elma alabildiğini de tartışacağız.
İKİ hafta önce 1990'lı yılların başlarında yayınlanan Arçelik çamaşır makinalarına yönelik ‘‘Annem bana kalır’’ kampanyasından söz etmiştim. Hafızam beni biraz yanıltmış. Bu konsept sadece küçük ev aletlerine uygulanmış. Ama bende kabahat yok. ‘‘Annem bana kalır’’ kampanyası o kadar dominant bir kampanyaydı ki, bütün Arçelik ürünlerini kapsadığını düşünmem kadar normal birşey yok! Bu kampanyanın mimarlarından biri olarak Ali Nur Velidedeoğlu'nu ve çok emeği geçen Leyla Tekül'ü de burada anmayı unutmayalım.
YİNE iki hafta önce Uluslarası Reklamcılık Derneği'nin (AAI) düzenlediği öğrencilere yönelik reklam yarışması nedeniyle Pınar Kılıç'ın katkılarından söz etmiştik. Basiretimiz bağlanmış ve Dernek Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ'ın katkılarını balçıkla sıvamışız. Eğer Yalçındağ'ın son iki yıldır bu yarışmanın kamuoyunda yer edinmesi konusunda yaptıklarını görmezden gelirsek vallahi de billahi de çarpılırız. Mehmet Ali Yalçındağ'a da İletişim Fakülteleri'nin reklam bölümleri ne kadar teşekkür etse az...
Hız yap, farın açık olsun, kaza kaçınılmaz!
BRIDGESTONE'un ‘‘Farım da Açık Yolum da’’ kampanyası ‘‘hoş’’ bir kampanya. Bridgestone markasına değer katıyor. Bir lastik firmasının ‘‘güven’’ unsurunu öne çıkaran bir sosyal sorumluluk kampanyasından ‘‘ek marka değeri’’ elde etmemesi olanaksız. Önce kutlayalım sonra bazı uyarılarda bulunalım.
Doğru bulmadığım iki konu var. İlki şu: Çok fazla ‘‘Gündüz far yakma işine odaklanınca’’ sadece ‘‘gündüz far yakarak’’ trafik kazalarında kurtulabiliz yanılgısına düşme tehlikesi var.
Trafik istatistiklerine göre 2001 yılında yerleşim yerleri dışında, ölüm ya da yaralanma ise sonuçlanan kaza sayısı gündüz 10.883, gece ise 5.997. Gündüz daha fazla kaza olduğu doğru ama kaza türlerine baktığımızda türde farklılaşma görülmüyor. Gündüz doğal olarak daha fazla yayaya çarpma söz konusu. Türkiye'de en önemli kaza nedenleri de aşırı hız, buna bağlı hatalı sollama ve dikkatsiz araç kullanma. Aşırı hız yapıp, hatalı sollarsan farın açık olsa da kaza kaçınılmaz!
İkincisi reklam filminde çocukların anne ve babaları denetlemelerini istiyorsunuz. Söyler misiniz bir çocuk aracın içindeyken farların yanık olup olmadığını nereden anlayacak? Babasına sorsa ne olur? Biz de yalancı baba çok!
Tarkan'ın atası 6 milyon dolara yeniden star!
BANU Alkan'lı İxir reklamlarını hepiniz bilirsiniz. Kokoreççilere çok gülerdik hani? Sonuç ne oldu? Başarısızlık.
İxir'in o dönemdeki başarısızlığının arkasında sadece reklamların rolü yoktu kuşkusuz. İxir para kazandıracak bir ‘‘iş’’ modeli de kuramamıştı..
Shubuo'nun ‘‘iş’’ modeli daha doğru görünüyor. İçerik hizmetlerinin ‘‘Shubuo’’ markası altında Turkcell'den ayrılmasını çok doğru bir strateji olarak görüyorum.Bunun teorisine girmeyelim, pazar pazar kimseyi sıkmayalım ama yapılan iş doğru!
Reklam kampanyasının doğruluğu konusunda ise ciddi şüphe duymaya başladım. Nasıl duymam! Yakın reklam tarihimizde bir ZED fiyaskosu varken. Üstelik ZED reklamları Kristal Elma bile almıştı. Ama Türkiye ZED'in cep telefonundan içerik hizmeti sattığını bir türlü anlayamamıştı..
Ben buna ‘‘İxir sendromu’’ diyorum. Siz ‘‘Teknolojik bir hizmeti ayağa düşürme’’ sendromu da diyebilirsiniz..
Shubuo da hızla ‘‘İxir sendromu’’na doğru yol alıyor. Meraklandırıcı reklamlar bir harikaydı. Burada bu reklamları beş yıldızla taçlandırdık. Sonra? Dağ fare doğurdu!
Beklenti seviyesi çok yükseltilince kimse Shubuo'nun cep telefonuna ‘‘indirme’’ hizmeti olduğuna inanmak istemiyor. Her yeni Shubuo reklamına ‘‘şimdi ne olduğunu açıklayacaklar’’ diye bakılıyor, ‘‘çeldiricilerle dolu, tutarsız reklam silsilesi’’ yeni birşey demeyince de kös kös geri dönülüyor. İnsanlar Shubuo'nun ne olduğuna bir inansalar hayal kırıklığına uğrayacaklar! Ama inanmak istemiyorlar...
Shubuo reklamlarında çeldirici bol. İlgililik sıfır. Şu ana kadar kampanyadan en fazla faydalanan Tarkan'ın atası Erol Büyükburç. Büyükburç, 6 milyon dolara, giderayak (bu bir espridir) imaj tazeledi. Ya Shubuo? Herkes farkında ama değeri ne?
(Reklam Ajansı:
Rafineri Rating: * *)
Çekirgelik
Çocuklarına masallar yazmak her babanın görevidir.