Paylaş
Pazartesi akşamı, Bakanlar Kurulu’ndan sonra düzenlenen mutat basın toplantısında cereyan etti hadise.
Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, boş bulunabilirdi, hazırlıksız yakalanabilirdi... Şaşalamaktan, bocalamaktan ya da bozuntuya vermek istememekten dolayı usulen bir şeyler söylemeye kalkabilirdi. “Ölülerin arkasından iyi konuşmayı, hayırla anmayı emreder bizim dinimiz. Allah rahmet etsin, mekânı cennet olsun” filan bile dese seyreyle gümbürtüyü...
* * *
Bir düzine haber kanalı canlı veriyor. Ne fırtınalar kopardı ekran başında, düşünebiliyor musunuz? Haberin şoke edici etkisiyle Cemaat tabanında yaşanacak çalkantıyı, duygu fırtınasını...
Gerçek anlaşılıncaya dek kısa süreli bir heyecan ve dalgalanma yaşanacağı kesindi.
Ama gerçek anlaşıldıktan sonra da olay kapanmayacak, spekülasyon ve tartışmaların önü alınamayacaktı.
Hiç yoktan nur topu gibi bir gerilimimiz daha olacaktı. Bir süre de onunla yatıp kalkacaktık.
Neyse ki Bülent Arınç, uzun yılların verdiği kürsü hatipliği tecrübesiyle ucuz atlattırdı. Basiret gösterip ustaca savuşturdu provokasyon ayarlı bu soruyu, pusuya düşmedi.
Fakat Arınç’ın kim sorduya gitmemiş olması, maruz kaldığı bomba tesirli sorunun ‘sahibi meçhul’ kalma potansiyelini ortadan kaldırmıyor.
* * *
Bu nasıl mümkün oldu?
Yani... Başbakanlık akreditasyon kriterlerini karşılamayan, bir medya kuruluşundan görev kâğıdı getiremeyen, çalıştığı yer belirlenemeyen, sırf sarı basın kartı ibraz ettiği için içeri alınan, ama o kartın da aslına astarına Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü’nde bir türlü ulaşılamayan bir kişi, nasıl oldu da ‘gazeteci’ kimliğiyle Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın soru soracak kadar yakınına sokulabildi?
Hakkındaki bütün bu tuhaflıklar, o soruyu sorduktan sonra mı ortaya çıkmalıydı?
Kendisini tanımıyorum. Kimdir, mesleki geçmişi nedir, başbakanlığı neden atlatmıştır, orada ne aramaktadır?...
Ben bu yazıya otururken henüz mazisiyle tanıyan birinin izine de tozuna da rastlanmamıştı.
Ne çalıştığı gazete, TV ya da internet sitesi tespit edilebilmişti ne de cüzdanında gezdirdiği basın kartının resmi kaydı doğrulanabilmiş. İlişkilendirildiği kişi ve kurumlar da kendileriyle uzak yakın her neviden alakasını ret ve ilan için sıraya girmişti.
* * *
‘Gazetecilik’ kimliği ve irtibatı ispat edilemeyen bir gazeteci, açıkça yalan olan, fabrikasyon bir bilgiyi hükümet sözcüsüne sorup tepki almaya çalışıyor. Ve soruyu üstlenen değil bir TV, değil bir gazete, değil site, kendi halinde bir blog dahi çıkmıyor arkasından.
Sorusuna cevap alsa onunla ne yapacaktı, haberini yazıp nerede yayınlatacaktı? Kimse bilmiyor, hâlâ sır.
Şaka değil, hakikaten az daha kim sorduya gidiyormuş Arınç...
Sorun da tam olarak burada zaten. Buna nasıl izin verildi, kaynağı meçhul bir provokasyona nasıl açıldı bilgilendirme salonu?
Hasbelkader, Başbakanlık’taki ilk akreditasyon sistemini kurmak bana nasip olmuştu. Onun için bu konuda bir-iki şey söylemeye hak görüyorum kendimde.
Başbakanlık muhabirlerine, Başbakanlığa ellerini kollarını sallayarak girip çıkmanın basın özgürlüğü demek olmadığını anlatmaya çabalarken ömrümden ömür gitmişti...
Çalışanlarının bile personel kartıyla girdiği yere kartsız, randevu defterine adlarını yazdırmadan girme hakkını, basın özgürlüğü sanıyorlardı...
* * *
Devamlı muhabirlere girişte kolaylık sağlayan ama tabi oldukları kuralları da koyan sistemdir akreditasyon. Şartlarını karşılarsanız, sınırlı erişim sağlayan bir müdavim kartı alırsınız.
Başbakanlığa sordum dün; “O gizemli arkadaş, bunca zamandır nasıl ‘akredite müdavim’ gibi dolaştı aranızda, nasıl gizleyebildi kendini” diye...
Meğer sistem gevşemiş zaman içinde, boşluklar oluşmuş. Bu arkadaş da karambolden istifade müdavimler arasına karışmış.
Fakat tam da o gün, yenilenen akreditasyon kartları dağıtılmış ve ertesi sabahtan itibaren içeri alınmayacağı kendisine bildirilmiş. Akşamında da patlamış iş...
Şeffaf bir akreditasyon sisteminin anlam ve önemi nihayet anlaşılmıştır umarım.
Paylaş