Paylaş
Kanaati değişmiş mi?
Hayır!
İki gün önce kendisi için bir kez daha “zenci Türk” dedi Erdoğan.
*
Kimdir “zenci Türk”?
- İtilen Türk’tür.
- Horlanan Türk’tür.
- Dışlanan Türk’tür.
- Dudak bükülen Türk’tür.
- Yanından kaçılan Türk’tür.
- Yoksul Türk’tür.
- Alay edilen Türk’tür.
- Bir yerlere gelmesi içe sindirilemeyen Türk’tür.
- Kolayca mahpuslara atılan Türk’tür.
- Kötü okullarda okuyan Türk’tür.
- Torpilsiz Türk’tür.
- Önü kesilen Türk’tür.
*
Başbakan Erdoğan, bundan 10 yıl evvel kendisi için “Zenci Türk” dediğinde...
Üstünde iyi duruyordu.
Yakışıyordu yani...
Altını doldurabiliyordu...
Ancak...
10 yıllık iktidar devrinin ardından...
Erdoğan’ın, hâlâ kendisine “zenci Türk” demeye devam etmesi...
Bütün Türklerin ayağa kalkıp “Biraz da biz zenci Türk olmak istiyoruz” diye isyan etmesine yol açabilir.
Dikkatlerine sunarım.
Hepimiz Türkçüyüz
OLAY şudur:
- Ankara’da “Türkçü-Turancı” bir dernek bir stant açmış.
- Amaçları: Hocalı Katliamı’nı kınamakmış.
- Stantta bekleyen 7–8 kişiye bir grup saldırmış.
- Saldırıya uğrayanlardan ikisi yaralanmış.
Olayın ardından sosyal medyada soruluyor:
“Neredesiniz ‘hepimiz Ermeni’yiz’ diyenler”?
*
Nerede olacağız kardeşim, buradayız.
Hocalı Katliamı’nı kınadığın için saldırıya mı uğradın?
O zaman gün bizim için “Hepimiz Türkçüyüz./Hepimiz Turancıyız” deme günüdür.
İşte diyoruz:
“Hepimiz Türkçüyüz/Hepimiz Turancıyız”.
Tamam mı?
Var mı bir sorun?
Yapma böyle gözünü seveyim
- BİR-iki aykırı laf edene “Sen de mi entel oldun” diye çemkirme...
- Birinin yanında çalışan adama “Onun ekmeğini yiyorsun” demekten vazgeç.
- Her gördüğün tarafsız kişiyi “eyyamcı” sanma...
- Meşhur görünce derhal fotoğraf makinene sarılma...
- Kadınken erkek olmayı, erkekken kadın olmayı tercih etmenin ne denli zorlu bir karar olduğu konusunda iki dakika kafa yormadan yorum yapma.
Oscar hakkında üç vahşi saptama
BİR: “Pi’nin Yaşamı” adlı kusursuz başyapıt ellerinin altındayken, “en iyi film” ödülünü, İranlıların tümünü “canavar” olarak resmeden ve sinemasal olarak da ortalamanın sadece birazcık üstünde olan “Argo” adlı filme veren Akademi üyelerinin enselerine birer tane patlatmak istiyorum.
İKİ: Bir sinema yönetmeninden ziyade aşmış taşmış bir filozof edasını her daim üzerinde gayet şık bir şekilde taşıyan “Haneke Baba”nın, hayatı hayatın kendisinden bile daha gerçekçi bir şekilde gözlerimizin önüne seren filmi “Aşk”a sadece “en iyi yabancı film” ödülünü layık gören Akademi üyelerine karşı orantısız şiddet kullanmak istiyorum.
ÜÇ: Kölelik devrinin kötü adamını, hepimizin kendisinden nefret etmemizi sağlayacak kadar iyi yansıtan Leonardo Di Caprio adlı kardeşimize ödül vermeyen ve ona karşı ta en baştan hep haksızlık yapmayı şiar edinen akademi üyelerine karşı açıkça nefret suçu işlemek istiyorum.
İmralı’da hazırlanan üç mühürlü mektup
ÖCALAN üç mektup hazırlamış...
Mektuplardan...
- Biri Kandil’e...
- Biri BDP’ye...
- Biri de Türk halkına...
Hitap ediyormuş.
Korkarım bu iş iyiden iyiye bir Keloğlan masalı kıvamına doğru gidiyor.
Masalın anlatıcısı da sanırım Sırrı Süreyya olur.
Ne de olsa kendisinde inceden bir “Bal Mahmut” kıvamı var.
Haydi türbanlılar, Nişantaşı’na
ÜNLÜ tiyatrocu Gülriz Sururi şöyle diyor:
- Bu türbanlılar 10–12 yıl önce neredeydi?
- Sistematik olarak geldiler. Nişantaşı kafelerinde oturmaları emredildi, oralarda oturdular.
- En beklenmedik restoranlara, en beklenmedik kafelere, sinemalara, tiyatrolara, her yere yayıldılar.
*
“Gülriz Sururi kafası”na karşı argüman üretmeye, tez geliştirmeye, teori yumurtlamaya, tespit yapmaya gerek yok.
“Sen kim oluyorsun da bazı restoranları, bazı semtleri, bazı kafeleri, senin gibi olmayan insanlar için ‘en beklenmedik yer’ olarak görüyorsun?” diye sormanın da faydası olmaz.
O kafayı ancak daha fazla dehşete düşürmek tedavi edebilir.
Bu nedenle türbanlı kızlara sesleniyorum:
Haydi kızlar! Nişantaşı’na gelin.
En beklenmedik kafeleri doldurun, en beklenmedik lokantalarda buluşun.
“Gülriz Sururi kafası”nı allak bullak edin.
Şoke olsun, şoka girsin, şoklara uğrasın.
Kısacası bir “şok tedavisi” söz konusu olsun...
Haydi türbanlı kızlar haydi...
Nişantaşı’nın en beklenmedik kafeleri sizleri bekliyor.
Nükhet Duru gecesi
FRANKIE ile Kayra’nın ortaklaşa düzenlediği geceler devam ediyor.
Alpay gecesinden sonra bu kez Nükhet Duru gecesi için Frankie’deyiz.
Notlarımı aktarıyorum:
*
- En ağırbaşlı şarkılara da yakışıyor, en fıkır fıkır şarkılara da... Nükhet Duru’nun bu özelliğini yeni fark ettim. Biraz geç oldu ama idare edin.
- Doğal olmayı abartmak diye bir şey var... Nükhet Duru sahnede süper doğal... Ama bunu zerre kadar abartmıyor...
- Çok güzel şarkıları var Nükhet Duru’nun... Kendisinden başka hiçbir sese iyi gitmeyecekmiş gibi duran şarkıları... Ama şöyle bir durum da var: Nükhet Duru, başkalarıyla özdeşleşmiş şarkıları da kendisinin kılmasını iyi beceriyor.
- Süper bir enerji... “Ara vermeyecek mi?” diye soruyorsun etrafa... Haydi bir yeni şarkı daha başlıyor... Şarkı söyledikçe dinlenenlerden...
- “Bütün salonu avucunun içine alabilen şarkıcılar” olgusu diye bir olgu vardır ya... Nükhet Duru işte bu olgunun vücut bulmuş hali gibi...
- Frankie’de Sezen Aksu da var dinleyiciler arasında... İki hususiyetiyle dikkat çekti... BİR: Nükhet Duru’dan rol çalmamaya özen gösterdi... İKİ: “Güneşin sofrasındayız./Dostların arasındayız” havasındaydı.
- Gecenin sürprizi ise hiç kuşkusuz Selda Bağcan’dı... Nükhet Duru, kendisini dinlemeye gelen sanatçıya da mikrofon uzattı... Selda da muhteşem bir “Neredesin Sen” söyledi.
*
Sonuç?
E, daha ne olsun?
Paylaş