Yeniden o yazı

Seçimden üç gün önce “Şu koyun edebiyatını artık bıraksak diyorum” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Haberin Devamı

AK Parti’nin oylarında önemli bir düşüş yaşanmadığını görünce hayal kırıklığına uğrayanlar için o yazıyı bir kez daha yayınlıyorum:

*

Ülkenin durumu hiç iç açıcı değil:
Yolsuzluk, hırsızlık iddiaları ayyuka çıkmış durumda.
Daha kötüsü: Yolsuzluk iddialarının üzeri örtülecek gibi.
Yargı bitmiş durumda, hukuk ayaklar altında.
Özgürlüklerin kısıtlanması söz konusu...
Otoriterleşme var, tek adam yönetimi var.
Kısacası...
AK Parti iktidarından bir “demokrasi” çıkmadı.

*

AK Parti’den demokrasi çıkmadı ama çok önemli bir konuda “normalleşme” çıktı:
Muhafazakârların rahat bir nefes aldığı, kendilerini diğerleriyle tam anlamıyla eşit hissedebildiği, başı dik gezebildiği bir toplumsal tablo...
Bu tablonun oluşturucusu ve taşıyıcısı AK Parti, lideri de Tayyip Erdoğan’dır.

*

Daha kısa bir süre öncesine kadar...
Başörtülü öğrenci üniversiteye giremiyor, başörtülü bir milletvekili Meclis’e girdi diye kıyamet kopartılıyor, en demokratımız bile “hizmet alan-hizmet veren” tartışması yapıyordu.
Bu iktidar bu sorunu çözdü.
Sorunu çıkaranlar da geçmişte yaptıklarının ne denli saçma olduğunu anladılar, “başörtülüler de bizim kardeşimiz” demeye başladılar.
Bunlar ne sayesinde oldu?
Ne yani? Bunun muhafazakâr seçmen nezdinde bir kıymeti olmayacak mı?

*

Kaldı ki Tayyip Erdoğan, olağanüstü güçlü bir propaganda makinesini çalıştırarak...
“Yolsuzluk” ve “hukuksuzluk” denilen olguları bu kitleye, “ben size bunları kazandırdığım için bana saldırıyorlar” diye satmasını ve meseleye “ideolojik” bir kılıf uydurmasını başardı.

*

Yoksa vatandaş...
“Çalarsa çalsın” demiyor.
“Bu sefer de bizimkiler çalsın” demiyor.
“Bizimkilerin hırsızlıklarına göz yumalım” demiyor.
Böyle hastalıklı tipler varsa da...
AK Parti’ye oy veren kitlenin kahir ekseriyeti, bu hasta tiplerden oluşmuyor.

*

Muhafazakârları anlamak lazım...
“Muhafazakârları anlamak” demek, bugün olup biten hukuksuzlukları, yolsuzlukları, antidemokratik yönelimleri, otoriterleşme eğilimlerini aklayıp paklamak anlamına gelmez.
Muhafazakârları anlamak şu işe yarar:
“Niye muhafazakâr kitle, AK Parti’den radikal bir şekilde kopmuyor” meselesini aklıselimle kavramaya...

*

Tayyip Erdoğan ile muhafazakâr kitle arasında büyülü bir ilişki oluşmuş durumda.
Bu ilişkinin bitmesi “süreç” ister, dünden bugüne olmaz.
Bu kitlenin karşısına yeni bir güven ilişkisiyle çıkmak gerekir.
Muhalefet, özellikle CHP, bu konuda hatırı sayılır adımlar attı ama güven ilişkisi kolay tesis edilecek bir şey değildir.

*

Sadece CHP değil, muhafazakârların talepleri ve özgürlükleri konusunda en demokrat çevreler bile daha yeni belli bir olgunluk seviyesine ulaştılar.
Ancak bu durum, muhafazakârlar nezdinde şöyle yorumlanıyor:
“İktidara güç yetiremedikleri için kendilerini daha demokrat davranmak zorunda hissediyorlar”.
Bir samimiyet kuşkusu var yani.
Muhafazakârların böyle bir ortam içinde kendi partilerinden derhal ve radikal bir şekilde uzaklaşmalarını beklemek anlamsız...
“Koyun”, “makarna”, “bidon kafa” türü ayıplı ve düşmanca sözleri bir tarafa bırakmak ve güven tesisi için sabırla ve samimiyetle çalışmak gerekir.
Bıkmadan, usanmadan, karamsarlığa kapılmadan çalışmak...

*

Kısacası demem o ki:
Yolsuzluğa, hukuksuzluğa, özgürlüklerin kısıtlanmasına en güçlü bir şekilde karşı çıkalım.
Ama bunu halk düşmanlığına savrulmadan yapalım.

Haberin Devamı


Halkını aşağılama ama halkını tanı

Haberin Devamı

Halkımız kadroya, fikre, harekete oy vermez... Lidere oy verir.
Halkımız “sol”a mesafelidir... Haklı, haksız bin türlü nedeni vardır bunun.
Halkımız bayrak sever, marş sever... Hele bayrak ve marş, din ile milliyetçilik sosuyla sunulursa daha çok sever.
Halkımız dünyayla bütünleşmekten daha ziyade dünyaya meydan okunmasından hoşlanır.
Halkımız aşırı dindar değildir ama aşırı dindar diskura meftun olur.
Halkımız alternatifini bulmadan elindekini değiştirmez.
Halkımızın hukuk, demokrasi ve özgürlükler konusunda fazla ince eleyip sık dokuduğu söylenemez.
Halkımız yolsuzluk iddiaları karşısında “aman Allah’ım, olmaz böyle şey” diyerek infiale kapılmak yerine öncelikle “iftira” seçeneği üzerinde durur.
Halkımız sağlam hatip ister.
Halkımız günde sekiz mitingle kendini paralayan lider için “bu adam seçim kazanmak için bu kadar çalışıyorsa ülke için de çok çalışır” der.

Haberin Devamı


Bizde tornistan olmaz

SEÇİMDEN önce ne dedim?

*

Demokrasi dedim.
Özgürlük dedim.
Huzur dedim.
Barış dedim.
Adil bir yargı dedim.
Mutluluk dedim.
Tebessüm dedim.
Yasaksızlık dedim.

*

Seçim bitti.
Aynı noktadayım.

*

Durmak yok, yola devam yani.

*

Ya da şöyle söyleyeyim:
Bu daha başlangıç, mücadeleye devam...
Ne için?
Yukarıda saydığım şeyler için.


Cemaat’in kaybetmesinin 10 temel nedeni

BİR: Dilleri İslami idi ama biraz fazla enteldi... “İslami entel” yani... Ahali ne demek istediklerini bu yüzden anlamadı.

*

İKİ: Fethullah Gülen’in Pensilvanya’da ikameti sorun oldu. Bu durum Başbakan Erdoğan’ın “dış komplo” iddiasının toplum tarafından satın alınmasına yol açtı.

*

ÜÇ:
CHP ile işbirliği yapmak durumunda kaldılar. Bu hiç tutmayacak bir mayaydı... Olmazdı, olamazdı. Nitekim olmadı da...

*

DÖRT: Bürokraside etkileri büyük... Yetişmiş adamları var... Ancak oyu etkileyebilecek bir güce sahip değiller. Seçim sonuçları bunu gösterdi.

*

BEŞ: Güçlü görünmelerinin temel nedeni AK Parti ile yaptıkları koalisyondu. Koalisyon bozulunca çaptan düştüler, etkinliklerini yitirdiler.

*

ALTI: AK Parti ile koalisyon ortağı oldukları dönemde çok bencil davrandılar. Diğer İslami gruplara alan açmadılar. Bu nedenle hükümetle giriştikleri kavgada İslami grupların kendilerinden uzaklaşmasına yol açtılar.

*

YEDİ: Ölümüne destek verdikleri siyasi iktidara neden savaş açtıklarını topluma anlatamadılar.

*

SEKİZ: Yolsuzluk iddialarına daha önce hiç ses etmiyorlardı. Ancak birdenbire yolsuzlukları keşfettiler... Bu da iddialarının inandırıcılığını epey zedeledi.

*

DOKUZ: Devletin istihbarat örgütünü ve o örgütün başındaki ismi neden hedef seçtiklerini, bir dini grup olarak bunu neden mesele ettiklerini izah edemediler. Bir dini grubun MİT konusuna bu denli hayati önem atfetmesi toplumda yadırgandı.

*

ON: Bırakın İslami kesimi, laik kesimin bile tam olarak anlayamadığı ve anlamlandıramadığı biçimde İran’ı hedef aldılar, “Acem sorunu” tezini işlediler.

Yazarın Tüm Yazıları