Paylaş
*
Görüntülere şöyle bir baktım:
Neoklasik tarz, Roma mimarisine göndermeler, postmodern süslemeler, Selçuklu mimarisinden çizgiler falan...
Bunların tümü bana daha önce aşinası olduğum bir binayı hatırlattı.
*
Biraz düşününce buldum:
Ankara’nın “Ak Saray”ı, 1980’lerin sonunda Silivri’de açılan dönemin sükseli ve şaşaalı oteli “Klassis Otel”e benziyordu.
*
O “Klassis Otel” ki...
İlk açıldığında İstanbul’un gözdesi olmuştu.
Kaçamak yapanlar, kumarhanesine dadananlar, lüksün ve ihtişamın keyfini çıkarmak isteyenler, İstanbul’un yanı başındaki bu otele akın ediyorlardı.
*
“Klassis Otel”in şaşası ve ihtişamı uzun sürmedi.
Kumarhanelerin kapatılması en çok bu oteli vurdu.
Müşterisi azaldı, eskidi ve bir yenileme söz konusu olmadı.
Epeydir fena halde demodeydi.
Şimdiyse ölmeye yatmış durumda.
*
Hemen başladım araştırmaya.
Ve bingo!
Ölmeye yatan “Klassis Otel”in mimarı ile yeni gözde “Ak Saray”ın mimarı aynı kişi:
Mimar Şefik Birkiye.
*
Şefik Birkiye deyip geçmeyin.
Geçtiğimiz günlerde Taksim’in göbeğinde bir inşaat iskelesi, araçların ve insanların üstüne çökmüştü ya...
İşte o inşaat iskelesinin çevrelediği binanın mimarı da Şefik Birkiye...
O bina bitince AVM olacak.
Adına da “Şan City” denecek.
*
Bu kadar da değil.
Haydarpaşa’ya dikilecek gökdelenlerin mimarı da Şefik Birkiye...
Erdoğan’ın “ikinci İstanbul” dediği Karadeniz kıyılarında yapılacak olan “Kuzey İstanbul” yerleşimi de Şefik Birkiye’nin projesi...
*
Yani karşımızda “yeni Türkiye’nin mimarı” diyebileceğimiz bir mimar var.
*
Ve o mimarın mimari yaklaşımı ise aşağı yukarı şöyle bir şey:
Biraz yuvarlak sütunlarla Roma mimarisinden alınır, içine biraz Selçuklu mimarisi karıştırılır, üstüne azıcık Bizans mimarisi ekilir, bunlar azıcık eklektik, azıcık da postmodern bir anlayışla harman edilir ve “neoklasik” denilerek sıcacık servis edilir.
*
Ne diyelim?
Galiba en iyisi “Afiyet olsun Türkiye” demek.
Sevdiğiniz filmlere göre karakterinizi tahlil ettim
FARGO: Soğuk ve karlı ortamların kendine özgü gerilimine meftunsun... Ama sarsaklıklar da peşini bırakmıyor. Bu yüzden hayatı pek ciddiye almıyorsun.
*
NEŞELİ GÜNLER: Hadi itiraf et: Geniş bir ailen olsun istiyorsun... Anneannen Adile Naşit gibi olsun, deden Münir Özkul gibi olsun istiyorsun. Dayının ise Şener Şen tadında olmasını arzuluyorsun.
*
SEVEN: Yedi büyük günahın yedisi de var sende. Senin problemin işte bu adamım.
*
PARÇALA BEHÇET: Sanırım kadınlara açılamayan bir tarafın var.
*
SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM: “Madem Kadir İnanır kadar yakışıklı değilim o halde ben de Ahmet Mekin olurum” diye kendini avutuyorsun ya... Bu avuntudan sana Türkan Şoray düşmez. Akıllı ol.
*
TİTANİC: Başkalarının başlarına gelen felaketlerin seyircisi olmaktan garip bir haz aldığını söyleyebiliriz değil mi?
*
THE GODFATHER PART 2: Gençliğinde Robert De Niro’yu, yaşlandığında ise Marlon Brando’yu andırmaya talip olmak... Senin meselen de bu.
*
RECEP İVEDİK: Banalitenin çekiciliği diye bir şey var ya... İşte onun pençeleri altında kıvranıyorsun.
Kanlı kurban meselesi
KURBAN Bayramı’nda hayvanların kurban edilmesine itiraz edenlerin en büyük dayanak noktaları şudur:
Boğaz’ın kana bulanması, sokakların kan gölü olması, hayvanlara eziyet edilmesi falan...
*
Oysa tüm bunlardan kurbana itirazın dayanak noktası çıkmaz.
*
Tüm bunlardan çıkan tek şey şudur:
Allah adına kurban kesiyorum diyerek... Allah’ın murat etmediği bir ilkelliğe saplanmak.
Selvi’ci miyim, Bulut’çu muyum?
İKİSİ de iktidarı destekliyor.
İkisi de Erdoğan’ı seviyor.
İkisi de paralel karşıtı.
Ama birbirlerine girdiler.
*
Öyle böyle değil.
Birbirlerine kavgada bile söylenmeyecek sözler söylüyorlar.
*
Ben bu kavgada “tarafsız saha gözlemcisi” olarak kalmayı tercih ederim.
*
Ama ille de “birini seç” denirse...
Abdülkadir Selvi’den yana tavır alırım.
*
Çünkü Yiğit Bulut’un Abdülkadir Selvi’ye saldırmasının temel nedenini biliyorum.
Olay şu:
Selvi, yeni hükümetle ilgili yazdığı bir kulis yazısında “Yiğit Bulut ekonominin başına geçmeyecek, böyle bir şey yok” bilgisini veriyordu.
İşte buna hırslanmış, buna kinlenmiş Yiğit Bulut.
Bu nedenle hedefe koyuyor Selvi’yi.
*
Buradan ne anlıyoruz?
Şunu anlıyoruz:
Yiğit Bulut, ekonominin başına geçmek için ciddi ciddi yanıp tutuşuyormuş.
*
Soruyorum:
Bu Yiğit Bulut denilen arkadaş, sırf ekonominin başına geçme hayalinin gerçekleşmeyeceğini yazdı diye Abdülkadir Selvi’ye bu denli kinlendiyse...
Bu hayaline geçit vermeyen gerçek erk sahiplerine karşı neler hissediyordur acaba?
*
Yiğit Bulut, yanıp tutuştuğu hayaline geçit vermeyenlere bir şey diyemediği ve diyemeyeceği için bütün hırsını Abdülkadir Selvi’den çıkarmak istiyor ya...
İşte bu yüzden birini seçmek zorunda kalsam Abdülkadir Selvi’yi seçerim.
*
Hatta kendimi biraz zorlasam...
“Selvi’yi yedirmeyiz” bile diyebilirim.
Paylaş