Yalman Paşa’nın tarihi özeleştirisi

"ÇÖMEZ" bir gazetecinin, "usta" bir gazetecinin yaptığı işler hakkında hüküm geliştirip ahkám kesmesinin adaba pek uygun kaçmayacağının farkındayım. Ama yine de... Yani bir parça "adap ihlali"ni göze alarak...

Milliyet Gazetesi’nden Fikret Bila’nın son dönemde gerçekleştirdiği şahane röportajlar konusuna değinmeden geçemeyeceğim. Bila’nın eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ile gerçekleştirdiği röportaj, gerçekten mükemmeldi.

Hem Özkök’ün kendini "bilgece" anlatmasına olanak tanıması açısından...

Hem de Bila’nın "güvenilir gazeteci" kimliğinin pekişmesi açısından.

O röportajda... Hilmi Özkök Paşa, "28 Şubat" hakkında konuşurken, "Yangını yangınla söndürmek" gibi mükemmel bir teşbih ortaya atıyordu ki... Bu bile tek başına röportajı değerli kılıyordu.

* * *

Ve usta gazeteci Fikret Bila, dün yine bir bomba patlattı.

Tam da "yükselen tansiyon" nedeniyle oluşan/oluşturulan sis perdesinin akılları baştan aldığı bir dönemde, "Biz nerede yanlış yaptık?" sorusunu ülkenin gündemine "pat" diye düşüren, tarihi bir röportajla çıktı okurlarının karşısına.

"Yanlış yaptık" diyen kişi, bu ülkede en kritik dönemlerde, en kritik görevleri üstlenen eski Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman.

Yanlış yapılan iş ise şu:

"Kürtler" denilen insanlara "Kardeşim sen Kürt değilsin. Sen dağ Türk’üsün" filan diyerek kimliği yok saymak.

Adamların şarkılarını, türkülerini dinlemesine izin vermemek, kimliklerini yaşamalarının önüne set çekmek.

* * *

Böyle bir şey ilk defa oluyor.

Daha az önemsiz görevlerde yer almış emekli generallerimiz bile, ekranlara çıkıp en sekter tavırlarla "resmi görüş"ten milim taviz vermezken...

En mühim görevleri üstlenmiş bir emekli kuvvet komutanı, bugünden geriye baktığında, bu zamana kadar hep "tehlikeli" bulunmuş görüşleri, açık yüreklilikle dile getiriyor. Tüm tarihi sorumlular adına, alkışlanacak bir özeleştiri yapıyor. Diyor ki:

"Bizler Kürt yoktur diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri biz ’yıkıcı faaliyetler’ kapsamında görüyorduk. Bu durum iki noktayı gösteriyor: BİR: Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında görmemişiz. İKİ: Bir asimilasyon olmamış."

İşte "Kürt sorununa giriş" dersinin ilk bölümünde okutulmaya layık bir yaklaşım. Olaya nereden başlanacağını ortaya koyan mükemmel ipucu. Yalman Paşa’nın ortaya koyduğu bu nokta geçildikten sonra... Sınır ötesi operasyonlara, "Dağ kadrosu nereden adam devşiriyor?" meselesine, "Barzani’nin yaptığı fenalıklar" bahsine, "Nasıl oluyor da 30 yıldır sorun bitirilemiyor?" sorusuna ve "Hadi hep beraber vuralım kıralım" şeklindeki ruh haline geçilebilir diye düşünüyorum.

* * *

MÜHİM NOT:
Bugünlerde değerli araştırmacı Mustafa Akyol’un, Doğan Kitap’tan çıkan "Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek - Yanlış Giden Neydi?" adlı kitabının yeniden gündeme getirilmesinin tam zamanı.

Yalman Paşa’nın "Yanlış giden neydi?" sorusuna verdiği yanıtın daha kapsamlısı bu kitapta. Kürt sorununu anlamak isteyenlere, soruna ne "Kürt ırkçıları"nın, ne de "resmi görüş sahipleri"nin perspektifinden bakmayan Mustafa Akyol’un, titiz çalışma ürünü bu kitabını hararetle tavsiye ediyorum.

Perihan’ın tarz-ı siyaseti

"SEVGİLİ" Perihan...

İster çok üşüdüğünden iki kadeh viski attırmış ol, ister keyfinden. İster kafayı bul, ister bulma. İster "Vallahi İlber ile uçağa yetişmek üzere erkenden fırladık" diyerek tanık listeleri yayınla, ister yayınlama. İster gece boyunca Çankaya Köşkü’nün soğuk resepsiyon salonunda bir sehpa kenarından ayrılma, ister sosyalleşmenin dibini bul.

İster orada gördüğün generallere, gösterecekleri toleranstan emin olmanın teminatıyla, "Ama sizler de çok militaristsiniz sayın generaller" diyerek postanı koy, ister onlardan "Ah hanımefendi! Ne kadar da yaramazsınız" karşılığını al. Hiçbiri ama hiçbiri beni zerre kadar ilgilendirmiyor.

Beni ilgilendiren şudur: Senin gibi "muhalif", senin gibi "iktidardan uzak", senin gibi "eyvallahsız", senin gibi "savaşkan" bir Amazon, ipek gömleğini giyip ne diye koşarak gider ki Çankaya Köşkü’ne?

Ne yani? Abdullah Bey çok cici, Cemil Bey çok fena mı? Hayrünnisa Hanım bir ulu çınar da, Emine Hanım F tipi cezaevi gardiyanı mı?

Söyler misin Perihan?

Nasıl oluyor da yürekleri toplu atan, gayeleri bir, erekleri bir "politik ekip" içinden birileri "dünyanın en iyi politikacısı" olurken... Diğerleri "en faşizan" olarak etiketlenebiliyor?

Bir politikacının senin nazarında "iyi" olabilmesi için, kendisinin ya da eşinin "Yazılarınız bir harika Perihan Hanım" ya da "Perihan Hanımcığım size gönlümüzün saraylarının kapılarını açtık" demesi mi gerekiyor?

Bu nasıl politik tutum böyle Perihan?

Hazır, "Ben hayatta bir tek Ece’ye küfrettim" türünden sırlarını ifşa ederken, bu meseleye de bir açıklık getirsen.
Yazarın Tüm Yazıları