‘The İmam’ adlı bir film çekiliyor ve bu filmde ‘imam hatipli’ olgusu çok farklı bir düzlemde ele alınıyor.
Filmde:
Okulda anlatılan hayat ile sokaktaki hayat arasında sıkışıp kalmış...
İki dünyanın da içine tam olarak kabul edilmemiş ve girememiş...
İmam hatipte okuduğunu gizleyen...
Bir yandan okuduğu okul nedeniyle üzerine yapışıp kalan kimlikle, bir yandan da o kimliğe yönelik aşağılamalarla mücadele eden...
Yani ‘insan’ imam hatipliden söz ediliyor.
Nasıl?
İlginç değil mi?
* * *
Bilmiyorum, anımsar mısınız?
Hani o meşhur imam hatip tartışmalarından birinde ‘Siyasal çekişmelerin ortasında kalmış zavallı imam hatipli’ başlığıyla özetlenebilecek birkaç yazı yazmıştım.
Ardından da şöyle demiştim:
‘Bu trajedinin ne romanı yazıldı, ne de filmi çekildi.’
İşte o yazılardan sonra Türk sinemasının nevi şahsına münhasır yönetmenlerinden İsmail Güneş, bana şöyle bir mesaj göndermişti:
‘O trajedinin filmi çekiliyor Ahmet Hakan... Yakında tam da sözünü ettiğin dramı anlatan bir filme başlıyorum.’
Ve işte o gün geldi.
Yönetmen İsmail Güneş, ‘The İmam’ adını verdiği filmin çekimlerine üç gün önce Malatya’nın Darende İlçesi’nde başladı.
Senaryosunu usta yazar Ömer Lütfi Mete’nin yazdığı ‘The İmam’da, ünlü ve medyatik oyuncular yer almıyor.
İsmail Güneş, bu ilginç filmi önümüzdeki ramazana yetiştirmeye çalışıyor.
Adalet Ağaoğlu’nun çıkışı
KÜRT sorununun çözümü noktasında atılan onca adıma rağmen ‘terör’ün yeniden mücadele yolu olarak seçilmesi, aydınları isyan ettiriyor.
Eskiden otoriter politikalara destek veriyormuş gibi gözükmemek için PKK terörünü açık bir şekilde eleştirmekten kaçınan Kürt sorununa duyarlı aydınlar, bugün yeniden başlayan terör karşısında seslerini yükseltiyorlar.
Bu konuda bardağı taşıran damla ise HADEP Genel Başkan Yardımcısı Hikmet Fidan’ın PKK tarafından öldürülmesidir.
Tıpkı bir Sırp gencinin Avusturya-Macaristan İmparatoru’nu öldürmesinin Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasına neden olması gibi bir şey.
Aydınların tutum değişikliğinin altında yatan budur.
Ünlü yazar Adalet Ağaoğlu’nun ‘Bunlar PKK’cı’ diyerek İnsan Hakları Derneği’nden istifa etmesi olayını da bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Bekáret ve namus
HÜRRİYET’in ‘Cinsellik araştırması’nı merakla ve ilgiyle izliyorum.
Emel Armutçu’nun kaleminden sunulan çarpıcı araştırmada benim dikkatimi çeken en önemli nokta şudur:
Türk insanı özellikle dini değerlerden yola çıkarak bir ‘bekáret’ ve ‘namus’ anlayışı geliştirmiş.
Ve bu anlayış artık durmuş-oturmuş bir gelenek ve örf halini almış.
Fakat:
Bu ‘geleneksel anlayış’, özellikle dini değerler açısından hem çarpık, hem de acayip sorunlu.
Bildiğim kadarıyla İslam dininde, cinsellikle ilgili konularda getirilen tüm kısıtlamalar ve özgürlüklerde, kadın ve erkek arasında hiçbir fark gözetilmiyor.
Yani kadın için çizilen çerçeve ile erkek için çizilen çerçeve arasında bir fark yok.
Ancak Türk insanının zihin dünyası, İslam dininin bu çerçevesine hiç de uygun değil.
Sanki ‘iffet’, ‘namus’, ‘haya’ gibi kavramlar, sadece ve sadece kadınlar için geçerliymiş, erkekler bu noktada özgürmüş gibi bir anlayış toplumun her kesiminde yaygın kanaat.
Hani ‘Erkek yapınca elinin kiri, kadın yapınca fahişelik’ olarak bilinen meşhur yargı var ya...
İşte ondan söz ediyorum.
Bu sakat mantık, dinin yanlış yorumlanmasından ve yine dinin geleneksel erkek egemen anlayışa uyarlanmasından kaynaklanıyor.
O halde...
Halkı irşat görevine kendini adamış hocalardan, töre cinayetlerine meşruiyet bulmaya kadar varan bu çarpık anlayışla mücadele etmelerini beklediğimizi buradan ifade edebiliriz.
Özellikle ‘İslam’a Göre Cinsel Hayat’ adlı kitapla olay yaratan Ali Rıza Demircan, gür sesiyle bu konuda racon kesse...
Ya da Hürriyet’te Cuma günleri yazı yazan eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz, bir yazısını bu konuya ayırsa...