Siyasete salâvatla mı girilecek kardeşim

12 Eylül’de de böyleydi:

Haberin Devamı

Siyaset “cıs” ilan edilmişti.

*

Siyaset gence yasaktı, işçiye yasaktı, üniversiteye yasaktı, İslamcıya yasaktı, aşırıya yasaktı, solcuya yasaktı.
Siyasete girme izni sadece 12 Eylül egemenlerinin “münasip gördüğü” tipler için mubahtı.

*

“İleri demokrasi” döneminde de buraya doğru bir gidiş var.

*

Bugünkü egemenler de siyasete girme hakkını, sadece parti kurup karşılarına çıkanlara tanıyorlar.
Onlara da ne kadar tanıdıkları tartışılır ya...
Neyse... Neyse...

*

Üniversite siyasete girmeyecek, sendika siyasete girmeyecek, yüksek yargı siyasete girmeyecek, dini gruplar siyasete girmeyecek.
Daha doğrusu:
Girerlerse egemenlerimizin doğrultusunda girecekler.
Öyle girerlerse sorun yok.

*

Mesela...
Diyanet İşleri Başkanı, hükümete can suyu olacak açıklamalar yapınca...
Başbakan Erdoğan asla ve kata “Hop! Sarığını çıkar da gel birader” demez.

*

Haberin Devamı

Bugünün egemenlerinin siyasetten anladıkları dar anlamda parti siyaseti...
Daha da kötüsü sadece çoğunluğu alan partinin siyaseti...
Yani kendi partilerinin siyaseti...

*

Oysa siyaset hayatın her alanını kapsar:
Bir yüksek yargı organı başkanının “Hukuk, demokrasi ve özgürlük açısından Türkiye iyiye gitmiyor” demesi de siyasettir ve bunu demek için o mahkeme başkanının ille de cübbesini çıkarıp sandıkta yarışması gerekmez.

*

Demokrasilerde siyasete salâvatla girilmez.
Demokrasilerde siyasete herkes elini kolunu sallayarak girer.
Üniversite de girer, dernek de girer, gazeteci de girer, sendika da girer, azınlık da girer, çoğunluk da girer, partili de girer, partisiz de girer.
Demokrasilerde siyaset yapmak herkese anasının ak sütü kadar helaldir.
Siyasete girmek ya da siyaset yapmak için ille de parti kurup sandıktan çıkmak gerekmez.

*

Demokrasilerde sadece ve sadece...
“Sandıktan çıkanı demokrasi dışı yöntemlerle cebren alaşağı etmeye çalışan” tipler için tüm yollar kapatılır.
O tiplere “Hop! Sen gelme ulan ayı” diye çıkışılır.
Onun dışındaki herkese ise kapılar sonuna kadar açıktır.

Mağduriyet

BAZILARI diyorlar ki:
Başbakan Erdoğan, Haşim Kılıç’ın konuşmasından da bir mağduriyet çıkarabilir.

*

Haberin Devamı

Size bir şey söyleyeyim mi?
Eğer Başbakan Erdoğan, buradan da bir mağduriyet çıkarırsa...
Ve ondan daha önemlisi:
Başbakan Erdoğan’ın buradan çıkardığı mağduriyeti de bu toplumda satın alanlar çıkarsa...
Yapacak bir şey yoktur.
Bu hükümet hava durumundan bile muhalefet çıkarabilir.

Üniversite diploması şartının mantığı nedir

CUMHURBAŞKANI olmak için üniversite mezunu olmak şart.
Bu şart, Bülent Ecevit’in cumhurbaşkanı olmasının önünü kesmişti.
Şimdi de aynı saçma şarta dayanılarak yalan yanlış iddialarla “Erdoğan’ın üniversite diploması” konusu gündeme getiriliyor.

*

Ancak hiç kimse “bu şartın mantığı nedir” meselesine girmiyor.
Başbakan olmak için üniversite diploması gerekmiyor, bakan olmak için gerekmiyor, milletvekili olmak için gerekmiyor ama cumhurbaşkanı olmak için gerekiyor.
Neden?

*

Haberin Devamı

Biri bana bunun nedenini izah edebilir mi?
Ama mantıklı ve ikna edici bir biçimde...

Haşim Kılıç’ın şeref ve onur tarihi

-Refah Partisi’nin kapatılma davasında çoğunluğa karşı ret oyu kullandı.
-Fazilet Partisi’nin kapatılma davasında çoğunluğa karşı ret oyu kullandı.
-Üniversitelerde türbanın yasaklanması kararında çoğunluğa karşı ret oyu kullandı.
-2001’de Tayyip Erdoğan ve diğer bazı isimlerin AK Parti Kurucular Kurulu’nda yer almasından dolayı verilen ihtara muhalefet etti.
-Merve Kavakçı’nın başörtüsüyle milletvekili yemini etmesini “bunun önünde yasal bir engel yoktur” diyerek yorumladı.
-Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesini engelleyen 367 kararını benimsemedi, karşı oy kullandı.

*

Haberin Devamı

Kişisel tarihinin son döneminde...
-Verdiği Twitter özgürlüğü kararıyla...
-Verdiği HSYK Yasası’nın bazı maddelerini iptal kararıyla...
-Yaptığı son demokrasi ve özgürlük çıkışıyla...
Bu şerefli ve onurlu tarihiyle uyumlu bir tutum sergiledi.

*

Kısacası...
Değişen Haşim Kılıç değildir.
Değişen Haşim Kılıç’a gösterilen tepkilerdir.

Hadi Burhan Kuzu

BURHAN Kuzu demiş ki:
“Gerçek soykırımı ABD yaptı. Kızılderililere kıyameti yaşattılar. Gerçek soykırım bu”.

*

Burhan Kuzu’ya sesleniyorum:
Hadi ver Meclis’e “Kızılderili Soykırımı Tasarısı”nı.
“ABD soykırım yapmıştır” diye
bir Meclis kararının çıkmasına önayak ol.
Hadi.
Hadi ama...

Cemil Bey için empati fırsatı

HAŞİM Kılıç’ın konuşmasında...
-Azar yoktu.
-Düzeysizlik yoktu.
-Üslupsuzluk yoktu.
Bu nedenle Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in...
“Üslup yargı makamına yakışan üslup değildi. Kimse oraya haşlanmak, tokat yemek ve azarlanmak için gitmedi” demesini anlayamadım.

*

Haberin Devamı

Sonra düşündüm:
Cemil Çiçek belki de o konuşmada benim fark edemediğim azarları, tokatları, haşlamaları fark etmiş olabilir.
Daha doğrusu:
Bana azar, tokat ve haşlama olarak gelmeyen hususlar, Cemil Çiçek’e azar, haşlama ve tokat olarak gelmiş olabilir. Tıpkı toplumun önemli bir bölümünün Başbakan Erdoğan’ın yaptığı bazı konuşmaları azar, haşlama ve tokat olarak algılaması gibi.

*

Cemil Bey!
Siz ayda yılda bir kere size azar, haşlama ve tokat gibi gelen bir konuşmaya maruz kalıyorsunuz. Toplumun bir kesimi ise kendilerine azar, haşlama ve tokat gibi gelen konuşmalara yılın her günü en az iki kere maruz kalıyor.
Biraz empati lütfen!

Şehirlerin milli marşları

YOZGAT: “Dersini almış da ediyor ezber” diye başlayan meşhur Yozgat Sürmelisi. Ağır, depresif, melankolik ve esaslı bir türküdür. Çeşitleri vardır ama “tencere tava hep aynı hava” misali hepsi aynı tellere dokunur.

*

KIRŞEHİR: Bütün Neşet Ertaş türküleri... Ama özellikle de “Biter Kırşehir’in Gülleri Biter” adlı oynak ama hüzünlü Neşet Ertaş türküsü...

*

KONYA: “Hani benim elli dirhem pastırmam” diye başlayan inceden çapkın, kalından arsız “Konyalım” türküsü.

*

KAYSERİ: “Gesi Bağları”... Bir keresinde Kayseri’de 12 kez çalmışlardı, 12 kez dinlemiştim ve yine dinlemek istemiştim. O derecedir yani.

*

ÜRGÜP: Ürgüp’te bir türkü bara gitmiştik. Fantezi şeyler çalınıp söyleniyordu. “Yahu” demiştim, “Cemalim’i bilen yok mu?” Cevap gelmişti: “O bizim milli marşımızdır”. Sonra da başlamışlardı söylemeye: “Şen olasın Ürgüp / Dumanın tütmez”. Bir tüyo vereyim: Asil ve yakışıklı bir türküdür.

*

DİYARBAKIR: Biliyorum bu şehrin muazzam bir tarihi var... Yine biliyorum: Kürtçe türküler başlı başına hazine... Ama yine de Ahmet Kaya şarkıları bu şehrin milli marşları haline gelmiş... Hemen söyleyeyim: Bu şehre o şarkılar pek yakışıyor.

*

ORDU: Bir şehir için milli marş niteliği kazanan türküler, artık o şehrin türküsü olmaktan çıkıp bütün yurt sathına yayılırlar. Tıpkı “Ordu’nun Dereleri” adlı türkü gibi.

*

SÖĞÜT: Bir imparatorluğa beşiklik etmiş yöreden çıkan türküler de imparatorluklar gibi oluyor: Ağırbaşlı, başı dik ve yukarı çıkarıcı... “Söğüt’ün Erenleri” adlı türkü de öyle. Şu sözlere bakın: “Söğüt’ün erenleri / Çağırın gidenleri / Ah ne güzel baş bağlıyor / Söğüt’ün güzelleri”... Ruhi Su’dan dinleyin ama.

*

ISPARTA: Bu şehre ait hiçbir hazine olmasa, sadece “Evlerinin Önü Mersin” türküsü olsa... Yeter de artar bile... O derece şahane bir türküdür. Türkü “al hançeri vur” diyor yahu, daha ne desin?

*

KERKÜK: Bir ara arkadaşlar arasında bizim milli marşımız “Altın Hızma Mülayim” idi... Kerkük’ün bize ne kadar yakın olduğunu gösteren bir türküdür. Rahmetli Abdurrahman Kızılay otantik tarzda ne de güzel söylerdi.

Yazarın Tüm Yazıları