Paylaş
Hükümetten herhangi bir bakan bile, 2 Temmuz günü çıkıp, “Bugün Sivas Katliamı’nın yıldönümü... Madımak’ta öldürülenlere Allah’tan rahmet diliyorum... Allah böyle bir acıyı halkımıza bir kez daha yaşatmasın... Bu bizim tarihimizin yüz karası bir olaydır... Yapılan alçakça bir katliamdır” deseydi.
-Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde AK Partili milletvekillerinin verdiği bir önergeyle Sivas’ta katledilenler anısına bir saygı duruşu yapılsaydı.
-Bülent Arınç, kameralar önünde 34 aydının yanarak ve dumandan boğularak can vermesini hatırlatıp, “bu ülkenin üst düzey bir yöneticisi olarak yakın tarihimizde yaşanan bu acı olay karşısında...” diye başladığı cümleyi, gözyaşları nedeniyle tamamlayamasaydı.
-“Allahu ekber” demenin içinin boşaltılmaması ve anlamını koruması için canla başla çalışan cemaatler, dernekler, yazarlar, sivil toplum kuruluşları, bu 2 Temmuz’dan önce bütün gazetelere tam sayfa “Bir otelde mahsur kalan insanlar öldürülürken ‘Allahu ekber’ diye bağıranlar bizden değildir” diye ilan verselerdi.
-Kendilerini “İslami” diye nitelendiren her oluşum, bu 2 Temmuz’da sosyal medyada Sivas’ta katledilen insanların yakınlarının hissettikleri acıyı derinden hissettiklerini gösterecek samimi, içten, ama’sız mesajlarla donatsaydı.
-Muhafazakâr camianın gazeteleri, en azından bu 2 Temmuz’da, “İyi ama Başbağlar’da da insanlar katledildi” diyerek kat-liam yarıştırmaya girişmek ve Başbağlar’ı Sivas’la dengelemek için çaba göstermek yerine... “Nasıl oldu da Sivas’ta otelin önünde toplanan dindar insanlar arasından o yangına bir kova su dökecek tek bir kişi bile çıkmadı” diye esaslı bir sorgulama yapsaydı.
Sivas’ın yarası, bu yıl her yılkinden daha fazla kanamazdı.
*
Olmadı.
Ve o yara, bu 2 Temmuz’da daha fazla kanadı.
Benziyor mu benzemiyor mu?
GEZİ olaylarının en başında “Taksim” ile “Tahrir” arasında en küçük benzerlik kurmaya kalkana “Hop, orada dur bakalım” deniyordu.
Ve ekleniyordu:
“Ne Tahrir’i kardeşim... Mısır ayrı, Türkiye ayrı...”
*
Aradan bir ay bile geçmeden... Mısır’da muhalifler, Mursi’ye karşı Tahrir’de toplandılar.
Hem de çok sarsıcı biçimde...
Ve bir de baktık ki:
“Ne Tahrir’i kardeşim... Mısır ayrı, Türkiye ayrı...” diyenler, kendilerini anında Mursi’nin yanında hizalayıvermişler.
*
Mursi’nin yanında hizalananlar arasında...
-“Tahrir’e çıkan insanların ne dertleri var acaba” diyen yok.
-“Mursi bir yıllık iktidarında hatalar yapmış olabilir mi acaba” diyen yok.
-“Muhalifler de askeri darbeye karşı çıkıyorlar, demek ki Tahrir’e çıkanlar darbeci değil” diyen yok.
-Protestolarda yoksulların başı çektiğine dikkat kesilen yok.
-Mısır’ın Türkiye’dekin-den çok farklı koşullara, sorunlara, kırılma noktalarına sahip olduğunu düşünen yok.
*
Peki ne var?
Şu var:
“Mursi’yi yedirmeyiz... Mursi’yi yerdirmeyiz... Yedirmeyiz de yedirmeyiz” diye tutulan tempo var.
E hani...
“Mısır apayrı, Türkiye apayrı” idi...
E hani...
İkisi birbirine benzemez ve benzediği teklif dahi edilemezdi.
İki soru
BİR: 11 yıllık tek partili büyük istikrar döneminde her yeni gelen Milli Eğitim Bakanı’na göre “eğitim politikası” kaç kez yıkılıp yeniden oluşturuldu?
İKİ: Var olan havaalanının kapasitesini arttırıp büyütmek yerine var olanı yıkıp bambaşka bir yere yenisini yapmak neden ekonomik oluyor?
Bir pulsuz dilekçe:Bari amigosuz olsun
TÜRKİYE Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na...
Her salı partilerin grup toplantılarını televizyonlardan izliyoruz.
Bu toplantıların, “Lider konuşur, milletvekilleri dinler ve olay biter” şeklinde cereyan etmesine alıştık.
“Hani tartışma, hani görüş alışverişi, hani itiraz, hani farklı yaklaşım, hani demokrasi” falan demeyi çoktan unuttuk.
Ama Allah aşkına...
Tamamen “vaaz” şeklinde geçen şu grup toplantıları, bari zıplamalı sloganların atıldığı amigo şenliğine dönüşmesin.
Yoksa polis çağıracağım.
Gerçekten.
Türüt’ün destanına mazhar olmak
İSMAİL Türüt, Gezi karşıtı bir destan yazmış.
Destanında şöyle şeyler söylüyor:
-Teröristin bombası, polisin gazı var.
-Camide göbek atan allahsız şerefsizler.
-Devlete başkaldıran cezasını çekecek.
-Taksim’in dört yanında komünistin izi var.
-Bitmedi komünistlik, erkeği var kızı var.
Ve daha neler neler...
*
Eğer ben...
-Gezi olaylarının en ateşli karşıtı olsaydım.
-Gezi’de bin türlü dalavere çevrildiğine inansaydım.
-Olup bitenlerin Tayyip Erdoğan’ı ham yapmak isteyenlerin büyük oyunu olarak görseydim.
-“Camide içki içtiler” yalanını, yalan olduğunu bilerek satın almaya yatkın olacak denli hükümet taraftarı olsaydım.
Yine de İsmail Türüt’ün benim destanımı söylemesine isyan ederdim.
*
Türüt’ün dilini, üslubunu, yaklaşımındaki pespayelikleri falan kafaya takmasam bile...
Şunu hatırlar ve isyan ederdim:
Bu İsmail Türüt, daha Hrant Dink’in kanı kurumadan, Hrant Dink’in katillerine destan yazacak kadar alçalmış biridir.
Bir akil insandan küfürler okudunuz
AKİT de, Akit yazarı Hasan Karakaya da az çok bilinir oldu.
Bu nedenle Hasan Karakaya’nın Gezi eylemcileri için...
“Ulan köpek oğlu köpekler, ulan pz....ler” diye seslenmesinde aslında şaşacak bir şey yok.
Peki neden şaşıldı?
Bunun tek bir sebebi var:
Hasan Karakaya, hükümetin 76 milyonluk koca memlekette “akil insanlar” heyetine almaya değer bulduğu 60 kişiden biri...
*
Ben buradan beni okuyan herkese...
Hasan Karakaya ve benzerleri için İslami bir tavır sergilemelerini tavsiye ediyorum.
Furkan suresinin 63. ayetinde Allah şöyle diyor:
“O rahman olan Allah’ın kulları, yeryüzünde alçakgönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap olduğu zaman ‘Selam’ derler”. (Ali Bulaç’ın meali).
Kısacası...
Allah’ın buyruğuna uyalım, “Selam Hasan” diyelim ve geçelim.
Bir özür bekleniyor
-CAMİDE içki içildiğine dair tek bir görüntü bile ortaya konmadı.
-Caminin penceresine konulmuş ezilmiş teneke bira kutusu dışında, “Camide içki içtiler” iddiasına tek bir kanıt bulunamadı.
-Müezzin “Camide içki içildiğini görmedim” dedi.
-Aynı müezzin polise verdiği ifadede de “Yalan söyleyemem” dedi.
-Olay sırasında camide bulunan cemaat de iddiayı doğrulamadı.
-Diyanet konuyu araştırdı ve “Camide içki içildiğine dair kanıt bulunamamıştır” noktasına vardı.
*
Hey!
Birisinin özür dilemesinin zamanı gelmedi mi?
Paylaş