Bu seçime damgasını vuran iki flaş transfer var...
Bu iki transferden biri...
Yıllarını CHP’ye vermiş, genç yaşta CHP milletvekili olmuş, partide "genel sekreterlik" makamına kadar ilerlemiş Ertuğrul Günay’ın "merkez sağ"a yerleşmek için can atan AKP’ye geçmesi...
Diğeri ise...
Her daim Necip Fazıl’dan dizeler okuyan, "Huma Kuşu" türküsünü kafasını gözünü yarmadan söylemeyi başaran ender siyasetçilerimizden, Demirel ailesinin damadı, sağcılığıyla maruf İlhan Kesici’nin, kendisini solda tanımlayan CHP’yi tercih etmesi...
Etrafta buz gibi bir hava var!
Sağ kesim İlhan Kesici’yi, "Gitti CHP’ye girdi, hain ne olacak" falan diye aforoz ederken...
Solcular da Ertuğrul Günay’ı, "Mürteci oldu. İhanet etti. Sosyal demokrat davayı sattı" diye hedef tahtasına yerleştirmiş durumda.
Olaya daha serinkanlı bakanlarda bile "Ne oluyor yahu" havası var.
* * *
Oysa ortada şaşılacak bir durum yok.
Hatırlayalım...
Ne demişti "aykırı" ekonomi profesörümüz İdris Küçükömer Hoca, ortalığı karıştıran "Düzenin Yabancılaşması" adlı eserinde?
"Türkiye’de sol sağdır, sağ soldur."
Söylemek istediği şudur Hoca’nın:
Aydınlanmacı, jakoben ve modernist CHP, Avrupa düşünce sisteminde sağ ideolojiye denk düşer. Buna karşılık CHP’nin karşısında olanlar (Mesela Demokrat Parti geleneği), Avrupa düşünce sisteminde sol ideolojiye denk düşer.
Hoca’ya göre...
Demokrat Parti ve benzeri partiler, halkla birebir ilişki kurmayı başarırken, CHP seçkinler hareketi olarak siyasi hayatını sürdürmüştür.
Bu nedenle CHP’nin yeri sağdır, DP’nin yeri ise soldur.
* * *
Şimdi bu teoriden yola çıkarsak...
"Solcu" Ertuğrul Günay’ın neden "sağcı" AKP’yi tercih ettiğini...
"Sağcı" İlhan Kesici’nin neden "solcu" CHP’yi tercih ettiğini...
Çok daha iyi anlarız.
Yani...
Şaşıracak bir şey yok...
Düzen yabancılaşıyor...
Ve tarih İdris Küçükömer Hoca’yı bir kez daha haklı çıkarıyor.
Bir küskünlük analizi
Deniz Baykal’ın Mersin Mitingi’nde Başbakan Erdoğan’a, "Cumhurbaşkanı ile üç saat bir arada oturuyorsun ama bir saygı bile sunmuyorsun" diye haykırışını acayip yadırgadım.
Çünkü...
"Üç saat bir arada olup, tek bir kelime etmeme" olayının bir sorumlusu Erdoğan ise, diğer sorumlusu Sezer’dir.
Evet, bir taraf "Saygı sunmamıştır" ama diğer taraf da, o saygının sunulmaması için elinden geleni yapmıştır.
Sırtını dönmüştür, yüzüne bile bakmamıştır, yok saymıştır, aynı yerde bulunmak dolayısıyla eza ve cefa çektiğini her haliyle göstermiştir, lisan-ı hal ile "Sana katlanıyorum" mesajı vermiştir.
Erdoğan da bir yumuşatma gayreti göstermeyerek küskünlüğün ortaya çıkmasına katkı sunmuştur.
Yani ortada küskünlükten kaynaklanan bir tatsızlık varsa...
Unutulmamalıdır ki, bir küsme eyleminin tek değil iki faili olur.
Ah Recai Amca ah!
Saygıdeğer Recai Amca...
Bakıyorum da CHP’nin finanse ettiği televizyon kanalıyla "Al takke/Ver külah" ilişkiye girivermişsiniz.
Baykal’ın ikide bir alnından öptüğü "CHP mücahidi"Tuncay biraderimiz, kanalını bu kez partiniz Saadet Partisi’nin emrine tahsis edivermiş.
Bu tahsis nedeniyle "görkemli" Rize mitinginizi, bu ödünsüz laik ve ulusalcı mecradan takip etme fırsatı bulduk.
Ne diyelim?
Allah beraberliğinizi bozmasın, iki cihan saadeti versin...
Hem öyle görülüyor ki: Alan da razıdır, veren de...
Siz partinizin reklamının yapılmasından memnunsunuz...
Tuncay biraderimiz de "tarafsız gazetecilik" için malzeme devşirmekten mutlu...
Mübarek olsun!
Ve fakat saygıdeğer Recai Amca...
Bir sorun var:
Şimdilik "Düşmanımın düşmanı dostumdur" ilkesizliğinin buluşturduğu bu "kutlu birliktelik", Saadet Partisi’nin biraz serpilip gelişme istidadı göstermesi durumunda ne hale gelir, bir düşün!
AKP’nin irticai odaklığı ile sizin partinizin irticai odaklığı arasında "Fark göremiyorum? Ya sen?" durumu ortaya çıkıverir.
Ve bugün "Al takke/Ver külah" yaptığınız Tuncay biraderimiz, yanından eksik olmayan emekli generalimizle bu kez size öyle bir saydırır ki...