BİR gün Hz. Muhammed, Mekke’nin önemli simalarına İslam’ı anlattığı bir sırada gözleri görmeyen bir adam yanına gelir.
Gözleri görmeyen adam şöyle der: “Allah’ın sana öğrettiklerinden bana da öğret”. Hz. Muhammed, o sırada adama bir cevap vermez. Çünkü Mekke’nin uluları, kendilerine özel muamele edilmesini beklemektedirler, Hz. Muhammed de onları gücendirmek istememektedir. Gözleri görmeyen adam, tekrar seslenince Hz. Muhammed’in yüz hatları elinde olmayarak değişir. İşte bu olay üzerine... Allah’ın şu ayetleri gelir:
* * *
“1- Peygamber yüzünü ekşitti ve geri döndü. 2- Kör adamın kendisine gelmesinden ötürü. 3- Belki o temizlenecek. 4- Yahut öğüt alacak da o öğüt ona fayda verecek. 5- Kendini sana muhtaç hissetmeyene gelince. 6- Sen ona yöneliyorsun. 7- Oysaki onların temizlenip arınmasından sen sorumlu değilsin. 8- Fakat koşarak sana gelenle. 9- Allah’tan korkarak gelenle ilgilenmiyorsun”. (Abese Suresi)
* * *
Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın, gözleri görmeyen bir vatandaşa, “Sana iş vermişiz, daha ne istiyorsun?” sözü ve o vatandaş karşısındaki kibirli tavrı, bana bu ilahi ikazı çağrıştırdı. Hayır, hayır... “Hocalık” falan taslamak istemiyorum. Sadece Recep Akdağ gibi, kendisini “İslam inancı” dünyası içinde tarif eden ve “Abese Suresi”nden haberdar olan bir siyasetçinin tavrını yadırgadığımı belirtmek istiyorum. Diyeceksiniz ki: “İyi ama Ahmet Hakan, Sayın Bakan o işçiden özür diledi, daha ne yapsın?” Ama durun bir dakika! Bu olay, basında çıkan ağır eleştirilerin ardından durumu kurtarmak için yapılan küçük bir özürle geçiştirilebilir mi? Gözleri görmeyen bir vatandaşa yönelik o kibirli sözler, seçim yorgunluğuyla falan açıklanabilir mi? Allah, en sevdiği kulunu bile “Dalgınlığına gelmiştir” demeden ikaz ediyor. Ortada böyle bir ikaz varken, hangi yorgunluk o kör işçiye yönelik davranışın mazereti olabilir ki?
Türban reklamlara girdi
AK Parti reklamlarında türbanlı yoktu, başörtülü yoktu. Ne genç kadınların başı örtülüydü, ne de yaşlı kadınların. Hepsi tepeden tırnağa beyaz Türk idi... “Ne oluyoruz yahu? AK Parti siyahları bırakıp beyazlara mı yelken açtı?” dedik ya... Birkaç gün sonra bir de baktık ki... Türbanlı genç bir kadın, AK Parti afişlerinde boy göstermiş. O zaman eleştiriyi düşmanlıkla karıştıran zihniyete kapak olsun bu... Demek ki neymiş? Eleştiri, kurumsal yapıların kendilerini geliştirmeleri ve düzeltmeleri için bir fırsat sunarmış.
Bahçeli için şarkı sözü yazdım
“EŞKIYA dünyaya hükümdar olmaz” türküsünü bilirsiniz. Solcuların bayıldığı bir türküdür bu... Değişik versiyonlarını Zülfü Livaneli, Edip Akbayram gibi sanatçılar seslendirdiler. Haddim olmayarak... İşte bu türkünün sözleriyle biraz oynadım ve Devlet Bahçeli’nin diline uyarlamaya çalıştım. O kadar da fena olmadı galiba... Bakalım siz ne diyeceksiniz:
“Bir yanımı sardı kasetçi alçaklar / bir yanımı sardı bizim nefsine uyanlar / 9 kaset ile kestiler yolu / kasetçi MHP’ye anam hükümdar olmaz. Yıl 2011 seçime doğru / sebep oldu şeytan yataklara girdi / uçkur defterine adları yazıldı / kasetçi MHP’ye anam hükümdar olmaz. Sen ağlama ülkücüm dertlerin çoktur / hovardalar yüzünden çektiğimiz çoktur / yiğitlik yolunda yapacak bir şey yoktur / kasetçi MHP’ye anam hükümdar olmaz”.
Hisarcıklıoğlu neden panikledi
RİFAT Hisarcıklıoğlu’nun Twitter hesabından şöyle bir mesaj yollanmış: “Dört yıldır TOBB Genel Kurulu’na katılıyorum. İlk kez böyle bir şey gördüm. Anketler yanılacak galiba”. Mesajda Kemal Kılıçdaroğlu’nun TOBB Genel Kurulu’nda aldığı alkışa gönderme yapılıyor. Fakat çok geçmeden Rifat Hisarcıklıoğlu’ndan yeni bir mesaj geliyor: “Sistemde bir yanlışlık var. Az önceki mesaj bizim tarafımızdan yazılmamıştır”. Kısacası olay şu: Birileri Hisarcıklıoğlu’nun hesabına girerek bir tane mesaj atmışlar, o da “Bu mesaj bana ait değil” demiş. Meselenin bu şekilde kapanması gerekiyor değil mi? Ama hayır! Hisarcıklıoğlu meseleyi büyütüyor, TOBB açıklama yapıyor, basına bilgi üstüne bilgi veriliyor, “Hesaba girenler bulunacak” deniliyor... Yani tam bir panik havası... Ne oluyoruz yahu! Velev ki “Anketler yanılacak galiba” demiş olun, ne olur ki? Bu panik, bu korku, bu telaş niye?
Nevzat Yalçıntaş’a övgü
TÜRK sağının sembol ismi... Türk-İslam sentezinin babası, hatta ağa babası... Hocaların hocası... Süleyman Demirel ile Turgut Özal’ı, Tayyip Erdoğan ile Numan Kurtulmuş’u, Muhsin Yazıcıoğlu ile Alparslan Türkeş’i aynı anda koruyup kollayabilecek ve bunu kendi iç dünyasında makul hale getirebilecek bir isim... Fikirlerine, yaklaşımlarına, analizlerine katılırsınız katılmazsınız. Ama siyasi pozisyonu budur ve buna itiraz edilemez.
Nevzat Yalçıntaş Hoca, geçenlerde CNN Türk’te Tarafsız Bölge’de, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın seçim meydanlarında Süleyman Demirel’e saydırmasına şiddetle itiraz etti. “Bu olmaz” dedi. “Bu kabul edilemez” dedi. “Demirel’in yaşını başını dile getirmek ayıptır” dedi. “Bütün bunlar Tayyip Erdoğan’ın seçim yorgunluğundandır” dedi. Yani lafını eğip bükmedi, lafını esirgemedi. Ben de biraz muzipçe “Aman hocam siz hâlâ AK Parti’desiniz, başınız belaya girmesin” falan diye takıldım kendisine... Yalçıntaş Hoca, bu takılmaya şöyle karşılık verdi: “Ne yapayım kardeşim? Bu yaşıma geldim, ne düşündüğümü açıkça söylemeyecek miyim? Bana hocaların hocası diyorlar, eğer görüşlerimi olduğu gibi açıklayamayacaksam ne manası kalır benim hocaların hocası olmamın?” Bu cevabı alınca muzipliği falan bir tarafa bırakıp kemal-i ciddiyetle başka bir konuya geçiverdim.
Alevilik diye bir ırk mı var?
BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, bir süredir miting meydanlarında CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Alevi” kimliğine sahip olduğunu iddia eden sözler söylüyor. Peki nereden biliyor Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu? Herhalde şu iki nedenden: BİR: Tunceli doğumlu oluşundan... İKİ: Alevi bir aileden geliyor oluşundan...
O zaman soralım: “Bir insan, Alevi inancını benimsemiş bir aileden geliyorsa ille de Alevi olmak zorunda mı?” Ya da... “Bir insan, Sünni inancını benimsemiş bir aileden geliyorsa ille de Sünni olmak zorunda mı?” Hatta Sünniliği-Aleviliği bir tarafa bırakalım... Dinler, kalıtsal yoldan mı geçer? Yoksa akıl ve fikirle seçilir mi? Dinlere ırk muamelesi yapılamazken... Mezheplere ırk muamelesi yapmak da nereden çıktı? Diyebilirsiniz ki: “O zaman Kemal Kılıçdaroğlu da çıksın, Alevi inancına sahip olup olmadığını açıklasın... Böylece Aleviliği devam ediyor mu, etmiyor mu anlayalım”. Böyle bir talep karşısında şu üç şeyi söylerim: BİR: Sana ne kardeşim adamın hangi mezhebe bağlı olduğundan? Adam ister anasından babasından bellediği inancı kişisel hayatında devam ettirir, ister bambaşka inanç âlemlerine doğru yolculuğa çıkar. İKİ: Hani evrensel insan haklarından biri de kimsenin inancını açıklamaya zorlanmamasıydı? Niye zorlayayım Kemal Kılıçdaroğlu’nu Alevi olup olmadığını açıklamaya? Böyle bir hak ihlalini niye yapalım? ÜÇ: Bir insanın doğum yeri Tunceli olunca, otomatikman Alevi mi oluyor? Mesela Tunceli’de doğup da Sünni olmayı tercih etmek ya da Konya’da doğup da Alevi olmayı tercih etmek diye bir şey en azından teorik olarak mümkün değil mi?